hâlâ sağda solda, yaşam fazlasına sahip güçlü bireyler vardı. Koruyucu kurumların boyun eğdirici etkilerine karşı olan böylesi insanlar, toplumun suçlu, ahlaksız ve ilkesiz olarak gördüğü eylemlere sürüklendi. Şimdiye kadar bu tür bireyler sayıca azdı, ancak yine de hayatın kurtarıcı ruhunu oluşturuyorlardı. Zira her türden kurumun bir savunma olmaktan başka bir anlamı yoktu ve düşmanlarının yok olması kurumları anlamsızlaştırdı.
Ne var ki Avrupa, yaşam standardını yükseltecekse bu tür insanların teşvik edilmesi ve kültürleri için kurumların yaratılması gerekiyordu. Hayatın trajik doğası, böyle olmasını gerektiriyordu. Bu birkaç Dionysosçu gizem arasında bir propagandaya ihtiyaç vardı. İnsanlar, hayatın doğasının farkına varmayı öğrenmeli; hayatın devamı için değil ama ona üstün gelmek için sorumluluklarını idrak etmelidir. Yaşamın oluş hızı onlara bağlıydı.
Hayatla İlgili Aforizmalar
Hayır, hayat beni aldatmadı. Aksine yıllar geçtikçe onu daha zengin, daha çekici ve daha gizemli buluyorum (büyük kurtarıcı bana geldiği günden beri, hayatın bilgi peşinde koşanlar için bir görev, kader, hile ve sahtekârlık değil ama bir deney olabileceği düşüncesindeyim). “Bilgiye ulaşmanın bir yolu olarak hayat”; insan bu ilkeyle sadece cesurca değil, neşe ve kahkahalarla da yaşayabilir.
Hayatın değeri hesaplanamaz.
İçgüdülere karşı savaşmak zorunda olmak, çöküşün formülüdür: yaşam yükseldiği sürece mutluluk içgüdüyle özdeştir.
Yaşamı gelişme, devamlılık, güç birikimi, güç içgüdüsü olarak görüyorum; güç istencinin eksik olduğu yerde düşüş söz konusudur.
Dünyanın varlığı ancak estetik bir olgu olarak meşrulaştırılabilir.
Hayat, özünde ahlaka aykırı bir şeydir.
Ancak elimizde işe yarar bir şeyler kalabilmesi için temelde bunu önemsiyoruz.
Adil olmak her zaman olumlu bir davranıştır.
Bir mabedin inşa edilebilmesi için bir mabedin yıkılması gerekir.
Artık yaşam mabedine solmuş çelenk asmayın.
Henüz yürünmemiş binlerce yol, binlerce sağlıklı durum ve gizli yaşam adaları var.
Tüm canlılar itaat eder.
Hayat, kendini aşması gereken neyse odur.
Canlılara göre, birçok şey yaşamın kendisinden daha değerlidir.
Yaşam, ölmek isteyene karşı sürekli bir mücadeledir; çürüme eğilimlerine karşı gaddar ve acımasız olmaktır.
Gücün derecesi dışında hiçbir şey değerli değildir.
Hayata katlanmak çok mu zor? Bu kadar zayıfmış gibi davranmayın.
Öz, bizzat yaşamın içine giren yaşamdır.
Nihayetinde insan ancak kendisini deneyimler.
Cesaret şöyle dedi: “O, hayat mıydı? Yukarı! Bir kez daha!”
Dünya, insan sevgisini korkutup kaçıracak kadar bir muammadır; insan bilgeliğini uyutmaya yetecek bir çözüm değildir.
Neşeli bir hayatın sırrı, tehlikeleri göze alarak yaşamaktır.
Canlıya rastladığım yerde güç istencini bulurum.
Yaşama aykırı bir şeyi arzulamaktan daha tehlikeli bir şey yoktur.
Her şikâyet bir suçlamadır, her sevinç övgüdür.
