Samed Behrengi

Köroğlu ile Kel Hamza


Скачать книгу

yer aldılar. Hiçbir hanın gözüne, Çenlibel yiğitleri yüzünden uyku girmez oldu. Hanlar, Çenlibel yiğitlerini yok edip ortadan kaldırmak için ne yapıp ettilerse de bir türlü buna muvaffak olamadılar. Büyük Han’ın ordusu ve askerleri birkaç defa hücum edip Çenlibel’e saldırıda bulundu ama her seferinde geçit vermez sarp kayalıklar onları perişan ve rezil rüsva etti.

      Çenlibel’in kadınları da yiğitlikte erkeklerinden geri kalmadılar. Mesela, Köroğlu’nun Nigar ismindeki güzel karısı, kaç sefer savaş giysilerini üzerine giyip atına atladı ve yalın kılıç düşman saflarının merkezine hücum etti, gövde üstünde baş bırakmadı.

screen_14_3_8

      Köroğlu’nun her bir yiğitliği ve seferi başlı başına birer destandır. Köroğlu destanları kendi ana dilinde Türkçe olarak söylenir, Azerbaycan’ın âşıkları da bu destanları sazlarıyla çalar ve sözleriyle halka naklederler.

Kırat’ın Çalınması

      Köroğlu ve Çenlibel yiğitlerinin kıyamı o kadar gelişip büyüdü ki Büyük Han artık köşeye sıkışmaya başladı. Köroğlu’na tek başına karşı koyamayacağını anlayınca, bütün hanlarına, emirlerine, çete başlarına, savaşçılarına, komutanlarına haber gönderip hepsini yanına çağırdı ve büyükçe bir istişare meclisi kurdu.

      Meclisteki herkes yerini alıp da oturduğu zaman, Büyük Han konuşmasına başladı:

      “Hepinizin bildiği üzere, bir avuç hırsız ve eşkıya dağlarda toplanmış, memleketin huzur ve güvenliğini tehdit ediyor. Bu yağmacı ve hırsızların başında da adına Köroğlu dedikleri bir seyis çocuğu var ki adam öldürmede ve hırsızlıkta hiç üstüne yok, yağma ve çapulda nam salmış. Memleketin hangi bir köşesinde bir hırsızlık, adam öldürme veya gürültü patırtı çıksa, muhakkak bu adamın o olayda bir dahli oluyor. Köroğlu’nun çetesinin eli kolu günden güne uzuyor, daha da güçlenip tehlikeli hâle geliyorlar. Eğer bu şekilde eli kolu bağlı hâlde oturmaya devam edersek, bir gün gelip de gözümüzü açtığımızda tüm malımızın mülkümüzün, topraklarımızın Çenlibel çetesinin eline geçtiğini, onlar tarafından gasbedildiğini göreceğiz. O vakit ya buraları bırakıp uzak yerlere kaçmak zorunda kalırız ya da bu serserilere kölelik yapmak durumunda oluruz. Hem bilmiyoruz ki bu hainlerin yüreklerine Tanrı bir zerre olsun merhamet koymuş mudur? Ey hanlar, emirler, komutanlar, yiğitler, bakın sizi uyarıyorum! Bu hırsız ve eşkıyalar topluluğunun kendi analarına ve kardeşlerine bile merhametleri yoktur!

      Memleketin huzurunu tehdit eden bu büyük tehlike sizleri buraya toplamaya ve bir karar almaya zorladı beni. Şimdi nasıl bir tedbir almalıyız? Bu maceraperest hırsızı nasıl yapıp da durdurabiliriz? Bunca soylu kişi, bu kadar değerli hanlar, bunca namlı askerler, komutanlar, yiğitler bir seyisin oğlunun hakkından gelemeyecek mi?”

      Hodkâr konuşmasını bitirdi ve kıymetli mücevherlerle süslü tahtına oturdu. Mecliste hazır bulunanlar el çırpıp alkışladılar ve yüksek sesle bağırmaya başladılar:

      “Çok yaşayasın Hodkâr! Mülkümüzün ve milletimizin selametinin koruyucusu! Kahrolsun Çenlibel’dekiler! Kahrolsun asiler!”

      Mecliste oturanların heyecan ve bağırış çağırışlarından duvarlar sallanmaya başlamıştı âdeta. Hodkâr bulunduğu yerden, meclistekileri eliyle ve başıyla selamladı. Sesler kesildikten sonra tartışma faslı başladı.

      İçlerinden birisi;

      “Biraz fazla para verirsek Köroğlu haydutluğu bırakır.” diye görüş bildirdi.

      Bir diğeri:

      “Çenlibel tarafındaki toprakları Köroğlu’na bırakalım tamamen, orayı istediği gibi çekip çevirsin, insanlara vergi ve haraç salsın, bir daha da bizi rahatsız etmez.”

