yerini ‘diyet’, ‘eğlencenin’ yerini ‘şamata’, ‘neşenin’ yerini zemberekli ‘kahkaha’, ‘hüznün’ yerini ‘can sıkıntısı’, ‘kılıfın’ yerini ‘ambalaj’, ‘muhafazanın’ yerini ‘kullan at’, ‘ebedînin’ yerini ‘garanti’ , ‘şeffaflığın’ yerini ‘transparanlık’, ‘kulun’ yerini ‘ben’, ‘imanın’ yerini ‘bağımlılık’, ‘Tanrı’nın yerini ‘Star’ aldı.
Hayatı ‘on’ üzerinden değil, ‘sıfırdan’ kurmak gerek.
İster bayağılık ister şiirsellik içersin, hayatın her ânını, olan bitenin arka planında hiçbir zaman bilemeyeceğiniz kutsal ve mutlak bir Varlık’ın açılımları olarak duyuran bir hissediş size eşlik etmiyorsa, olaylarla birlikte siz de gerekli gereksiz fazlasıyla dalgalanıp duracaksınızdır.
Her şey yolunda gidiyor da olsa, hayatınız hep yolunda gidecekmiş, başınıza hiçbir şey gelmeyecekmiş duygusunun size yerleşmesine karşı uyanık kalın.
Çünkü gaflet bu duyguda koyulaşır ve gaflette felaketi davet eden bir şeyler vardır.
Böyle zamanlarınızı fark ediş Allah’ın sürprize meyilli gazabını sanki üzerinize çekme olasılığını azaltıyor gibidir.
‘Kibir boğası’, gündelik hayatın arenasında ‘sıradanlık kılıcıyla’ öldürülür.
Nefsani isteklerin esiri olmamak için, dünyevî olana karşı geliştirdiğiniz bir tiksinti, sizinle dünya hayatı arasına bir mesafe koyar elbette, ama Allah’la aranıza da bir mesafe koyar çünkü dünyadan tiksinilerek Allah sevilemez.
Şu dünya hayatının sahteliğine dayanmanın güçlüğü kimini ‘iman’ sahibi, kimini de ‘gerdan’ sahibi yapar.
Allah bir insanı şımartarak da hayatını cezalandırır.
yol
Mutlaka ama mutlaka çağrılıyorsun, kulak kabartmayı bil.
Yol dışarıdadır, menzil içerde.
Tanınmak değil, tanımak yol aldırır.
Yokluk ve yoksunluk yolu olan hakikat yolunu hakikat erine gönülden benimseten şey, nefsani arzuları yüzünden içine düştükleri zavallılıklar ya da zalimliklerle ruhlarını perişan eden insanların hallerine sürekli tanıklıktır.
Hakikat yolculuğunun zor aşılan yanlarından biri de, başka bir yoldan gitmek için insanın kendine bir fırsat verme konusundaki çekingenliğidir.
Yol, kendinize has Allah’ınıza tapınacak güveni ruhun kazanabilmesinden geçer.
Yol, ‘adım sayma’ işi olmaktan çıktığında yürünür, Allah ‘düşünme işi’ olmaktan çıktığında ‘bilinir’.
Aynı değildir, beşeri varoluş ile kalbî varoluş. Hak yolcusu akar durur ilkinden ikincisine. Gönül atı, samimiyet hızı, hakikat yoludur.
Hakikat yolcusunun nakaratı şudur: Yolumuz hayatımız, yürümek zevkimiz, böyle böyle ölebiliriz.
Yolu anlamaya çalış, Allah’ı değil.
Allah, bir mesafeyi kat etme sorunu değil, bir ‘mesafesizliği’ idrak etme sorunudur.
Seni doğru menzile yürümen değil, yol götürür.
Yolunu doğru seç.
Yolu uzatan hata şu: Allah’ın ancak dünyevî işlerin dışında bir yerlerde bulunabileceğini sanmak ve ona göre aramak. Oysa Allah’ı dünyevî işler de dahil her şeyin içinde ‘bulabilen’ bir iman olmadan Allah bulunamaz.
Allah her yerdedir, ama siz her yerde bulamazsınız.
Kısacası, Allah hayatınızın herhangi bir yerinde yoksa, sizin için hep kayıp kalacaktır.
Hakikat yolcusu Allah’tan bahsetmezse huzursuz olur. Ama bir menzil vardır ki, orayı geçince Allah’tan bahsettiğinde huzursuz olur.
Gitmelisin, içinden gayrı gidilecek bir yerin olmadığını anlamak için.
Aramalısın, kendinden gayrı aranacak bir şeyin olmadığını anlamak için.
Ölmelisin, tenden gayrı ölünecek bir cismin olmadığını anlamak için.
Bazen, aşılmak zorunda olunan şeyler çok doğru şeyler olabilir. Hakikat yolcusuna yol aldıran, yanlışlar kadar kimi doğrulardan da arınmaktır. Bu anlamda doğrudan gitmek, yanlışa gitmek değildir. Bir doğruya gitmek için pekâlâ başka bir doğrudan gitmek gerekebilir.
Şöyle söyleyelim, bu yolun yolcusunun terk edeceği doğruları olmadan varacağı doğruları da olamaz.
Menzili bilmeden geçip gitmek de menzile varamamaktır.
Kat ettiğin yolu kat ederken değil, kat ettikten sonra anlarsın. Anlayamadığın yol henüz kat etmediğin yoldur.
Allah’a giden yol yıldızlar kadar çoktur ve sen güneşe ulaşıncaya kadar, karanlıkta ayrı ayrı parlarlar.
Hakikatimize öylesine yakınızdır, ulaşmak öylesine kolaydır ki, inanmak zorlaşır. Tam da bu nedenle, uzak ve zor yolculuklardan dönerek hakikatimize varırız.
Dönüp gelerek varılır, çekip giderek değil.
Dönüp gelmek gitmeye dâhildir.
Öyle bıkmadan usanmadan yürüyeceksin ki, bir gün gelecek hakikat yolunu, oturduğunda da yürüyeceksin.
Hakikat yolcusu, daha en baştan şuna sarsılmaz biçimde inanacaktır: Allah senin içinde, gelmeni beklemektedir.
Hakikat yolunda ne yapmak gerektiğini bilip öyle yapmanız sizi bir yere kadar götürür ama daha öteye, Allah’ın sizinle ne yapmak istediğini sezip hissetmeniz götürür.
Hızır’ın Hz. Musa’ya yolculuk için tek koşulu, ‘soru sorma’ idi. Soru, bilmek istemektir. Yolculuk ise ‘Bilinmeyeni’ istemektir.
Hakikate yolculuk bilmek arzusundan azade olunmadıkça yapılamaz.
Bu yolculukta Allah’ın sana bildirmesi başka, senin bilmek istemen başkadır.
Her şeyin ‘sende’ olup bittiğini görürken, hiçbir şeyin ‘senle’ olup bitmediğini görmektir Hakk’el yakin’e varmak.
Talip önemli bir dönemeci geçeceği vakit yapması gereken şey birdenbire çok netleşir ve kolaylaşır. Amma velakin, zor ve karmaşık olanla boğuşularak bu noktaya gelindiği için, bir türlü basit ve kolay olanın yapılmasına yanaşılmaz.
Talip, kolayca yapılabilecek basit şeyleri, içinde barındırdığı ‘yüce sırrın’ izzetiyle bağdaştırmak konusunda bocaladığı gibi, böyle büyük manevî bir dönüşümün basit, net