Рэй Брэдбери

Fahrenheit 451


Скачать книгу

geçiriyordu, bekliyordu. “…bir kırk beş…” Sesli saat soğuk saati, daha da soğuk bir senenin soğuk bir gecesinin soğuk saatini matemle söylüyordu.

      “Sorun ne Montag?”

      Montag gözlerini açtı.

      Bir yerlerde bir radyo vızıldıyordu. “…her an savaş ilan edilebilir. Bu ülke kendini savunmaya hazırdır…”

      Kara sabah göğünde çok sayıda jet uçağı tek bir notayla ıslık çalarak geçerken itfaiye binası sarsıldı.

      Montag gözlerini kırpıştırdı. Beatty ona sanki müze heykeliymiş gibi bakıyordu. Beatty her an kalkıp onun etrafında gezinebilir, ona dokunabilir, suçluluk duygusunu ve özbilincini araştırabilirdi. Suçluluk duygusu mu? Neyle ilgili suçluluk duygusu?

      “Sıra sende Montag.”

      Montag binlerce gerçek ve on binlerce hayali ateşle yüzleri bronzlaşmış, işleri yanaklarını kızartan ve gözlerini ısıtan bu adamlara baktı. Bu adamlar hep yanan siyah pipolarını yakarken, platin ateşleyici alevlerine gözlerini kaçırmadan bakardı. Onlar ve kömür karası saçları, is rengi kaşları ve mavimsi kül lekeli, sinekkaydı tıraşlı yanakları; ama soyları belli oluyordu. Montag irkilerek dikeldi, ağzı açıldı. Siyah saçlı, siyah kaşlı ve yanık yüzlü olmayan… çelik mavisi yanakları tıraşlı olup da tıraşsız gibi görünmeyen bir itfaiyeci görmüş müydü hiç? Bu adamlar kendisinin aynısıydı! Yoksa bütün itfaiyeciler eğilimlerinin yanı sıra görünüşlerine göre de mi seçiliyordu? Yanmış kömür artığı ve kül rengindeydiler, pipolarından da sürekli yanık kokusu geliyordu. Yüzbaşı Beatty oradaydı, fırtına habercisi bulutlar gibi yükselen tütün dumanları salıyordu. Beatty yeni bir tütün paketi açıyor, selofanı buruşturarak ateş sesine dönüştürüyordu.

      Montag kendi ellerindeki kartlara baktı. “Ben… şeyi düşünüp duruyorum. Geçen haftaki yangını. Kütüphanesini hallettiğimiz adamı. Ona ne oldu?”

      “Tımarhaneye götürdüler… çığlıklar atıyordu.”

      “Deli değildi.”

      Beatty kartlarını usulca düzenledi. “Devleti ve bizi kandırabileceğini sanan herkes delidir.”

      “Nasıl bir his olduğunu hayal etmeye çalıştım,” dedi Montag. “Yani bizim evlerimizi, bizim kitaplarımızı itfaiyecilerin yakmasının nasıl bir his olduğunu.”

      “Bizim kitabımız yok.”

      “Ama olsaydı.”

      “Sende var mı?”

      Beatty gözlerini yavaşça kırpıştırdı.

      “Hayır.”

      Montag onların ötesine, bir milyon yasak kitabın daktiloyla yazılmış isimlerini içeren listelerin olduğu duvara baktı. Montag’ın baltasının ve su değil kerosen fışkırtan hortumunun altında seneleri yakan ateşte isimleri sıçrıyordu. “Hayır.” Ama Montag’ın zihninde serin bir rüzgâr esmeye başladı; evindeki havalandırma ızgarasından hafifçe eserek Montag’ın yüzünü donduruyordu. Ve Montag yine kendini yemyeşil bir parkta gördü… yaşlı bir adamla, çok yaşlı bir adamla konuşuyordu ve parkta esen rüzgâr da soğuktu.

      Montag duraksadı. “Ne… hep böyle miydi? İtfaiye binası, işimiz? Yani, şey, evvel zaman içinde…”

      “Evvel zaman içinde mi!” dedi Beatty. “Bu ne biçim laf?”

      Montag içinden Kendini ele vereceksin geri zekâlı, dedi kendine. Son yangında, bir masal kitabı yanarken, tek bir satıra göz atmıştı. “Yani eskiden, evler yangına tamamen dayanıklı olmadan önce…” dedi. Birden sanki çok daha genç bir ses onun adına konuşuyormuş gibi geldi. Ağzını açtı ve konuşan Clarisse McClellan oldu: “İtfaiyeciler yangınları besleyip büyütmek yerine engellemiyor muydu?”

