alışırım zamanla.
Odama yerleşince ilk iş anneannemi arıyorum. “Ağlamak değil, gülmek lazım anneanneciğim. Görsen ne güzel bir yer burası. Üzülme, iyiyim ben. Dikkat et kendine.”
Elim bir türlü numarasını tuşlamıyor. Oysa aramamı bekliyordu muhakkak. Belki de hissettiğim gibi umurunda bile değildi. En sonunda arıyorum, hatta üst üste birçok defa. Ya kapalı ya da çekmiyor. Çünkü meşgul de çalmıyor.
“Vardım. İyiyim. Merak etme. Özledim.”
Kısa kısa içimi yansıtmayan soğuk bir mesaj olduğunun farkındayım. Ama onun beni eskisi gibi önemsemediğinin de farkındayım. Bitiyoruz, bitti diyemiyoruz ikimizde. Nasıl bitti derim, nasıl kabul ederim biz olamayacağımızı bilemiyorum. Tekrar mesaj yazıyorum.
“Bir şeylerin değiştiğinin farkındayım. Sen bana Balım dediğin günden beri ben hiç Çiçek olmadım. Aşkın adını verdiğin Bal, büyümeden çok önce aşkı keşfetti. Hâlâ o aşkın içinde karşılıksız debeleniyor gibiyim ama bu demek değil ki sen de beni sevmek mecburiyetindesin. Belki de bunları daha önce konuşmalıydık. Sadece şunu bilmeni istiyorum Ben seni hep sevdim.”
Bitti mi? Zamana mı bıraktık?
Alışmaya çalışmak belki de damak tadıma hiç uymayan yemeklere alışmaktı bu akşam. Kendi şehrimden uzakta ilk defa tek başıma kalmış olmamım tecrübesizliğiydi belki de. Anneannemin o nezih mutfağının az yağlı, sevgi ile bezenmiş yemeklerinin yerini doldurabilecek yemekler değildi elbette. Ama olsun, karnım doymuştu işte iyi kötü. Oda arkadaşımla birbirimizi tanımaya çalışırken farklı bölümlerde okuyan, farklı idealleri olan ama fazlasıyla romantik iki kız olduğumuzu fark ettik. Elbette ki içimi tamamen açmadım. Ama az çok konuştum da… Zaten her şeyimi paylaşabildiğim bir avuç arkadaşım var. Pek arkadaş canlısı olduğum söylenemez. Çok uzun zamandan beri hem arkadaşım hem sevdiğim olan Poyraz doldurmuş hayatımı. Şimdi fark ediyorum da ne kadar Poyraz’la doluyum. Onu kimselere anlatamayacak kadar da kıskanıyorum bir taraftan.
Telefonum hiç çalmadı, mesaj bile gelmedi. Hani arayacaktık birbirimizi? Bir şey oldu desem kötü haber tez duyulur. Tahminimce Poyraz mesajıma kör, sağır ve dilsiz olmayı tercih etti. Payıma düşen yatağım da oldukça rahatsız ya da ben kendimi mutsuz etmek için uğraşıp duruyorum. Telefonun ekranına en son baktığımda saat ikiydi. Uyumuştum, sanırım kâbus görüyordum. Ensemdeki terle uyandığımda telefonun ışığının yanıp söndüğünü fark ettim. Saat kaçtı gerçekten? Telefonu elime aldığımda saatin dört olduğunu, Poyraz’dan da bir mesaj geldiğini gördüm. Beklemeden açtım.
“İyi geceler Balım. Arkadaşlarla buluşmuştuk, dışarıdaydım. Geldiğimde vakit çok geçti. Yazmak istediklerimi yarına bırakmak istemedim. Büyük ihtimal bu mesajı sabah göreceksin. Benim de sana söylemek istediğim birçok şey var. Hayata karşı beklentilerimde, yapmak istediklerimde zaman içerisinde çok değişiklik oldu. Biz birbirimizin oyun arkadaşı olduk hep ya da sen benim gözümde oyun arkadaşım olarak kaldın. Sevdim evet! Lakin sanırım senin gibi değil. Bunu hayatın içinde yeni insanlar ile tanıştığımda anladım. Ama seni kaybetmekten de çok korktum. Hayatımda ailem kadar değer verdiğim en önemli insansın. Seni kırmak istemiyorum. Biliyorum biz diye bir şey kalmasa bile hayatına çok güzel bir şekilde devam edebilirsin. Kafam çok karışık senden uzakta. Belki de karar vermeliyim ya da bitirmeliyim. Ama kıymetli oyun arkadaşım olarak kalmanı da çok istiyorum. Beni sevdiğini hep hissettim. Benim Balım olamasan da çiçeğim olursun. Biraz zamana ihtiyacım var, özür dilerim Balım.”
