sen de boş ver…
“
Gözyaşlarımdan beslenen o kötü yürekleri, kahkahalarımla aç bırakmam çok yakındır…
“
BOŞ VER!
Şu kelimeyi hafife alma.
Hayat kurtarır.
Sevdalara karşı hep koşulsuz açtık yüreğimizi. Hiçbir aşkı zora sokmadık
“Eskiden kimse kovmuyordu, masaya çıkıp bir balığı yemeye başlayan kediyi.”
Ne zaman gurbetten yana bir türkü duysam yahut ne vakit bulansa bakışım uzaklara gönlümde hep o eski günlerin özlemi kabarır. İnsanların vefadan yana zengin, dertten yana yoksul olduğu günler bir yaradır yüreğimde. Kanamaz ama hep ıslaktır, sızlar ince ince.
Eskiden farklıydık. Hazır zevklerin verdiği mutluluğun yapaylığını bilir, sevmezdik. Fethedilmiş zevklerin peşinden koşanlardan olduk hep. Manavın önünden geçerken gördüğümüz eriğe, önümüze konan elmaya teslim olmadık. Hayatın sunduklarını tabaktan almak hiç bize göre değildi. Hazır şeyler bünyemize dokunuyordu ve bizim gözümüz hep dallardaydı. Tipik sokak çocuklarıydık işte.
Aşklarımız vardı mesela. İmkânsız dedikleri türden. Kız aleviydi ama oğlan sünni; kız zengindi ama oğlan fakir; kız mektepliydi ama oğlan çırak; kız güzeldi ama oğlan geceden de çirkin; kız Karşıyakalıydı ama oğlan Göztepeli… Hep bir ama vardı sevdalarımızın etrafında. Oysa çıksa cümlelerimizden bu lanet olası “ama” kelimesi, müfredattan hatta sözlükten; tüm engeller aşılacaktı, bunu bilirdik.
Koşullar ne olursa olsun, kış ne kadar sert geçerse geçsin vazgeçemedik sevdiklerimizden. Yol kenarındaki kaldırımların arasında yeşeren otlar kadar inatçıydık, kız Karşıyakalı ama oğlan Göztepeli istisnası dışında…
O günler farklı bir dünyaydı bizimkisi. Mesela dostunun derdine kayıtsız kalmak büyük ve kudretli bir kurnazlık sayılmazdı. Sayıldığı ortamlarda ise hiç nefesimiz duyulmazdı. Kaçardık kötü kokan yüreklerin olduğu odalardan, menfaati duygudaşlığından ağır basan kişilerin samimiyetsiz sohbetinden.
Kötü yürekler hep nefes darlığı yapardı bizde…
Sevdalara karşı hep koşulsuz açtık yüreğimizi. Hiçbir aşkı zora sokmadık. Belki de bundandı acının bize sık uğraması. Ama yine de pişman olmadık hiç. Yaşanması gereken ne varsa yaşayanların devriydi bizimki. Sandığımızdan çok daha makul insanlardık, çünkü makul olmayan insanın gerçek huzura kavuşamayacağını iyi bilirdik.
Ah! O eski günler…
Ekmeğin lokma lokma,
şarabın yudum yudum,
tütünün nefes nefes bölüşüldüğü günler…
Özlenen günler…
“
Yolumuzu kaybettirebilirsiniz.
Önümüze bariyerler çıkarabilir, yönümüzün doğruluğunda saptırabilirsiniz.
Ama bizi bu yoldan asla çıkaramazsınız.
Çünkü bizim yönümüz muhabbettir, aşktır…
Kaydırağı otopark mafyasına bağlayanlar
Mahalle maçları, meşe müsabakaları, taso turnuvaları, meyveyi veren ilk ağaca bir gece ansızın operasyonları… Çocukluğumuzda toplu yapılan aktivitelerin kendi içerisinde hiyerarşisi, bir raconu vardı. Sokaklar şimdinin Survivorıydı.
Bir de lider çocuklar vardı. Takımları belirlesin, müsabakalarda hak savunsun, diğer mahallenin çocuklarıyla yapılan muharebelerde önder olsun, ağaca ilk o tırmansın. Tüm bunlar için bir oylama ya da düello yapılmazdı. Kendiliğinden belirlenirdi lider. Genelde derdi şişman, neşesi sıska çocuklar seçilirdi.