      “Saçma!” Stoneman ile Black kural kitaplarını çıkarıp (bunlar Amerika’nın İtfaiyecileri’nin kısa tarihçelerini de içeriyordu), Montag’ın okuyacağı şekilde (oysa orada yazanları epeydir biliyordu) masaya koydular:

      1790’da Koloniler’de, İngiliz etkisi taşıyan kitapları yakma amacıyla kuruldu. İlk itfaiyeci: Benjamin Franklin.

      KURAL 1. Alarm verilince hızla harekete geçin.

      2. Yangını bir an önce başlatın.

      3. Her şeyi yakın.

      4. Derhal itfaiye binasına dönüp rapor verin.

      5. Başka Alarmlar için hazır bekleyin.

      Herkes Montag’ı seyrediyordu. Montag kımıldamadı.

      Alarm çaldı.

      Tavandaki çan kendini iki yüz kez tekmeledi. Dört sandalye bir anda boşaldı. Kartlar kar gibi uçuşarak yağdı. Pirinç direk titredi. Adamlar gitmişti.

      Montag sandalyesinde oturuyordu. Aşağıda, turuncu ejderha öksürerek canlandı.

      Montag rüyada bir adam gibi direkten aşağı kaydı.

      Mekanik Tazı kulübesinde ayağa fırladı; gözleri yeşil alevlerden ibaretti.

      “Montag, kaskını unuttun!”

      Montag kaskı arkasındaki duvardan kaptı, koştu, sıçradı ve yola çıktılar; gece rüzgârı, siren çığlıklarını ve güçlü metal gök gürültülerini çekiçliyordu!

      Şehrin eski bölümündeki, boyası dökülen, üç katlı bir evdi; en az yüz yıllıktı ama tüm evler gibi o da yıllar önce yangına dayanıklı ince plastik kılıfla kaplanmıştı ve bu koruyucu kabuk onu gökyüzünde tutan tek şey gibiydi.

      “İşte geldik!”

      Motor ansızın durdu. Beatty, Stoneman ve Black kaldırımda koştular; yangına dayanıklı, bol itfaiyeci montlarının içinde tiksinç ve şişman görünmeye başlamışlardı birden. Montag peşlerinden gitti.

      Ön kapıyı kırıp bir kadını tuttular, oysa kadın kaçmıyordu; kaçmaya çalışmıyordu. Öylece durup iki yana sallanıyordu sadece; gözlerini duvardaki bir hiçliğe dikmişti, sanki başına korkunç bir darbe vurmuşlar gibi. Dili ağzının içinde hareket ediyordu, gözleri de bir şeyi hatırlamaya çalışır gibiydi; sonra hatırladılar ve dili tekrar hareket etti:

      “‘Adam rolü yap, Ridley Efendi; bugün İngiltere’de Tanrı’nın izniyle öyle bir mum yakacağız ki, inanıyorum ki asla sönmeyecek.’”

      “Bu kadarı yeter!” dedi Beatty. “Neredeler?”

      Kadını şaşılacak bir tarafsızlıkla tokatladı ve soruyu tekrarladı. Yaşlı kadının gözleri Beatty’ye odaklandı. “Nerede olduklarını zaten biliyorsunuz, yoksa gelmezdiniz,” dedi.

      Stoneman arkasındaki telefon resmine şikâyet yazılıp imzalanmış telefon alarm kartını uzattı.

      “Tavan arasından şüphelenmek için sebep var; No. 11 Elm, Şehir. E. B.”

      Kadın baş harfleri okuyunca, “Bu komşum Bayan Blake olmalı,” dedi.

      “Pekâlâ çocuklar, bulalım onları!”

      Göz açıp kapayıncaya dek yukarı çıkıp küf kokulu karanlıkta gümüş el baltalarıyla kapılara vurmaya başladılar, kapıların kilitli olmadığını anlayınca da eğlenen gençler gibi bağrışarak apar topar içeri daldılar. “Hey!” Dik merdiveni titreyerek çıkan Montag’ın üstüne kitaplar yağdı. Ne rahatsız ediciydi bu! Daha önce her seferinde iş mum söndürmek kadar kolay olmuştu. İçeri önce polisler girerdi ve kurbanın ağzını bantlayıp, elini kolunu bağlayıp, onu parıltılı böcek arabalarına bindirirlerdi