Yüz yüze gelip söylemeye korktuklarım bir anda Pandora’nın kutusundan çıkıp karabasan gibi üzerime çöktü sanki.
Zaman mı istedin?
İşte sana bolca zaman…
Poyraz’a gizli saklı
Denize kıyısı olmayan şehirlerde yaşamak sensizlik kadar zor geliyor bana. Her gün camı açıp burnuma dolan yosun kokusunu arar oldum buralarda. Yeşilin maviye karışımına hasret kaldım. Okul da canımı sıkıyor bugünlerde, alışık değilim bambaşka insanlara. Sıkıntılarımı, çevremdeki sahte yüzleri anlatma fırsatı bulacağım bir deniz kıyısı bile yok.
Sen de yoksun…
Birkaç gündür, beraber her zaman oturmayı sevdiğimiz sahil kenarındaki o kafe geliyor aklıma. Ben buralara gelmeden önce yenileme bahanesiyle yıkmışlardı. Üzmüştü içten içe bu beni. Ne kadar sürerdi bu yenileme? Ya da hiç eskisi haline dönmezse orası… Belki de eskisi gibi olurdu ama aynı şeyleri hissettirir miydi bilemiyorum. Bitmiş bir aşk yeniden nasıl toparlanamıyorsa, oradaki anılarımızın da toparlanması çok zordu artık. Buna takıldım işte bu aralar.
Çok geçmişte bir gün müydü acaba? Karşımda otururken çok güzel gülümsediğimi söylemiştin, elin ayağın titriyordu, hissediyordum. Hatta hâlâ hissediyorum. “Sevmek, galiba denizi seyretmek” dedin. Yan masamızda oturan küçük bir kız çocuğu ile göz göze gelmiştim sürekli. Yanıma gelip “abla çok güzelsin” demişti. Eminim kıpkırmızı olmuştum karşında.
Çok masumane hislerdi bunlar, aşkın ilk kıpırtılarıydı. Şimdi seni sevdiğimi söyleyeceğim bir deniz kenarım bile yok. Biliyorum sen benim kadar, hatta hiç düşünmüyorsun bile bu durumu.
Boş ver o zaman. Hatta bilme, aklımdan tek bir an bile çıkmadığını.
Sensiz kalmış gülüşlerimin arkasında sakladığı hüznümden, şiirler yazacağım sana.
Bilmeyeceksin.
Ve sen bir daha asla seni nasıl sevdiğimi, denize baksan dahi göremeyeceksin…
Elli metre
Senden giderken bambaşka bir şehrin ışıkları altında buldum kendimi. Zormuş sensiz yeni bir hayata adım atmak. Çölün ortasında aç susuz bırakılmışım gibi, hırpalanmış bir çocuk gibi… Bizim sokaklarımızdan farklı buralar; kocaman bir şehrin her caddesinde ayrı bir isim var. Elli metrelik yol.
Kaç elli metre yürürsem sana ulaşırım dersin Poyraz?
Kayboldum buralarda, seni de arayamıyorum artık. Küçük şehrimizin caddeleri gibi değil diyorum ya işte. Neden yalnız dolaşıyorum bu şehirde onu bile bilmiyorum. Yeni birilerini tanımak, sanki onları da acılarıma ortak etmek olurmuş gibi geliyor. Olsunlar istiyorum bazen. Bağırabildiğim kadar bağırayım ki; ne kadar acı çekiyorum, canım yanıyor, ağlamak istiyorum, hatta bazen yok olmak istediğimi bilsinler, bilmeliler diyorum. Vazgeçiyorum.
Bazen yanıma geliyorsun, hissediyorum. Dokunuyor rüzgârın, adın gibi dokunuyor. Tüm çiçekler hareketleniyor. Sonra bakıyorum, yoksun. Hiç kimse yok. Bazen geri dönmek istiyorum, çocuk olduğumuz ve hep çocuk kaldığımız o günlere.