>
Samed Behrengi
Ulduz ile Kargalar
Ulduz odasında tek başına oturuyordu. Dışarıyı seyrediyordu pencereden. Üvey annesi hamama gitmiş, kapıyı da kızın üzerine kilitlemişti. Ulduz’a yerinden kımıldamamasını, yoksa fena yapacağını söylemişti. Ulduz bu yüzden yerinde oturuyor, dışarıyı seyrediyor, bir yandan da düşünüyordu. Büyük insanlar gibi düşüncelere dalmıştı. Hiç kıpırdamıyordu yerinden. Üvey annesinden çok korkuyordu. Henüz yeni kaybettiği büyük oyuncak bebeğini düşünüyordu. O kadar üzülüyor ve canı sıkılıyordu ki deme gitsin. Birkaç defa parmaklarını sayıp oyun oynadı. Sonra yavaşça pencerenin kenarına gitti. Canı çok sıkılıyordu. Birden bir karga çarptı gözüne, havuzun kenarına oturmuş su içiyordu. Yalnızlığını unuttu, yüreği ferahladı. Karga başını kaldırdı. Gözleri Ulduz’a takılınca uçmaya davrandı ama ondan bir zarar gelmeyeceğini anlayınca gitmedi.
Karga hafifçe araladı gagasını, Ulduz onun gülümsediğini düşündü. Mutlu oldu.
“Karga Bey, o havuzdaki su kirli, içersen hasta olursun.” dedi.
Karga bir kez daha gülümsedi. Yerinde sıçrayarak yaklaştı:
“Hayır canım, biz kargalar için hiç fark etmez. Bundan daha kötü durumdaki suları da içiyoruz ama hiçbir şey olmuyor yine de. Ha bir de bana Karga Bey diye seslenme. Ben dişi bir kargayım. Dört tane de yavrum var. Bana Anne Karga diyebilirsin.”
Ulduz, bir karganın dişi mi erkek mi olduğunun nasıl anlaşılabileceğini bilmiyordu. O kadar da sevimliydi ki Ulduz onu tutup öpmek istiyordu. Karganın güzel olmadığı, hatta çirkin bile sayılabileceği doğruydu ama sevgi dolu bir kalbi vardı. Biraz daha yaklaşacak olsaydı, Ulduz onu tutup öpecekti.
Anne Karga biraz daha yaklaştı:
“Senin ismin ne?”
Ulduz ismini söyledi.
Anne Karga:
“Evin içinde ne yapıyorsun?”
“Hiçbir şey. Üvey annem beni buraya koyup yerimden hiç kıpırdamamamı söyledi ve hamama gitti.”
“Sen büyük insanlar gibi oturmuş derin derin düşünüyorsun. Neden oyun oynamıyorsun?”
Ulduz’un aklına kocaman bebeği geldi ve içini çekti. Sonra da sesini daha iyi duyurabilmek için pencereyi açtı:
“Artık oynayacak bir oyuncağım yok Anne Karga.
Kocaman bir bebeğim vardı, o da ortadan kayboldu.
Konuşan bir bebekti o.”
Anne Karga, gözyaşlarını kanadının ucuyla sildi, sıçrayarak yanaştı ve pencerenin pervazına oturdu. Ulduz önce biraz tedirgin olup kenara çekildi. Ama sonra o kadar mutlu oldu ki keyfine diyecek yoktu. O da kargaya yaklaştı.
Anne Karga:
“Bir oyun arkadaşın da mı yok?”
“Var. Yaşar var ama onu da çok az görebiliyorum. Çok az… Okula gidiyor.”
“O zaman gel birlikte oynayalım.”
Ulduz, Anne Karga’yı tuttu ve kucakladı. Başını, yüzünü öptü. Tüyleri sertti. Anne Karga, Ulduz’un giysilerini kirletmemek için ayaklarını topladı. Ulduz gagasını öptü. Gagası sabun kokuyordu.
“Anne Karga, sen sabunu çok mu seviyorsun?”
“Sabun için ölürüm!”
“Üvey anne hoşlanmaz, yoksa yemen için bir tane getirirdim sana.”
“Gizlice getir. Üvey annen anlamaz getirdiğini.”
“Ona haber vermezsin değil mi?”
“Ben mi? Ben kimseyi gammazlamam.”
“Ama üvey anne hep der ki ‘Sen ne yaparsan bir karga gelip bana haber veriyor yaptığından.’ ”
Anne Karga içinden güldü:
“Yalan söylüyor canım! Şu siyah başıma yemin ederim ki ben hiç kimseyi ispiyonlamam. Su içmek işin bahanesi, havuzun başına gelip sabunla balığı kapıyorum ve sonra da uzaklaşıyorum.”
“Anne Karga neden hırsızlık yapıyorsun? Günah değil mi?”