Nietzsche’ye Göre Erkek ve Kadın
Nietzsche’nin insanın gerçek doğasına ilişkin kavrayışını, Hindu filozofların ayrılığın sapkınlığı olarak adlandırdıkları şeye bağlı kaldığımız sürece kavramak zordur. İnsanlığın, bir bakıma, her biri kendi derisiyle tanımlanan ve kendi kendine yeten milyonlarca ayrı varlıktan oluştuğu doğrudur. Ancak bu görüş, maddeyi nihai bir gerçeklik olarak ele alan saf gerçekçilik görüşüdür. Daha önce gördüğümüz üzere Nietzsche’nin görüşüne göre, en nihai gerçeklik istençtir ve bu, tüm biçimlerde eşit ve kayıtsız bir şekilde tezahür ettiğinden ve aslında kendi saptırması için biçimin anlamını ve görünümünü yarattığından, insanlığın özü olarak görmemiz gereken istençtir.
Evrensel istenç açısından bakıldığında tüm biçimler, oluşumlarının yüzeyindeki baloncuklardan ibarettir. Ya da trajedinin tutarlı görüntüsünü benimsemek için ortaya çıkışının büyük dramasında dünya istencinin ardışık nitelendirilmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla insan kendi başına bir amaç değildir ve evren de onun mutluluğu veya mükemmelliği için tasarlanmamıştır. İnsan, trajik varoluşun estetik gösterisinin yalnızca en soylu kahramanıdır. Birey olarak, genel anlamıyla kendi görüntüsünü değerlendirmekten aciz olması veya varoluşun amacına ve zirvesine inanması gerektiği, öz bilincin ilk aşamalarında son derece doğal olan hatalardır. Ancak Nietzsche, dramada rollerini oynarken, gösteriyi de takdir etmesi gereken zeki varlıkların yaratılmasını dört gözle bekliyordu. Böylece hayatı paylaşacaklar ve gerçekte gördükleri trajedinin yaratıcıları olacaklardı. Ancak insanlar, şu anki aşamadaki insandır, böyle bir görüş için fazlasıyla insandır. Trajedi önerisi onları dehşete düşürür. Her ikisi de trajedi için gerekli olan acı ve mücadeleden kurtulmayı arzular. Sanki trajik kupanın götürülmesi için dua ediyormuş gibi acınası bir şekilde, bir kurtuluş gününü ve bir kurtarıcıyı dört gözle beklerler. Ama Nietzsche’ye göre bütün bunlar, yalnızca çöküşün işaretidir. Zira oluş süreci ebediyse, o zaman onun ortaya çıkışının görüntüsünden nihai bir kaçış yoktur. Oluş çarkının dönmeye devam etmesini sağlayan güç istenci işliyorsa acı da trajedi de olmalıdır. Bu güç istenci, yaşamın kendi doğasında içkin olduğundan, acı ve trajedi ya dramada gerekli unsurlar olarak açıkça kabul edilmeli ya da uyutucular ve sakinleştiricilerle bilinçten gizlenmelidir. İnsan bir köprüdür; bir amaç değil, bir oluştur, bir varlık değildir. Bir varlık ve kendi içinde bir amaç olarak insan ona göre aşağılıktır. Değeri, anlam taşımasında yatar. Tüm mahlûklar arasında insan, en umut verici olanıdır; çünkü tüm mahlûklar arasında en maceracı, deneysel ve kendisine en çok acı çektiren odur. Böyle bir tarih, üstün ve haklı bir türün doğum öncesi durumu olarak görülmeseydi, insanın tüm trajik tarihi, anlamsız bir komediden ibaret olurdu. İnsan, her şeyden önce yaratıcı bir hayvandır, tam da bu nedenle fevkalade ilginçtir ve dolayısıyla dünya istencinin mevcut kahramanı olarak fevkalade önemlidir.
İnsanın mevcut parçalı doğasını doğrulamak için çok fazla gözleme gerek yoktur. Bugüne kadar yaşamış tüm insanlar arasında, içinde tüm insanlığın ruhunu barındıran tek bir kişinin adını verebilir miyiz? Carlyle gibi dindar bir adamın, Nasıralı İsa için bile pişmanlıkla şunları söylemesi mümkün olmuştur: “Onda Falstaff yoktur.” Peki ya Sezarlarımız ve Napolyonlarımız, Budalarımız ve Platonlarımız, bilgelerimiz, azizlerimiz, peygamberlerimiz ve şehitlerimiz? Hiçbir “birleşimli insan”, insanlığın tüm güçlerini bir araya getirip onun yansıtıcısı olmadı.
Yine