Морган Райс

Arzulanmış


Скачать книгу

      “Ve Sera için de üzgünüm,” diye ekledi Caitlin. “Hiçbir zaman aranıza girmek istememiştim.”

      “Üzülme,” dedi. “Seninle bir alakası yoktu. Bu, onun ve benim aramdaki bir meseleydi. Hiç birlikte olmamalıydık. Başından beri yanlış yapıyorduk.”

      “Ve son olarak da New York’ta olanlar için üzgün olduğumu söylemek istemiştim,” diye ekledi Caitlin, tüm bunları içinden attığına rahatlayarak. “Sen olduğunu bilseydim, seni asla bıçaklamazdım. Yemin ediyorum, başka biri olduğunu sanmıştım, şekil değiştirdiğini sanmıştım. Gerçekten sen olacağını yüz yıl düşünsem tahmin edemezdim.”

      Bunların düşüncesiyle bile içinde bir şeyler parçalandığını hissedebiliyordu.

      Caleb durdu ve ona döndü, onu omuzlarından tutup çevirdi.

      “Bunların hiçbiri önemli değil artık,” dedi içtenlikle. “Beni kurtarmak için geri döndün. Ve biliyorum ki bunun için büyük fedakârlıklar yapmak zorunda kaldın. İşe yaramayabilirdi de. Ama hayatını benim için riske attın. Ve çocuğumuzdan benim için vazgeçtin,” dedi yine kederle yere bakarak. “Seni, sana anlatabileceğimden çok daha fazla seviyorum,” diye ekledi gözlerini yerden kaldırmadan.

      Caleb nemli gözlerle Caitlin’e baktı.

      O an dudakları birbirine değdi. Caitlin öpüşürlerken vücudunun Caleb’in kollarında eridiğini, bütün dünyasının hafiflediğini hissediyordu. O an hiç bitmeyecek gibi gelmişti. O an Caleb’le geçirdiği en müthiş andı ve bir bakıma Caleb’i ilk kez anlamaya başladığını hissetmişti.

      Sonunda yavaşça dudaklarını ayırdılar ve göz göze geldiler.

      Ağır ağır gözlerini birbirlerinden ayırıp, nehrin kenarındaki bahçede el ele yürüyüşlerine devam ettiler. Caitlin etrafına baktı ve Paris’in ne kadar güzel ve romantik olduğunu düşündü. O an hayallerinin gerçek olduğunu fark etti. Hayattan istediği her şeye sahip olmuştu. Onu seven—onu gerçekten seven— birisi ile birlikte olmak. Böylesine güzel, böylesine romantik bir şehirde olmak. Önünde bir ömür varmış gibi hissetmek.

      Caitlin cebinde mücevherlerle işlenmiş kılıfı hissetti ve bu duruma içerledi. Onu açmak istemiyordu. Babasını çok seviyordu fakat ondan gelen bir mektubu okumak istemiyordu. O an anlamıştı ki bu göreve devam etmeyi de artık istemiyordu. Zamanda geri dönmek ya da başka bir anahtar bulmak zorunda kalma riskini göze alamıyordu. Sadece burada olmayı, bu zamanda, bu yerde, Caleb’le olmayı istiyordu. Huzur içinde. Hiçbir şeyin değişmesini istemiyordu. Birlikte geçirdikleri değerli zamanı, birlikteliklerini korumak için ne yapması gerekirse yapmakta kararlıydı. Ve içinde bir ses bunun için görevden vazgeçmesi gerektiğini söylüyordu.

      Caitlin döndü ve Caleb’le yüz yüze geldi. Ona söylemekte tereddüt ediyordu, ancak söylemesi gerektiğini hissetti.

      “Caleb,” dedi, “Aramaya devam etmek istemiyorum. Biliyorum ki diğerlerine yardım etmek ve Kalkan’ı bulmak benim görevim. Ve bu bencilce görünebilir, eğer öyle görünüyorsa üzgünüm. Fakat ben yalnızca seninle olmak istiyorum. Bu, şu an benim için en önemli şey. Bu zamanda ve bu şehirde kalmak. Eğer aramaya devam edersek başka bir zamana, başka bir yere gitmek zorunda kalacağımızı hissediyorum. Ve bir dahaki sefere birlikte olmayabiliriz...”

      Caitlin durakladı ve ağladığını fark etti.

      Sessizlik içinde derin bir nefes aldı. Caleb’in ne düşündüğünü merak etti ve karşı çıkmayacağını ümit etti.

      “Anlıyor musun?” diye sordu tereddütle.

