olmasın? diye düşündü. Minnacık bir öpücük verebilirdi; ciddi bir şey olmayacaktı. İlişkisine de zarar vermeyecekti. Sadece partideki herkese her zaman kuralları izleyen A Tipi Uslu bir kız olmadığını anlatacak bir öpücük verecekti.
Arkadaşları onu görünce, cesaret vermek için tezahürata başladılar.
Cindy nihayet kendisini çocuktan uzaklaştırdı. Dans, alkol ve sıcak en sonunda etkisini göstermeye başlamıştı. Suratındaki gülümseme kaybolmadan önce hafifçe sallandı ve düşmemek için çocuğun boynuna sarıldı.
“Bana gelmek ister misin?” diye fısıldadı çocuk.
“Bir erkek arkadaşım var.”
“Şu anda nerede?”
Doğru diyorsun, diye düşündü Cindy. Sahi, Winston neredeydi? Kızlar birliği partilerinden nefret ederdi. Bir grup ukala kız sarhoş olur ve erkek arkadaşlarını aldatır, derdi hep. Eh, diye düşündü Cindy, sanırım en sonunda doğruyu söylediğini kabul etmeliyim! Bir erkekle birlikteyken bir başka erkeği öpmek muhtemelen hayatında yaptığı en çılgınca şeydi.
Sarhoşsun, diye hatırlattı kendine. Çık git buradan.
“Gitmem gerek,” dedi peltek peltek.
“Bir dans daha?”
“Hayır,” dedi. “Gerçekten de gitmem gerek.”
Çocuk gönülsüzce yanından ayrıldı. Karşısındaki popüler Harvard son sınıf öğrencisine sevgiyle baktı ve kalabalığa doğru ilerleyerek ona el salladı.
Cindy terli bir saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırıp bakışlarını yere eğdi ve yüzünde çok mutlu bir ifadeyle dans pistinden uzaklaştı. En sevdiği şarkı çalmaya başlayınca, arkasını döndüğü gibi sallana sallana kalabalıktan uzaklaştı.
“Hayırrrrr!” diye bağırdı gitmeye çalıştığını gören arkadaşları.
“Nereye gidiyorsun?”dedi içlerinden biri.
“Eve,” dedi Cindy ısrarla.
En yakın arkadaşı Rachel grubu yararak yanına geldi ve Cindy’nin ellerini tuttu. Kısa boylu, tıknaz ve kahverengi saçlı olan bu kız grubun ne en güzel, ne de en zeki kızıydı, ama tuttuğunu koparan ve şehvetli tabiatı nedeniyle genellikle dikkatleri üzerine çekiyordu. Her hareket ettiğinde, üstündeki incecik gümüş rengi elbisenin içinden orası burası fırlayacak gibi oluyordu.
“Gi-de-mez-sin!” dedi.
“Çok sarhoş oldum,” dedi Cindy yalvarır gibi.
“Daha Bir Nisan şakamızı bile yapmadık! Partinin en önemli anı olacak! Lütfen? Birazcık daha kalsan?”
Cindy erkek arkadaşını düşündü. İki senedir birlikteydiler. O gece, erkek arkadaşının dairesinde geç saatte buluşmaları gerekiyordu. Dans pistinde ona yakışmayan bir biçimde birisini öptüğü için kendisine kızdı. Bunu nasıl açıklayacağım şimdi? diye düşündü.
“Cidden gitmem gerek,” dedi. Rachel’ın aşırı erotik tavrına hitap edecek biçimde öptüğü çocuğa baktı ve “Kalırsam kim bilir neler olur?” dedi.
“Aaaa!” diye bağırdı arkadaşları.
“Kontrolden çıktı!”
“Cindy arkadaşını yanağından öpüp “Eğlenmene bak, yarın görüşürüz,” dedi ve kapıya yöneldi.
Dışarıya, serin ilkbahar havasına çıktığında içine derin bir nefes çekti. Suratındaki teri sildi ve sarı renkli kısa yazlık elbisesi içinde Church Sokağı’nda ilerlemeye başladı. Şehir merkezindeki bu sokak genellikle ağaçların arasındaki alçak tuğla binalarla ve birkaç gösterişli evle doluydu. Brattle Sokağı’ndan sola sapıp karşıya geçti ve güneybatıya doğru yürüdü.
