Морган Райс

Arzulanmış


Скачать книгу

On Bes, inci Bölüm

       On Altıncı Bölüm

       On Yedinci Bölüm

       On Sekizinci Bölüm

       On Dokuzuncu Bölüm

       Yirminci Bölüm

       Yirmi Birinci Bölüm

       Yirmi Ikinci Bölüm

       Yirmi Üçüncü Bölüm

       Yirmi Dördüncü Bölüm

       Yirmi Bes, inci Bölüm

       Yirmi Altıncı Bölüm

       Yirmi Yedinci Bölüm

       Yirmi Sekizinci Bölüm

       Yirmi Dokuzuncu Bölüm

       Otuzuncu Bölüm

       Otuz Birinci Bölüm

       Otuz Ikinci Bölüm

       Otuz Üçüncü Bölüm

       Otuz Dördüncü Bölüm

       Otuz Bes, inci Bölüm

       Otuz Altıncı Bölüm

       Otuz Yedinci Bölüm

       Otuz Sekizinci Bölüm

       Otuz Dokuzuncu Bölüm

      GERÇEK:

      Paris’in Montmarte bölgesi 19. yüzyılda inşa edilen Sacré-Coeur Kilisesi ile ünlüdür. Tepenin üzerinde, hemen yanında daha küçük bir yapı olan Aziz Peter Manastırı vardır. Bu küçük belirsiz yapının kökeni 3. yüzyıla kadar dayanır ve daha büyük bir öneme sahiptir. İsa’ya inananların yeminlerini ettikleri yer olarak bilinir.

      GERÇEK:

      Sainte Chapelle, Paris’in ortalarındaki bir adada bulunan (Notre Dome’ın yakınlarında), içinde İsa’nın tacı, kutsal mızrak ve İsa’nın gerildiği çarmıhtan kalan parçalar gibi kutsal emanetlerin de yer aldığı 13. yüzyıldan kalma bir yapıdır. Bu kutsal emanetler büyük, süslü, gümüş bir sandıkta saklanır.

      “Niçin böyle güzelsin hâlâ?

      Yoksa inanayım mı o elle dokunulmaz ölümün Sana güzellik verdiğine?

      O iğrenç canavarın seni bu karanlıkta Sevgilisi olasın diye sakladığına?

      Bundan korktuğum için yanında duracağım.

      Bu karanlık gecenin sarayından Ayrılmayacağım bir daha…”

      William Shakespeare

      Romeo ile Juliet

      Paris, Fransa (Temmuz, 1789)

      Caitlin Paine karanlığın içine uyandı.

      Hava oldukça ağırdı, hareket etmeye çalıştıkça nefes alması zorlaşıyordu. Sert bir zeminde sırt üstü yatıyordu. Soğuk ve rutubetli bir yerdeydi, yukarıya bakınca ince bir ışık huzmesi gördü.

      Omuzları yanlardan sıkıştırılmış gibiydi ama biraz çabayla gevşemeyi başardı. Avuçlarını esnetip altındaki zemini incelemeye başladı. Ellerini etrafında gezdirince hapsedilmiş olduğunu anladı. Hem de bir tabutun içine!

      Caitlin’in kalbi hızlıca atmaya başladı. Sıkışık yerlerden nefret ederdi, nefes alışı giderek güçleşiyordu. Korkunç bir kâbusun içinde miydi, yoksa gerçekten bir başka zamanda bir başka yerde mi uyanmıştı?

      Bu sefer iki eliyle birden yukarıya doğru bir hamle yaptı. Kapak birkaç santim, Caitlin’in parmaklarının araya girebileceği kadar açıldı. Bütün gücünü toplayıp tekrar itti. Kapak bu kez taşların birbirine sürten sesiyle birlikte daha da açıldı.

      Caitlin, açılan boşluğa yumruğunu yerleştirerek son bir hamlede kapağı üstünden atmayı başardı.

      Oturup etrafına göz gezdirerek hızlıca nefes almaya başladı. Ciğerleri temiz havayla dolarken kendini ışığa alıştırmaya çalışıyordu. Ellerini gözlerine götürüp, ‘Acaba ne kadar zamandır karanlıktaydım?’ diye düşündü.

      Oturduğu yerde gözlerini ışıktan korurken, etraftan duyacağı herhangi bir sese ya da hissedebileceği bir harekete karşı tetikteydi. İtalya’daki mezarlıkta yaşadığı uyanışın ne kadar zorlu olduğunu hatırladı. Bu kez hiçbir şeyi şansa bırakmak istemiyordu. Her şeye hazırlıklıydı. Yakında olabilecek köylülere, vampirlere ya da her ne varsa ona karşı kendini savunabilirdi.

      Ama bu sefer sadece sessizlik vardı. Zar zor gözlerini açtı ve orada yapayalnız olduğunu fark etti. Gözleri ortama alıştıkça, bulunduğu yerin aslında o kadar da ışık dolu olmadığını anladı. Kavisli ve alçak bir tavanı olan mağaraya benzer, taş bir odadaydı. Bir kilisenin mahzenini andırıyordu. Oda sadece sıradan bir mumun ışığıyla aydınlatılmıştı. ‘Gece olmalı,’ diye düşündü.

      Gözleri artık ışığa iyice alışmıştı. Etrafı dikkatle inceliyordu. Haklıydı. Kilisenin mahzeni olduğuna artık emin olduğu bir odanın köşesinde bir tabutta yatıyordu. Oda birkaç taştan sütun ve lahitler haricinde bomboştu.

      Caitlin, içinde olduğu tabuttan dışarı adım attı. Gerilip kaslarını esnetti. Tekrar ayakta durabilmek iyi gelmişti. Bu sefer bir savaşın içine uyanmadığı için memnundu. En azından kendini toparlamak için biraz zamanı olmuştu. Ama hâlâ kafası karışıktı. Kendini bin yıllık bir uykudan kalkmış gibi hissediyordu. Ve tam o sırada, midesinde bir açlık sancısı hissetti.

      ‘Neredeyim?’, ‘Hangi yıldayım?’ diye meraklandı.

      ‘Ve her şeyden önemlisi, Caleb nerede?’

      Onu yanında bulamayınca hayal kırıklığına uğramıştı. Caitlin, odayı Caleb’den bir iz bulma umuduyla aramaya başladı. Ama hiçbir şey yoktu. Diğer tabutun ağzı sonuna kadar açıktı ve içi boştu. Caleb’in saklanabileceği başka bir yer de yoktu.

      “Hey! Caleb?” diye seslendi.

      Odanın içinde birkaç çekingen adım attı ve alçak, kemerli bir