Ve genelde hep ben olurdum lider…
Anaokulu yıllarımda da durum aynıydı. En güzel oyuncaklarla en çok ben oynar, bahçe etkinliklerinde kaydırağı, salıncağı en çok ben kullanırdım. Hürmet vardı dertliye, yüzünde yaşının çocukluğu olmayana. Mutluluk mumu sadece bu dört duvar arasında yanana, evine döndüğünde sönene…
Yine ayranı fazla kaçırdığım bir anaokulu gününde, kaydırağı otopark mafyasına bağladım. Diğerleri kayana kadar ben dördüncü tura dönüyorum. Sonunda bizim okulun zengin veletlerinden Hasan dayanamayıp bastı feryadı. İki gözü iki çeşme ağlıyor. Zengin ağlayışını duyar duymaz kayıtsız kalamayan öğretmenler doluştu etrafımıza. Bana bir fırça, bir kalay. Bir tanesi elini kaldırmaya bile yeltendi. “Temas yok hoca, temas yok” deyince kalktığı yere geri indi el. Kısa bir toplantının ardından cezalar açıklandı.
– Osman İlhan, kaydıraktan bir günlük diskalifiye…
Hasan raconu bozdu! Tanrı Hasan’ı korusun…
Hasan’ın köşeden bana kinayeli bakışları eşliğinde mahpushane avlusundaki hükümlünün gerginliğiyle volta atmaya başladım bahçede. Ahalinin gözünde alaycı bakışlar. Bir şey yapmalı. İntikam alma arzusuyla yanıp tutuşuyorum.
Tanrı beni hayal gücümden korusun!
Kaydırağın merdivenlerini ağır adımlarla çıkmaya başlayan Hasan, gövde gösterisi yapıyordu âdeta. Ben de durur muyum? Bir koşu gidip kaydırağın en ucuna sıçtım. Evet, bunu yaptım… İçimdeki tüm siniri maddeleştirerek yeryüzünde sembolleştirdim âdeta. Dikenlerde dolanan kedinin rahatlığıyla, ulu orta, hiçbir kaygı taşımadan sıçtım… Ardından ağlayan Hasan’ın gözlerine bakarak tarihe şu sözleri not düştüm:
“Hadisene Hasan şimdi kay…”
Sonuç:
– Anaokulundan süresiz diskalifiye.
Anaokulundan atılma nedenim çok boktan bir sebepti…
“
Her sabah uyandığımda birkaç tel gülüşümü bırakırım yastığa.
İşte böyle böyle seyrelttik tebessümleri.
Yine de bunca sene maçı bir şekilde idare ettik. Lakin bazen tıkanıyorum.
Nefes alış verişlerim ender gelişen Osasuna atakları gibi ümitsizlik kokuyor.
Bakışlarımda ise Arjantin ligine üst vermiş birinin koy verdim gitmişliği…
Ama bir şekilde maç devam ediyor ve bir şekilde oyunun içinde kalmayı beceriyorum. Yaşıyor olmam bundan sanırım. Skoru bilmiyorum.
Doğrusu yediğim birkaç düzine golden sonra saymaktan vazgeçtim. Bedenim kendi yarı sahasında top çevirirken, aklım bitse de gitsek modunda.
Harbi, bitse de gitsek artık…
Elbet Biri Gelecek
Bazen sevdiklerimiz en gitmez dediğimiz anda bizi terk eder. Sanki hayatlarında hiç var olmamışız gibi öylece çekip giderler. Sen her ne kadar ona sahip olabilmek için günlerini, aylarını hibe etmiş olsan da, gidişleri hiçbir zaman gelişleri kadar zor olmaz. Okyanustaki su damlası kadar önemsemeyip senden vazgeçerler. Oysa okyanus hiç sudan vazgeçebilir mi? Vazgeçmez…
Ama okyanusumuzda su saydıklarımızın gönül deryalarında katre bile olamadığımız için bizden hep vazgeçtiler ve gittiler.
Üstelik giderken de gönül kapımızı arkadan kilitleyip anahtarı paspasın altına koyarak