Виктор Мари Гюго

Sefiller II. Cilt


Скачать книгу

Kırk frank dahi olsa yetecektir. Kendim gelemediğim ve kızımı gönderdiğim için beni bağışlayın ancak huzurunuza çıkacak durumum olmadığından sizinle görüşme cesaretinde bulunamadım.

      Marius sonunda dördüncü mektubu da açtı: Saint-Jacquesdu-Haut-Pas Kilisesi’nin yardımsever beyefendisine.

      Aşağıdaki satırları içeriyordu:

      Hayırsever Adam,

      Kızıma eşlik etmeye tenezzül ederseniz, zavallı bir felaketle karşılaşacaksınız ve size ne kadar sefil bir hayat sürdüğümü gösterebileceğim. Bu yazılar açısından cömert ruhunuz bariz bir iyilik duygusuyla hareket edecek çünkü gerçek filozoflar her zaman canlı duygular hissederler. Kader bana çok zalim davrandı, kendim yoksulluğa alıştım ama ailemin aç kaldığını görmek beni mahvediyor. Sizden yardım beklerken bir kez daha en sadık kulunuz olduğumu belirtmeme izin verin.

En derin saygılarımla P. Fabantou, Zavallı Drama Sanatçısı

      Marius dört mektubun hepsini okumuş olmasına rağmen önceki durumundan çok daha bilgili olabileceği bir konuma gelememişti. Mektuplar dört farklı kişiden gelmiş gibi görünüyordu: Don Alvarez, Balizard Ana, piyes yazarı Genflot ve oyuncu Fa-bantou. İşin en tuhaf ve ilginç yanı mektupların hepsinin de aynı kalemden çıkmasıydı. Üstelik bu varsayımı daha da olası kılan durum; dördünde de kullanılan kaba ve sarı kâğıt, tütün kokusu aynıydı ve üslubun değiştirilmeye çalışılmasına rağmen aynı yazım hataları vardı. Bundan dolayı dört mektubu da aynı elin yazdığı kesindi. İsimler farklı olsa da mektupların hepsinin amacı maddi destek istemekti.

      Bu küçük gizemi çözmeye çalışmak nafile bir çaba gibi görünüyordu. Marius, bir şansa bile iyi davranamayacak ve cadde kaldırımının onunla oynamak istediği bir oyuna kendini veremeyecek kadar kederli durumdaydı. Dört mektup arasında kendisiyle sanki körebe oynanıyormuş gibi bir hisse kapılmış, yine sanki kendisiyle dalga geçiliyormuş gibi düşünmeye başlamıştı. Marius bir ara mektupları kızların düşürdüklerini sanmıştı ama şu anda bundan o kadar emin değildi, bu yüzden de bunları o büyük zarfa geri koydu ve bir kenara atıp yatağına yattı. Ertesi gün her zamanki gibi yedide kalkmış, giyinmişti ve kahvaltısını ederek çalışmak için masasına oturmaya hazırlanıyordu ki kapısına usulca vuruldu. Fazla parası ve eşyası olmadığından kapısını asla kilitlemezdi. Anahtarı her zaman kapı kilidinin üstünde dururdu. Kapıcı bunun için Marius’ü azarlar, bir gün soyulacağını söylerdi. Marius küçümseyerek “Benden ne çalacaklar ki?” derdi. Yine de Madam Bougon haklı çıktı, günün birinde eski çizmeleri çalındı. Kapıya bir kez daha vuruldu ancak bu sefer ilkinden daha yumuşaktı.

      “Girin!” diye seslendi Marius. Kapı açıldı. Marius önündeki yazıdan başını kaldırmadan sordu: “Ne istiyordunuz Madam Bougon?”

      Madam Bougon’a ait olmayan bir ses yükseldi: “Özür dilerim, Mösyö.” dedi. Ses kısık ve çatlaktı; içkiden kalınlaşmış, uğultulu bir erkek sesine benziyordu. Ancak Marius başını kaldırdığında karşısında genç bir kızın durduğunu gördü.

      IV

      Yoksulluk İçinde Bir Gül

      Yarı açılmış kapının eşiğinde genç bir kız duruyordu. Bu küçük odayı aydınlatan pencere tam kapının karşısında bulunuyordu. Pencereden gelen ışık, genç kızı solgun bir aydınlığa boğuyordu. Kızcağız çok zayıf, narin ve sıska bir yaratıktı. Donmuş ve insanın içini ürperten çıplaklığını sadece bir eteklik ve bir gömlek örtüyordu. Kemer yerine ise beline bir ip bağlamış, bir başka iple de saçlarını toplamıştı. Ağzı yarı açıktı, dişleri bakımsızlıktan simsiyah olmuştu. Bakışlarında kesinlikle kötücül bir ifade vardı. Hem gelişim aşamasındayken sekteye uğramış bir çocuğa hem de zavallı bir hilkat garibesine benziyordu. Sanki elli yaşında bir insan, on beş yaşındaki bir insanla karışmış gibiydi.

