kaç hatıramız silindi zihninden. Hem zaten düşük bütçeli bir aşktı bizimkisi. Bu filmin hafızalara kazınmasını beklemek gülünç olur. Hafızalarda illa ki kalacak bir şey varsa o da kişiler yerine acının kendisi olur. Tıpkı Mine Söğüt’ün de bu konuda yanılıyor olamayacağı gibi;
“Kötüyü gördük, unutamıyoruz.”
Demem o ki unutacaksın sevdiğim, tıpkı unutulduğun gibi.
Ama unutmak da can yakar bazen…
“
Öğütlerinize, hatalarımdan dolayı beni uyarmanıza, vah vahlarınıza, tüh tühlerinize hatta ve hatta o samimiyetsiz temennilerinize ihtiyacım yok. Affedersiniz ama kendimden oldukça memnunum!
Seninle zordu
Biz asıl ne zaman kaybediyoruz biliyor musun?
Olmayacağını anladığımız anda pes etmek yerine, alışkanlıklarımızdan aldığımız emirlerle ilişkiyi bitirmemek için savaştığımızda kaybediyoruz. Tıpkı içkinin tadını yumuşatmak için ağzımıza tutuşturduğumuz sigara gibi. Hep bir şeyleri bastırma hali…
Ayrılık rüzgârının sesi yüksek değildir. Fısıltı gibi gelir âşık kulaklara. Seninle birlikte bu fısıltıyı güzel bir melodi gibi işitirdik hep. Ama fırtına yaklaşıyordu ve savrulmamız an meselesiydi, bunu göremedik. Belki de görmek işimize gelmedi. Uyandığında evrendeki tüm gökkuşaklarının ahını alan gülümsemen, sabah kahvaltıda demlediğin ve en gamsız adamın bile kayıtsız kalamayacağı çayın kokusu, kızdığındaki beni üzmemek için kelimelerini seçişindeki kaygın… Bunlar maçı uzatmak için yeterli oldu hep. Ama uzattığımızı sandığımız her dakika, aslında güzel olan anılarımızdan kalemize gol yedik.
Seninle zordu, biliyorum. Ama bazen düşünüyorum da, şimdi seninle yine zor olanın peşinden gitmek vardı…
Sana bir ben gerek
Eğer anlatmak istediğin onca şey varken sen susmayı tercih ediyorsan…
Eğer yokluk içerisindeki duygularını yok olmaktan kurtarmak istiyorsan…
Eğer karamsar halin bir doğum lekesi gibi yüzüne yerleştiyse aynalarda…
Eğer çıktığın her yolculuk manevi döküntüler diyarında son buluyorsa…
Eğer sabahı olmayan yüreklerden gelen geceye emanet ediyorsan tenini…
Eğer hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler varsa…
Sana bir ben gerek…
“
Birileri çıkıp “Gitmek korkaklıktır” diyebilir. Sen onlara aldırma. İnsan gitmeyi de bilmeli bazen. Çünkü herkes kendi yolunda güzel…
Ahlaksız bir galibiyettense Kaybetmeyi tercih etmelisin
Seni olduğun gibi kabul etmiyor mu? Senin yolunu kendi yoluna benimsetmeye mi çalışıyor? Sana tavsiyem ondan hemen uzaklaş.
Herkes gibi sen de sadece kendi yolunda güzelsin. Sadece yürü ve kimsenin sana yolunu göstermesine izin verme. Bunu deneyen olursa sadece tebessümlerinle cevap ver onlara. Çünkü sen güçlüsün. Yürümek için hiç kimseye ihtiyacın yok. Yolunda ilerlemen için tek ihtiyacın olan şey ise ayakların.
Evet, belki onun sunduğu hayatın sonunda seninkinin aksine mutluluk olabilir. Vaatleri aklını başından alacak kadar güzel, karşı konulamayacak kadar şehvetli görünebilir. Ama “Sen” sadece “Sen” olmayı başardığında aldığın nefesin, yaşadığın aşkların, mutluluklarının, dertlerinin, gözyaşlarının, yaralarının bir anlamı olur.
Birini tek çare olarak görmek seni zayıf düşürür, çaresiz kılar. Kimseye ihtiyacın yok. Sırf birisine ihtiyaç duyduğun için onunla birlikte olmak ahlaksızlık değil de nedir? Bu sevdanın sonu mutlu bitse ne yazar? Sen ahlaksız bir galibiyettense kaybetmeyi tercih ettiğinde güzelsin. Başkasının sonu mutlu biten masalında olmaktansa, gerekirse kendi masalının mutsuzu olup göğsünü gere gere yalnızlığı yaşadığında güzelsin.
