rd J. O’Brien
Ateşten Düşünceler
Önsöz
Bu kitabı yazmaktaki amacım okuyuculara belki de ilk defa Nietzsche’nin hayatının gerçek yüzünü gösterebilmektir. Bu zamana dek Nietzsche’nin kariyerinde gerçekleşen kayda değer olayların birçoğu ya tam olarak anlaşılamamış ya da örtbas edilmiştir. Örneğin, Cosima Wagner’le olan ilişkisinin önemi, birkaç Fransız ve Alman yazar tarafından kısmen işlense de bu satırları okuyacak olan siz dikkatli okurlar, Andler’in1 bile bazı önemli noktaları kaçırdığını fark edeceksiniz.
“Nietzsche’nin son felsefelerini işlediği Güç İstenci ve Bengi Dönüş öğretilerinin doğduğu yer olan Sils-Maria’da edindiği önemli psikolojik birikimlere yeni bir ışık tutabilme ve tüm bunları Nietzsche’nin çocukluğunda yaşamış olduğu trajedilerle ilişkilendirebilme fırsatı yakaladığım için çok mutluyum.
Son olarak, Nietzsche’nin Wagner’le olan husumetinin izlerini, şimdiye dek sanılandan çok daha öncesine dek sürebilmeyi ve ilk kitabı Tragedyanın Doğuşu’nda Wagner’ı alaycı bir kibirle ele aldığını gösterebilmeyi başarmış bulunuyorum.
Nietzsche ve onunla mektuplaşan dostlarının satırlarını bizzat kendim çevirip kitap boyunca tırnak içerisinde belirttim.
I
Röckan’da o gün tüm sokaklar flamalarla donatılmıştı. Saatler sabahın onunu gösterdiğinde kilise çanları Kral’ın doğum gününü müjdelemek için delicesine çalmaya başladı. Sabahın ilk ışıkları yeryüzünü aydınlatırken bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Papaz, 15 Ekim 1844’te hayata gözlerini açan ilk çocuğuna kral ve efendisinin şerefine Friedrich Wilhelm Nietzsche adını verdi. Çocuğun ruhsal öncüsü Hölderlin2 ise bir önceki sene vefat etmişti.
Vaftiz töreni sırasında Papaz şükranla dua etti: “Ekim ne kutsal bir ay! Uzun yıllar boyu hayatımın tüm dönüm noktaları hep senin otuz bir gününün içerisinde gerçekleşti ve şimdi oğlumu vaftiz ederken bu anların en unutulmazını yaşıyorum! Ne mutlu bir gün! Ne büyük şenlik! Tarif edilemez kutsal bir görev! Hz. İsa adına, seni kutsuyorum! Tüm kalbimle sana sesleniyorum; sevgili oğlum, seni Tanrı’ya adıyorum. Yeryüzündeki adın bundan böyle seninle aynı gün doğmuş olan asil efendim kralın anısına Friedrich Wilhem’dir!”
Babasına göre oğlu yeryüzünde bir prens olarak büyüyecekti. Asil bir soydan gelmiyor muydu zaten? Nietzsche’lerin soyu aslında Polonyalı Nietzsky ailesine dayanıyordu. Nietzsky ailesi, unvan ve topraklarını dini reform için savaşırken kaybetmiş, özgürlük adına Katolik Kilisesi’nden kaçmış ve inançları dolayısıyla ölüme mahkûm edilmiş kontlardan oluşuyordu. Nietzsche hayatının devamında bu kimliğine büyük bir gururla sahip çıkmış ve bunu tarihsel bulgularla kabul ettirmenin yollarını aramıştır.
Nietzsche ailesi, bu kimliklerinin dışında da tam bir gurur tablosuydu. Nietzsche’nin büyükbabası Luteryen Kilisesi’nin önde gelen görevlilerinden seçkin bir ilahiyatçı ve Herder’in3 halefiydi. Büyükannesi Weimar’da Goethe topluluğunun şeref gösterilen bir üyesiydi ve dahası büyük büyükannesi Goethe’nin bizzat kendisi tarafından sevilirdi. Babasıysa Altenburg prenseslerinin velayetiyle şereflendirilmiş, Röcken’de kralın emriyle kalan, genç ve geleceği parlak bir adamdı.
Dolayısıyla Nietzsche’ler, herkes tarafından saygı gören bir aileydi. Papaz’ın çocuk yaştaki eşi bunu daha sonraları derin acılarla keşfetti. Öte yandan Papaz’ın denge durumu da pek yerinde sayılmazdı. Leipzig Savaşı’ndan birkaç gün önce, savaş alanına yakın bir yerde, tehlike ve huzursuzluğun boy gösterdiği bir zamanda dünyaya gelmişti. Annesi, askerlerin kırsal alanlara ve evlere doluştuğuna dair o sonbahara ait korkunç hikâyeleri, gözleri yaşlı halde torunlarına anlatırdı. Savaşı takip eden yıllarda ne zaman evinin panjurları takırdasa, askerlerin kapısını çaldığı o anları hatırlar, uykusundan irkilerek kalkardı ve sonunda kapısını kader çaldı. Kendisi Nietzsche’nin büyükbabasının ikinci karısıydı, büyükbabası da onun ikinci kocası. İlk evliliğinden olan tek çocuğu çok küçük yaşta hayatını kaybetmişti. Halbuki Nietzsche ailesi hep uzun yaşamıştı ve bununla gurur duyarlardı.