      Marius ayağa kalkmış, sadece rüyalarda görülen hayaletlere benzeyen bu garip şekildeki varlığa şaşkınlıkla bakıyordu. İşin en kötü tarafı bu kızın aslında çirkin olmamasıydı, belki de küçüklüğünde pek şirin bir varlıktı. Genç yaşta olmanın inceliği, yoksulluk ve çektiği acılar yüzünden üzerine çöken yaşlılık, dış görünüşü ile hâlâ tezatlık yaratıyordu. Çünkü kış gününde korkunç bulutların altında kalarak sönen bir güneş gibi, güzelliğinin bir kısmı o on beş yaşındaki yüze sahip kızın ifadesinde kaybolmuştu. Marius sanki bu yüzü bir yerlerden tanıdığını düşünüyordu, sanki onu önceden bir yerlerde görmüştü.

      “Ne istiyorsunuz Matmazel?” diye sordu Marius.

      Sarhoş ve bulanık kalın erkek sesiyle genç kız cevap verdi: “Size bir mektup getirdim, Mösyö Marius.”

      Kız ona ismiyle hitap ediyordu; peki ama kimdi bu kız, onun ismini nereden biliyordu? Marius’ün davet etmesini beklemeden içeri girmişti. Hâlinde hiçbir çekingenlik görülmüyordu ve ayakları çıplaktı. Etekliğindeki geniş deliklerden uzun ve sıska bacakları gözüküyor, soğuktan zayıf bedeni şiddetle titriyordu. Gerçekten de elinde tutmuş olduğu mektubu Marius’e uzattı, delikanlı mektubu açarken üzerindeki ekmek içinden yapılmış mührün hâlâ ıslak olduğunu fark etti, bu yüzden de mektubun çok uzaktan gelmediğini anladı. Hemen okumaya başladı:

      Çok değerli genç komşum,

      Altı ay önce kiramı ödeyerek gösterdiğiniz iyiliği öğrenmiş bulunmaktayım. Size bu konuda minnettarım. Büyük kızım, size iki günden bu yana ağzımıza tek bir lokma dahi sokmadığımızı söyleyecektir. Dördümüz ve hasta olan karım, aç ve sefil hâldeyiz. Sizin ne koca yürekli ve eli açık bir insan olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Bana yine ufak bir yardımda bulunabilirseniz size müteşekkir olacağımı da iletmek istiyorum. Sizin gibi yardımsever kişilere duyulacak en derin saygılarımı sunarım.

Jondrette

      Not: Büyük kızım sizin talimatlarınızı bekleyecektir, Sayın Mösyö Marius.

      Bir gün öncesinden Marius’ün zihnini meşgul eden bütün sırlar bu mektupla birden tamamen aydınlanmıştı. Bu mektup, diğer o dört mektubun geldiği yerden geliyordu. El yazısı, imla hataları, kâğıdın sarılığı ve üzerine sinen tütün kokusu da diğer dört mektupla aynıydı.

      Böylece beş mektup yazılmış; beş farklı isimle, insanlara beş farklı hikâye uydurulmuştu. Ama bunların hepsini yazan tek bir insandı. İspanyol Yüzbaşı Don Alvarez, talihsiz Balizard Ana, drama yazarı Genflot ve yaşlı aktör Fabantou. Hepsi Jondrette denen bu adamdan başkası değildi.

      Marius o viraneden ayrılalı oldukça uzun zaman geçmiş, sefalet içinde yaşayan komşularını bir daha görme fırsatı bulamamıştı. Zaten onun düşünceleri başka yönlere çevrilmişti. Düşünce ne yöne çevrilirse bakışlar da zaten o yöne dönerdi. Jondrette ailesindeki kişilere, merdivenleri çıkarken veya koridorda birkaç kez rastlamıştı ama onlar Marius için birer silüetten başka bir şey olmamışlardı. Onlarla o kadar az ilgileniyordu ki bir gece önce bulvarda Jondrette’in kızlarına çarptığı hâlde onları tanımamıştı. Çarpıştığı kızların onlar olduğu kesindi. Karşısında duran kızın onda uyandırdığı merhamet ve tiksinti hisleri, kendisini daha önce görmüş olduğunu zorla hatırlatacak kadar kuvvetliydi.

      Artık tüm gerçekleri açıkça görebiliyordu, sefalete düşmüş olan komşusu Jondrette’in ekmek parasını iyilikseverlere yazdığı mektuplarla sağladığını anlamıştı. Bunlar gibi insanların adreslerini öğreniyor ve onlara çeşitli isimlerle hikâyeler uydurarak bu mektupları yazıyor, sonrasında da kızlarıyla