Birçok sokağın köşesinde sokak lambaları yanıyordu, ama Brattle Sokağı’nın bir kısmı karanlıktaydı. Cindy endişelenmek yerine, adımlarını sıklaştırdı ve gölgeler bir şekilde sistemindeki alkolü ve yorgunluğunu alabilir, Winston’la randevusu için ona enerji verebilirmiş gibi kollarını iki yana açtı.
Solunda dar bir ara sokak vardı. İçgüdüleri ona temkinli olmasını söylüyordu; ne de olsa, vakit bir hayli geçti ve Boston’ın hırpani bölgelerini pek bilmiyordu, ama geleceğiyle arasına bir şey girebileceğine inanamayacak derecede sarhoştu.
Gözünün ucuyla bir kıpırtı fark etti ve arkasını döndüğünde çok geç oldu.
Aniden boynunda keskin bir acı hissetti. Nefesi kesilmişti. Arkasına bakınca, ışıkta parıldayan bir şey gördü.
Bir şırınga.
İçini bir korku kapladı ve sarhoşluğu anında geçiverdi.
Tam o sırada, birisinin sırtına bastırdığını ve tek bir kolun kollarını arkasına çektiğini hissetti. Arkasındaki kişi ondan daha ufak tefekti, ama kuvvetliydi. Cindy bir anda geriye doğru ara sokağa çekildi.
“Şışş.”
O nahoş kalın sesi duyunca, bunun bir şaka olabileceğine dair tüm umutları silindi.
Tekme atıp bağırmaya çalıştı. Nedense bir şey boynundaki kasları gevşetmiş gibi sesi çıkmadı. Bacakları da pelteye dönüşmek üzereydi ve ayakta zor duruyordu.
Bir şeyler yap! dedi kendisine. Bir şey yapmadığı takdirde öleceğini biliyordu.
Kol sağ tarafındaydı. Cindy o tarafa hızla dönerken, saldırgana kafa atmak için başını da geriye savurdu. Kafatasının arka kısmı adamın burnuna çarptı. Adamın burnunun kırıldığını hayal meyal duydu. Adam bir küfür savurup onu serbest bıraktı.
Koş! dedi Cindy içinden.
Ama bedeni ona yanıt vermedi. Bacakları boşa gitti ve sert bir biçimde beton zemine yığıldı.
Cindy bacakları iki yana açılmış, kolları çaprazlamasına savrulmuş ve hareket edemez halde sırt üstü yerde kaldı.
Saldırgan yanına çömeldi. Suratını beceriksizce taktığı bir peruk, sahte bir bıyık ve kalın çerçeveli gözlükler gizliyordu. Gözlüğün ardındaki gözler Cindy’nin içini ürpertti: Adam buz gibi ve sert bir ifadeyle bakıyordu. Ruhu yokmuş gibiydi.
“Seni seviyorum,” dedi adam.
Cindy çığlık atmaya çalıştı, ama boğazından boğuk bir ses yükseldi.
Adam tam onun yüzüne dokunmak üzereyken, nerede olduklarını fark etmiş gibi hemen doğruldu.
Cindy adamın onu kaldırıp ara sokağa sürüklediğini hissetti.
Gözleri yaşlarla doldu.
Birisi yardım etsin. İmdat! diye yalvardı içinden. Sınıf arkadaşlarını, diğer arkadaşlarını, partide nasıl gülüp eğlendiğini hatırladı. İmdat!
Ara sokağın sonunda, ufak tefek adam onu kaldırıp sıkıca kucakladı. Cindy’nin başı adamın omzuna düştü. Adam sevgiyle onun saçlarını okşadı.
Cindy’nin ellerinden birini tuttu ve sevgiliymişler gibi onu döndürdü.
“Her şey yolunda,” dedi birilerinin duymasını istermiş gibi. “Kapıyı ben açarım.”
Cindy ileride birilerini gördü. Düşünmekte zorlanıyordu. Hiçbir yerini oynatamıyordu; konuşma çabaları da nafileydi.
Derken, mavi bir kamyonetin