Papaz, on kardeşin en genç olanıydı. Doğduğunda en büyük üvey kardeşi yirmi dokuz yaşındaydı ve tüm kardeşleri tarafından en çok sevilen kardeşti.
Kadınlarla olan ilişkisiyse pek iç açıcı değildi. Belki de uzağı göremediği ve bu yüzden yüzleri belirgin olarak seçemediği için bu normal bir durumdu. Her nasıl olduysa yirmi dokuz yaşındaki müzik ve şiir âşığı bu uzun ve sıska kraliyet papazı, bir gün bir ziyarette bulundu ve orada oyuncak bebekleriyle gizli gizli oynamayı bırakalı henüz bir sene olmuş on yedi yaşında gencecik bir kızla tanıştı. Kızın babası Papaz Oehler, Nietzsche ailesine karşı büyük bir saygı besliyordu. Neşeli bir avcı ve iskambil oyuncusu olan bu adam, hayatın on bir hareketli çocukla oldukça zor olduğunu düşündüğü için kızının hızlıca evlenmesinde hiçbir engel görmedi. Böylece hemen o sene Papaz’ın doğum gününde dünya evine giren bu küçük asi kızın, hemen her konuda aşırı detaycı olan Nietzsche ailesindeki esareti başlamış oldu.
Nietzsche bir keresinde insanın anne ve babasından ziyade büyükanne ve büyükbabalarının çocuğu olduğunu belirtmiştir. Andler’a göre Oehler ailesi dinle ilgisi olmayan, kafir bir aileydi. Nietzsche ailesiyse iyi kötü özgür düşünceli, münzevi bir aileydi. Her iki aile de farklı usullerle de olsa hükmetmeye açtı. Nietzsche’nin kalbinde yaşadığı bu iki hüküm arasındaki çekişme, ömür boyu süren trajedisinde önemli bir rol oynadı. Tabii, tüm bu çekişmelerin; öfkeli vaizler, Lessing ve Fichte’nin4 ve Martin Luther’ın diyarı, Protestanlığın ve fikir hareketinin geleneksel merkezi Thuringia’da doğan ve büyüyen bir çocukta yaşandığını da unutmamak gerek.
“Babam, kaderi dünyaya kısa bir ziyarette bulunmak üzere çizilmiş kırılgan, sevecen ve hastalıklı biriydi. Yaşamın kendisinden çok, hoş bir hatırasıydı sanki… Ona özellikle minnettar olduğum şey, sayesinde daha ulvi ve nadir bir evrene geçebilmem için özel bir dikkat göstermeme gerek kalmadan sadece biraz sabırla bunu başarabilmemdir… Bir başka deyişle, babamın zamansız ölümünden sonra onun hayatının bir uzantısı olmuştum sanki, yani babamın ta kendisiyim aslında. Kendine denk kimseyle tanışmamış ve ‘intikam’ kavramının en az ‘eşit haklar’ kadar açıklanamaz olduğunu düşünen herkes gibi, ne zaman küçük veya büyük bir sıkıntıyla karşılaşsam, kendimi her türlü güven ve himayeden (ve tabii ki müdafaa ve kendimi haklı gösterme ispatından) yoksun bıraktım.”
Nietzsche Ecce Homo’da babasından böyle bahsediyor. Satır aralarını dikkatle okuyacak olursak; kendini, aralarında hiçbir zaman istemediği evlilik fikrinin de olduğu farklı görüşlerin dünyasına kaptırmış, kendi görüşlerini paylaşamayan ve bu görüşlerini azımsamak da istemeyen, hayatı büyük bir kararlılıkla defetmiş fakat yine de kalbindeki ateşin sönmeye ne denli yakın olduğunu kabul etmek istemeyen, gururlu, nazik ve bir o kadar da yalnız bir adam görebiliriz.
Acaba Nietzsche ailesi soylarının devam etmesini istedikleri için mi Papaz’ı zapt edebileceklerini düşündükleri biriyle evlenmeye mecbur bırakmıştı? Peki, Papaz tüm bunları saçma bulmasına rağmen neden tek bir kelime dahi etmemişti? Oğlu doğduğunda bunların hiçbirinin bir anlamı kalmadı. Tanrı ona bir oğul bahşetmişti. Bu olay, içindeki Nietzsche kimliğini fethetmeye yetti. Eğer yaşam onun için bir rüyaysa, bu rüya oğluyla gerçeklik buluyordu. Kendisi savaş korkusuyla doğmuştu, oğluysa ulu bir kralın doğum gününde. Bu gibi derin düşüncelerden kafasını kaldırdığı anlar müziğe yönelir, önündeki notaları pür dikkat incelerdi.
Genç yaştaki Bayan Nietzsche, kızının söylediğine göre içi içine sığmayan, inatçı ve her zaman kafasının dikine giden biriydi. Çocukken kardeşleriyle sık sık anlaşmazlıklar yaşardı. On yedi yaşındaki bu genç gelin, Nietzsche ailesine layık olup olmadığını elbet merak etmiştir. Yeni evine bir metres olarak mı gidecekti yoksa? Gideceği evde yalnızca Papaz yaşamıyor, aynı zamanda uzun süredir evi çekip çeviren kız kardeşi Rosalie ve yalnızca