      Bir başkası;

      “Köroğlu’nun yanına birini gönderelim de bakalım son sözü nedir, para ve topraktan ne kadar istiyorsa verelim ve aramızı düzeltelim.” diye konuştu.

      Hasan Paşa da bu mecliste bulunuyordu. O sırada Tokat’ın hâkimiydi. Hasan Han, bu adamın hatırı için Ali Kişi’nin gözlerini oydurmuştu. Hasan Paşa aynı zamanda Büyük Han’ın da sağ koluydu. Büyük Han’ın sofrasında her zaman başköşeye kurulur, Hodkâr biraz hasta veya rahatsızsa bağdaş kurar oturur ve dışarıdan üzüntülüymüş gibi görünürdü. Savaş ve asker sevki konusunda da oldukça bilgiliydi. Her bir asker onun korkusundan köpek gibi titrer, bu korkuyla amirlerine koyun gibi itaat ederdi.

      Velhasıl, Hasan Paşa da işte bu mecliste Hodkâr’ın sofrasındaydı ve henüz konuşmak için ağzını açmamıştı. Hodkâr her bir kişinin görüş ve tavsiyelerini dinledi, sonra da şunu söyledi:

      “Hiçbirinizin önerisi de Çenlibel’deki ayaklanmaya çare sunmuyor. Şimdi Hasan Paşa’yı dinleyelim, bakalım o ne diyecek?”

      Hanlar ve emirler içlerinden Hasan Paşa’ya küfrettiler. Sonuçta, bu tür paşalar ve beyler, her biri yekdiğerinin makam ve konumuna göz diker, içten içe kıskançlık ederlerdi. Hepsinin de arzusu, Büyük Han’ın yanında en gözde ve güçlü bey olarak sivrilmek, bu sayede de ellerinin altındaki halka daha rahat zulmedebilmek ve daha ağır vergi ve haraç toplayabilmek, kendi işret ve eğlenceleri için daha fazla para bulabilmekti.

      Hasan Paşa ayağa kalktı, Hodkâr’ın önünde eğilip saygısını sundu, onun bastığı yeri öptü ve sonra da geçip yerine oturdu.

      Herkes susmuş, pürdikkat Hodkâr’ın ağzından çıkacak sözlere kilitlenmişti. Hodkâr sonunda konuştu:

      “Aferin sana Hasan Paşa, aklına ve zekâna aferin, doğrusu akıllı bir köpeksin sen.”

      Hasan Paşa bu iltifat karşısında, tıpkı sahiplerinin önünde mutlu mutlu kuyruk sallayıp onu razı etmek için didinen köpekler gibi, gülümsedi ve mutluluk içinde hoşnutluğunu gösterdi. Sonra yine Hodkâr konuşmaya başladı:

      “Bu sefer Çenlibel’in üzerine büyük bir sefer düzenlemek ve orayı yerle bir etmekten başka bir çare görünmüyor. Hasan Paşa, bu saatten sonra seni bu işle görevlendiriyorum. Bu hücumu yönetme için her türlü tedbiri almaya ve istediğin kadar asker sevk etmeye tam yetkili kıldım seni. Bütün askerlerin başkomutanı sen olacaksın. Gerekli her türlü hazırlığı yap ve dağdaki şu serserilerin işini tamamen bitir. Köroğlu’nun ayaklarından tutup da sürükleyerek getirecek olursan, seni sadrazamım yapacağım.”

      Büyük Han bunları söyledikten sonra, mecliste hazır bulunanlara döndü:

      “Herkes iyice duysun dinlesin! Bu saatten sonra Hasan Paşa bütün askerlerin başkomutanıdır ve her türlü işe tam yetkilidir. Kim onun sözlerine itaatsizlik edecek olursa, darağacında sallanmaya hazır olsun!”

screen_20_3_1

      Bu sözler üzerine mecliste hazır bulunanlar ne diyeceklerini bilemediler, yürekleri kıskançlık ve kinden patlayacak gibi oldu.

      Hasan Paşa, Hodkâr’la yapılan toplantıdan ayrıldıktan sonra hiç vakit kaybetmeden işe koyuldu, Tokat’a giderek asker toplamaya başladı. Asker toplama işlerini yürütürken, bir yandan da elinin altındaki komutanlar ve önde gelen askerlerle savaş şurasını topladı ve Çenlibel’e yapılacak askerî harekâtın planlarını yapmaya koyuldular. Bu savaş şurası toplantılarının birinde, seyisliğinin yanında aynı zamanda büyük bir cengâver olarak bilinen Mortuz, Hasan Paşa’ya şunları söyledi:

      “Allah, Paşa’ya selamet versin. Bizler, sizin ve Hodkâr’ın ayağınızın tozuyuz ve biliriz ki sizin fermanınız aynı Tanrı’nın buyruğu gibidir, kimsenin de o fermana