      Caleb endişeli bakışlarla ufka döndü ve sonunda tekrar Caitlin’e baktı. Catlin de endişeli bir hâl almaya başlamıştı.

      “Babamın mektubunu okumak ya da başka ipucu bulmak istemiyorum. Yalnızca seninle olmak istiyorum. Her şeyin şu an olduğu şekliyle kalmasını istiyorum. Hiçbir şeyin değişmesini istemiyorum. Umarım bu yüzden benden nefret etmiyorsundur.”

      “Senden asla nefret edemem,” dedi Caleb yumuşak bir sesle. “Ama onaylamıyorsun da?” dedi Caitlin kışkırtıcı bir sesle. “Göreve devam etmem gerektiğini mi düşünüyorsun?”

      Caleb bakışlarını kaçırdı fakat cevap vermedi. “Neden?” diye sordu Caitlin. “Diğerleri için mi endişeleniyorsun?”

      “Öyle olmam gerektiğini sanıyorum,” dedi Caleb. “Ve öyleyim. Ama ben de bazı bencil düşüncelere sahibim. Sanırım... Kafamın bir yerlerinde Kalkan’ı bulursak, oğlumu geri getirebileceğim ümidini taşıyordum. Jade.”

      Caitlin görevi bırakmanın Caleb için oğlunu terk etmek anlamına geldiğini anlayınca korkunç bir suçluluk hissine kapıldı.

      “Fakat bu doğru değil,” dedi Caitlin. “Kalkan’ı bulursak oğlunu geri döndürüp döndüremeyeceğimizi, hatta Kalkan’ın gerçek olup olmadığını bile bilmiyoruz. Ama aramayı bırakırsak, birlikte olabileceğimizi biliyoruz. Bu bizimle ilgili. Benim en çok önemsediğim şey bu.” Caitlin durakladı. “Bu senin için de en önemli şey mi?”

      Caleb ufka baktı ve başıyla onayladı. Fakat Caitlin’e bakamadı.

      “Yoksa beni yalnızca Kalkan’ı bulmana yardım edebileceğim için mi seviyorsun?” diye sordu Caitlin.

      Bu soruyu dile getirebilecek cesareti olduğuna kendisi bile şaşırmıştı. Bu soru Caleb’i ilk gördüğünden beri hep aklının bir köşesinde onu rahatsız ediyordu. Caleb onu yalnızca götürebileceği yerler için mi sevmişti? Yoksa onu, onun için mi sevmişti? Sonunda bu soruyu sormuştu.

      Cevabı beklerken kalbi küt küt atıyordu.

      Sonunda Caleb ona döndü ve gözlerinin içine baktı.

      Ona yaklaştı ve elinin dışı ile yanağını yavaşça okşadı.

      “Seni sen olduğun için seviyorum,” dedi. “Ve bu hep böyleydi. Eğer seninle olmak Kalkan’ı bırakmak anlamına geliyorsa, ben de öyle yapacağım. Ben de seninle olmak istiyorum. Evet, aramak istiyorum. Fakat şu an sen benim için çok daha önemlisin.”

      Caitlin içinde uzun zamandır hissetmediği bir hisle gülümsedi. Huzur ve denge hissi. Artık önlerinde hiçbir şey duramazdı.

      Caleb gözünün önündeki saçı kenara itti ve gülmeye başladı.

      “Tuhaf,” dedi, “Burada daha önce de yaşadım. Yüzyıllar önce. Paris’te değil, taşrada. Küçük bir kaleydi. Hâlâ var olduğuna emin değilim. Fakat araştırabiliriz.”

      Caitlin gülümsedi ve Caleb onu sırtına alıp havaya atıldı. Dakikalar içinde Paris’in çok üstünde Caleb’in taşradaki evini aramak için uçuyorlardı.

      Onların evi.

      Caitlin hiç bu kadar mutlu olmamıştı.

      Sam, önünde ilerleyen Polly’ye ayak uydurmakta zorlanıyordu. Polly hiç susmayacakmış gibi, bir konudan diğerine atlayarak hızlı hızlı konuşuyordu. Sam ise hâlâ zamanda yolculuğun şokunu üstünden atamamıştı.

      Tüm bunları sindirmek için zamana ihtiyacı vardı.

      Neredeyse yarım saattir yürüyorlardı. Sam, Polly’nin izlerini takip ederek çalılardan zıplıyor, onu takip ediyordu. Ve Polly bu son yarım saatte hiç susmamıştı. Sam ise anca bir, iki kelime edebilmişti. Saraydan, toplantıdan, arkadaşlarından, yakındaki bir konserden ve Aiden isimli bir adamdan bahsedip duruyordu. Sam’in bu konuşulanlar