Stowe Harriet Beecher

Tom Amca'nın Kulübesi


Скачать книгу

bağladı, o ânın dehşet dolu dakikalarında bile ancak sevgi dolu bir annenin yapacağı gibi çocuğunun en sevdiği oyuncaklardan birkaçını da yanına almayı unutmayıp uyandığında oynaması için rengârenk boyanmış bir papağanı dışarıda bırakmıştı. Küçük uykucuyu uyandırmak biraz sorun olduysa da azıcık uğraştan sonra yatağın içinde oturmuş, kuşuyla oynamaya başlamıştı. Annesi de bu arada bonesini takıp şalını örtmüştü. Annesi çocuğun küçük paltosu ve kepiyle yatağa yaklaşırken, çocuk, “Nereye gidiyorsun anne?” dedi.

      Annesi iyice yakınına gelip gözlerinin içine öylesine candan baktı ki, çocuk olağandışı bir şeyler döndüğünü hemen anladı.

      “Şşşt Harry,” dedi annesi, “yüksek sesle konuşma sakın, bizi duymasınlar. Kötü bir adam küçük Harry’yi annesinden alıp uzaklara, karanlığın içine götürecek ama annesi buna izin vermeyecek, oğulcuğunun şapkasıyla paltosunu giydirecek, çirkin adam yakalayamasın diye onu da alıp kaçacak.”

      Bunları söylerken çocuğu giydirip düğmelerini iliklemiş, kucağına almıştı, hiç sesini çıkarmamasını fısıldadıktan sonra odasının dış verandaya açılan kapısını açtı ve usulca dışarı süzüldü.

      Işıl ışıl, dondurucu bir geceydi, yıldızların ışığıyla aydınlıktı. Anne, şalını çocuğuna sardı, çocuk da tam olarak anlayamadığı o belirsiz korkuyla annesinin boynuna sarıldı.

      Verandanın öbür ucunda uyuyan kocaman bir Newfoundland olan yaşlı Bruno, kadın yaklaşırken hafif bir homurtuyla ayağa kalktı. Eliza hafifçe adını söyledi, onun eski oyun arkadaşı olan hayvan, her ne kadar basit köpek kafasıyla hiç de akla uygun olmayan bu gece yarısı yürüyüşünün anlamını çıkaramadıysa da kuyruğunu sallayarak onu izlemeye hazırlandı.

      Kendi ölçülerine göre başkaldırı ya da uygun olmayan bir şeylere ilişkin bulanık dürtüler hayvanı epey engelliyor olmalı ki, Eliza kayar gibi ilerlerken ikide bir duruyor dalgın dalgın önce ona, sonra eve bakıyor ve güven tazelermişçesine peşi sıra yeniden yola koyuluyordu. Geçen birkaç dakika onları Tom Amca’nın kulübesinin penceresine getirdi. Eliza durdu, pervaza hafifçe vurdu.

      Tom Amcalardaki dua toplantısı, ilahiler de söylenince geç saatlere sarkmış, Tom Amca da birkaç uzun soloya kendini kaptırmıştı, saat on ikiyle bir arası olmasına karşın o ve değerli toplantı arkadaşları hâlâ ayaktaydı.

      Chloe Teyze, “Aman Tanrı’m, o da ne?” diyerek fırlayıp perdeyi açtı. “Bu Lizzie değilse ne olayım! Adam, çabuk giyin, Bruno da gelmiş, dolanıp duruyor, Tanrı aşkına neler oluyor! Kapıyı açmaya gidiyorum.”

      Söylediğini yapıp kapıyı ardına kadar açtı, Tom’un alelacele yaktığı donyağı mumunun ışığı kaçağın bezgin yüzüyle çılgınca parlayan gözlerine düştü.

      “Tanrı seni korusun, sana bakmaya bile korkuyorum Lizzie, hastalandın mı, ne oldu?”

      “Kaçıyorum, Tom Amca ve Chloe Teyze, çocuğumu kaçırıyorum, efendi onu sattı.”

      İkisi birden yılgınlık ve umutsuzluk gösteren bir hareketle ellerini havaya kaldırdılar.

      “Sattı mı?” diye yankıladılar.

      “Evet, sattı,” dedi Eliza kısaca. “Bu gece hanımın odasına bitişik dolaba saklandım, efendinin Harry’yle seni Tom Amca, bir köle tüccarına sattığını duydum, efendi bu sabah atıyla evden uzaklaşacak, adam da gelip sizi alacakmış.”

      Tom bu konuşma süresince elleri havada, gözleri yuvalarından uğramış, düş görüyormuşçasına kalakalmıştı. Sonra giderek ağır ağır söylenenin anlamını kavramışçasına gevşedi, eski koltuğuna çöküp başını eğdi.