“Çocuk olma canım benim, günah nedir? Hırsızlık yapmayayım günah diye, peki o zaman ben ve çocuklarım açlıktan ölürsek ne olacak? Asıl günah bu değil mi canım? Günah nedir? Karnımı doyuramamamdır! Sabunun ayaklar altına atılıp boşa gitmesi ve benim aç kalmamdır günah. Ben o kadar yıl yaşadım ki bu tür şeyleri bilirim hep. Sen de bu tür boş ve anlamsız nasihatlerle hırsızlığın önlenemeyeceğini bil! Herkes kendisi için çalıştığı müddetçe hırsızlık da hep olacaktır.”
Ulduz’un içinden, gidip Anne Karga için bir kalıp sabun alıp getirmek geçiyordu. Üvey annesi evdeki yiyecekleri dolaba koyuyor ve dolabı da kilitliyordu. Ama sabunu saklamıyordu. Anne Karga’yı pencerenin önünde bırakıp içeri gitti, dönerken elinde bir kalıp sabunla döndü.
Çocuklar, Allah daha beterinden saklasın! Ulduz, döndüğünde Anne Karga’nın gitmiş, üvey annesinin ise eve gelmekte olduğunu gördü pencereden. Koltuğunun altında hamam bohçasını tutuyordu. Suratı da pancar gibi kızarmıştı. Ulduz kötü yakalanmıştı. Kadın, pencereden içeriye doğru kafasını uzattığı gibi başladı bağırmaya:
“Ulduz, yine ne halt ettin, evin altını üstüne mi getiriyorsun? Yerinden hiç kıpırdamamanı söylememiş miydin ben sana?”
Ulduz bir şey demedi. Kadın, kapıyı açtı ve eve girdi. Ulduz elindeki sabunu çabucak gömleğinin altına sakladı ve bir köşeye geçip oturdu. Kadın odaya girdi,
“Hâlen ne işler çevirdiğini söylemedin!” diye kızdı.
Ulduz ise aniden:
“Anne dövme beni… Oyuncak bebeğimi arıyordum.” dedi.
Kadın, Ulduz’un oyuncak bebeğinden zaten nefret ediyordu. Ulduz’un kulağını tutup çekerken:
“Sana kaç defa dedim şu oyuncak bebeği kafandan çıkar at diye, anlamadın mı hâlâ?” diyerek kızdı bu sefer.
Üvey anne bunun ardından kendine çay demlemek için mutfağa gitti. Ulduz da tuvalete gitme bahanesiyle bahçeye çıktı. Sağına soluna bakındı, Anne Karga’yı damın kenarında oturmuş, endişeli gözlerle bakarken buldu. Getirdiği sabunu çiçeklerin dibine bıraktı, kargaya da göz kırptı gelip sabununu alsın diye. Anne Karga oldukça yavaş hareketlerle çiçeklerin yanına geldi ve demetlerin arasında kayboldu.
“Anne Karga, yavrularından birini getirsen de bana oyun arkadaşı olsa olur mu?”
“Öğle yemeğinden sonra beni bekle. Kocam da müsaade ederse getiririm.”
Anne Karga bunları söyledikten sonra, sabununu aldı ve uçup gitti.
Ulduz, gözlerini gökyüzüne dikti. Karga iyice uzaklaştıktan sonra, o kadar sevinçliydi ki yerinde oynamaya başladı. Neşesine diyecek yoktu, sanki konuşan bebeğini bulmuş gibi şendi. Aniden üvey annenin sesi duyuldu:
“Kız, ne demeye oynayıp zıplıyorsun? İçeri gel. Güneş geçecek başına. Sonra sana bakıcılık etmeye hiç niyetim yok!”
Öğle yemeği vaktiydi. Ulduz gitti ve odada oturdu. Birkaç dakika sonra babası işten geldi. Suratı asıktı, Ulduz’un hoş geldin demesine de karşılık vermedi. Ellerini yıkadı, sofraya oturup yemeğe başladı. Sanki iş yerinde müdürü yine ters bir şey söylemiş gibiydi.
Az sonra, Ulduz’u kendinden geçiren patates kızartmasının kokusu geldi. Babasının yemek yemesine bakıyor ve yutkunup duruyordu. Elini uzatıp da yiyemiyordu. Çünkü üvey annesi her zaman, çocukların kendi başlarına yemeğe başlamalarına hakkı olmadığını, büyüklerin bir tabağa yemek koyarak uzatmaları halinde yiyebileceklerini söylerdi.
Aylardan eylül idi. Öğle yemeğini yedikten sonra, baba ile üvey annenin uykusu bastırdı, yatmaya gittiler. Ulduz da mecburen uyuyacaktı, yoksa babası azarlar ve çocukların öğle yemeğini