Çünkü “Sen” sadece “Sen” olmayı başarabildiğinde güzelsin…
Sevdalarımıza nazar değdi
Çocukluğumun yazlarının en güzel zamanlarındandı Kuşadası geceleri. Her şey hala sanki şu an yaşanıyormuş gibi gözlerimin önünde berrak bir şekilde duruyor. Ve şu anki halim ile o yıllarımı kıyasladıkça “ne de çok değiştik” diyorum.
Güzel günlerdi. Biz de en az o günler kadar güzel ve temizdik. Yenen yemeklerin ardından sitenin kamelyasında buluşmak, biz çocuklar için her gece gerçekleşen bir ritüel haline gelmişti. Ali, Mehmet, Ayşe, Fatma… İsimlerin hiç önemi yoktu. Orada bulunabilmek için sadece çocuk olunması yeterliydi.
Mesela zaman, basit bir detaydı bizim için. Hatta basit kadar edebilecek bir detay bile değildi. Saat, dakika saniye kavramı kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeğinden ibaretti. Yine de ne zaman sözleşsek, kolumuzda saatimiz olmamasına rağmen hep aynı vakit toplanırdık. Genelde akşam yemeğini iki dondurma geçe olurdu bu buluşmalar.
Çocukken gökyüzüydü bizim akrep ile yelkovanımız. Mavinin çocuklarıydık biz…
Çoğu ilklerim o kamelyada gerçekleşti. İlk sırrıma orada sahip oldum, ilk kavgamı orada yaşadım, ilk kan kardeşlik yeminimi o kamelyada ettim. Şişeler çevrildi gecelerce ve gönlüme sevda, yanağıma ilk buse orada kondu. Kaygısızdı sevmelerimiz. Sevdiğimizin bir gülüşü, gecelerce rüyalarımızı süslemeye yeterdi. Akşam olup onu görme arzusu tüm günümüzü sarardı. Duygularımız saf ve masumdu…
Sahi, ne oldu bize? Zaman neden bu kadar değiştirdi bizi? Bu kadar hırs, arzu yığını, kaygılar neden? Sorarım size neden? Çocukluğumuzdan eser kalmamış. Beden ile birlikte giysilerimizin büyümesi yetmemiş, ruhumuzda büyümüş. Gülüşlerimizde hep bir zayıf görünme korkusu var. Ne ara böyle olduk biz? Sevmeyi bile beceremiyoruz. Öpüşmelerimiz aşktan, tutkudan, sevdadan değil, dudak tiryakiliğinden olmuş. Yetmedi mi gönülleri yıkıp, sarsıp, yağmalamamız? Yetmedi mi büyüdüğümüz!
Büyüdük ve sevdalarımıza nazar değdi…
“
Seni sevmenin hata olduğunu kabul ediyorum. Ama sevmemek, kendime yapabileceğim en büyük hata olurdu.
Seni annem gibi sevdim
Gittiğinden beri herkes bir şeyler söylüyor. Bu ilişkinin günahkârının ben olduğumu, sana hak ettiğin değeri vermediğimi her fırsatta dile getiriyorlar. Sevgim yetersizmiş. Gülüşlerindeki geceye son veren ışığı göremeyecek kadar gözlerim karanlığa bulanmış. Sana acıdan başka verebileceğim hiçbir şey yokmuş. Daha fazla acı çekmeyi, gözyaşı dökmeyi hak ediyormuşum.
İnsanlar seninle ilgili hep bir konuşma derdinde. Konuşmaktan başka bir meziyetleri yok sanki. Sen de nerede görsen tanırsın bu insanları. Ne de çok severler, ne de çok mutlu olmamızı isterler değil mi?
Olsun! İstediklerini söylesinler. Ben susmaya devam edeceğim. Gerçi istesem de konuşmak çok zor geliyor artık. Çünkü yokluğundaki sessizliklerin mesafesi kolay kolay kapanmaz içimde.
Acaba diyorum, acaba haklılık payı olabilir mi bu insanların? Seni sevmeyi gerçekten de becerememiş ya da daha kötüsü olan, seni hiç sevmemiş olabilir miyim? Bunu aklımdan geçirmek bile ruhumda bir titremeye neden oluyor. Düşüncelerimden tiksiniyorum. Ama illa ki bunun cevabını merak ediyorsan anlatayım:
Seni