      “Ulu Tanrı’m, bize acısın,” dedi Chloe Teyze. “Ah, hiç gerçekmiş gibi gelmiyor insana! Efendinin satması için ne yaptı seninki?”

      “Hiçbir şey. Neden o değil. Efendi satmak istemedi, hanımsa hep iyidir. Bizim için yalvarıp yakardı ama efendi ona bunun bir yararı olmayacağını, adama borçlu ve onun elinde olduğunu, borcunu ödemezse tüm evle birlikte herkesi satıp savıp taşınması gerekeceğini söyledi. İkisini satmak ya da her şeyi satmak dışında bir seçimim yok, dediğini duydum, adam çok bastırıyormuş. Efendi üzgün olduğunu söyledi ama bir de hanımımın konuşmasını duyacaktınız! O bir Hıristiyan ve melek değilse, kimse değildir. Onu öyle bıraktığım için kötüyüm ama zorunluydum. Hanımım, bir ruhun dünyadan değerli olduğunu söyledi, bu çocuğun da ruhu var, yazgısına terk etsem, kim bilir hali ne olur? Bu yaptığım doğru olmalı ama doğru değilse, Tanrı beni bağışlasın, başka türlü davranmak elimde değil!”

      “Eh, koca adam!” dedi Chloe Teyze. “Neden sen de gitmiyorsun? Zencilerin ağır iş ve açlıktan öldükleri nehrin aşağısındaki o yere götürülmeyi mi bekleyeceksin? Oraya gitmektense ölmek yeğdir. Hâlâ zamanın var, Lizzy’yle git. İstediğin zaman gelir, istediğin zaman gidersin. Hadi acele et, ben de eşyalarını toparlayayım.”

      Tom yavaşça başını kaldırıp sessizce ama üzgün çevresine bakındı.

      “Hayır hayır, ben gitmiyorum. Eliza gitsin, bu onun hakkı! Hayır diyen ben olamam, Lizzy’den kalması beklenemez ama ne söyledi, duydum. Ya ben satılacaksam ya da buradaki herkes satılıp her şey mahvolacaksa, elbette ki ben satılayım. Ben de herkes kadar buna katlanabilirim.”

      Hıçkırık ya da iç geçirme gibi bir şeyle geniş, kaba göğsü kasıldı.

      “Efendi beni hep yerimde bulmuştur, yine bulacak. Şimdiye kadar hiç kimsenin güvenini boşa çıkarmadım, söylediklerime ters düşmedim, düşmeyeceğim de. Buranın perişan olup her şeyin satılmasındansa, benim tek başıma gitmem daha iyi olur. Suçlu olan efendi değil, Chloe, o sana da öbür yoksullara da bakar.”

      Küçük yünsü kafalarla dolu derme çatma tekerlekli yatağa döndü ve sessiz sedasız çöktü. Koltuğun arkasına yaslanıp yüzünü iri elleriyle örttü. Ağır, boğuk, yüksek sesli hıçkırıklar iskemleyi sarsmaya, iri gözyaşı damlaları parmaklarının arasından yere damlamaya başladı. Siz, beyefendi! Bunlar ilk doğan oğlunuzu koyduğunuz tabuta akıttığınız gözyaşları. Siz hanım! Bunlar, ölen bebeğinizin çığlıklarını duyduğunuzda akıttığınız gözyaşları. O bir insandı beyefendi, siz de başka bir insansınız. Siz hanım, ipeklerle mücevherlerle donanmış da olsanız bir kadından başka bir şey değilsiniz ve yaşamın büyük belaları ve acılar arasında tek bir üzüntü duyarsınız!

      Kapıda duran Eliza, “Şimdi de,” dedi, “kocamı yalnızca bu öğleden sonra gördüm, ne olacağını bilmiyorum. Onun sabrını taşırdılar, o da bugün bana kaçacağını söyledi. N’olur, olabilirse ona bu haberi iletmeye çalışın. Nasıl, neden gittiğimi, Kanada’yı bulmaya çalışacağımı söyleyin. Onu sevdiğimi söyleyin, deyin ki, onu bir daha hiç göremezsem,” bir an için onlara sırtını dönüp durdu sonra boğuk bir sesle ekledi, “ona elinden geldiğince iyi olmasını ve cennette beni bulmasını söyleyin. Bruno’yu da çağırın, kapıyı kapatın ki zavallı hayvancağız benimle gelmesin!”

      Son birkaç sözcük, gözyaşı, sade bir veda ve helalleşme derken şaşkın, korkmuş çocuğuna sımsıkı sarılarak kayar gibi sessizce uzaklaştı.

      6

      Keşif

      Mr. ve Mrs. Shelby bir gece önce uzayan tartışmalarının ardından hemen uyuyamadılar ve ertesi sabah her zamankinden daha geç saate kadar uyudular.

      Mrs. Shelby çanı birkaç kez çalıp da yanıt alamayınca, “Eliza nerelerde bilmem,”