Джек Марс

Görev Yemini


Скачать книгу

      Brown kendi kendine sırıttı. Burada günlerce direnebilirlerdi.

      *

      Tam bir bozgundu. Her yerde adamlar yatıyordu.

      Luke, dikkatlice eve doğru yürüdü. En yoğun ateş üst kattaki pencereden geliyordu. Polisleri delik deşik etmişti. Luke ise evin duvarına yakındı. Bu açıdan ateş edemezdi ama diğer adam da onu göremiyordu.

      Luke’un gözleri önünde, kötü adam yere düşmüş polis memurlarından birini ensesinin arkasına bir el ateş ederek öldürdü.

      “Ed, üst kattaki adamı görüyor musun?”

      “Tam ağzına bir tane tıkabilirim. Buradan beni görmediğine eminim.”

      Luke başıyla onayladı. “İlk olarak bunu yapalım. Burası pis bir hal aldı.”

      “Bunu istediğine emin misin?” dedi Ed.

      Luke üst katı inceledi. Penceresiz oda keskin nişancının olduğu pencereye uzak bir köşedeydi.

      “Hala o penceresiz odada olduklarına inanıyorum,” dedi.

      Lütfen.

      “Sadece söylemen yeterli,” dedi Ed.

      “Yap.”

      Luke, bomba atarın kendine özgü boğuk sesini duydu.

      Dunk!

      Sokağın karşısında dizilmiş arabaların arkasından bir füze geldi. Bir yay çizmedi—çapraz, dümdüz bir çizgi halinde eve ulaştı. Pencereye tam isabet. Bir an geçti ki:

      BAM.

      Evin bir kısmı dışarıya doğru patladı, ahşap parçaları, cam, çelik ve cam elyafı. Penceredeki silahın sesi kesildi.

      “Harika, Ed. Gerçekten harika. Şimdi de duvarda benim için bir delik aç.”

      “Ne diyordun?” dedi Ed.

      “Lütfen.”

      Luke hızlıca koştu ve arabalardan birinin arkasına siper aldı.

      Dunk!

      Yerden bir buçuk metre yüksekte düz bir çizgi halinde geçip evi buldu. Evin duvarında sanki bir araba çarpmış gibi bir delik açıldı. İçeride bir alev topu belirdi, molozlar ve duman etrafa saçıldı.

      Luke’u neredeyse yerinde zıplattı.

      “Bekle,” dedi Ed. “Bir tane daha geliyor.”

      Ed bir kez daha ateş açtı, bu seferki evin derinliklerine girdi. Delikten kırmızı ve turuncu ışıklar geldi. Yer sallandı. Tamam. İşte vakit gelmişti.

      Luke ayağa kalktı ve koşmaya başladı.

      *

      İlk patlama tam üstündeydi. Bütün ev sarsılmıştı. Brown ekrandan doğru üst kattaki koridora baktı.

      Uzak tarafı havaya uçmuştu. Smith’in durduğu nokta artık orada değildi. Artık Bay Smith’in ve pencerenin olduğu olduğu yerde etrafı paramparça bir delik vardı.

      “Bay Smith?” dedi Brown. “Bay Smith, orada mısınız?”

      Cevap gelmedi.

      “Ateşin nereden geldiğini gören var mı?”

      “Gözcü sensin usta.” dedi bir ses.

      Ciddi bir sorunları vardı artık.

      Birkaç saniye sonra bir roket evin önünü vurdu. Şok dalgası Brown’u yere serdi. Duvarlar çöküyordu. Mutfağın tavanında odanın içine doğru kısmen çökmüştü. Brown, yere düşen döküntülerin arasında yatıyordu. Olaylar beklediğinin tersine gitmişti. Polisler kapıları indirir—duvarlardan roket atmazlardı.

      Bir başka roket daha evin içine isabet etti. Brown elleriyle başını korudu. Her şey sallanıyordu. Bütün ev çökebilirdi.

      Kısa bir süre sonra şimdi, birisi çığlık atıyordu. Bunun dışında sessizlik vardı. Brown ayağa fırladı ve merdivenlere koştu. Odadan çıkarken bir el bombasıyla birlikte tabancasını kaptı.

      Salondan geçti. Toplu katliam yaşanmıştı. Yangın çıkmıştı. Sakallılardan biri ölmüştü. Hatta ölmekten fazlasıydı bu— adamın parçaları bütün odaya yayılmıştı. Avustralyalı paniklemiş ve maskesini çıkarmıştı. Yüzü koyu renkli kanla kaplanmıştı, neresinden vurulduğu anlaşılmıyordu.

      “Göremiyorum!” diye bağırdı adam. “Göremiyorum!”

      Gözleri açıktı.

      Zırhla kaplı bir adam parçalanmış duvardan doğru içeriye adım attı. Çirkin bir otomatik silah sesiyle Avustralyalıyı susturdu. Avustralyalının kafası çeri domatesler gibi patladı. Bir iki saniyeliğine ayakta kafasız şekilde kaldı, sonra çuval gibi yere yığıldı.

      İki numaralı Sakallı arka kapının yanında yerde yatıyordu, Brown’u birkaç dakika öncesine hoşnut etmiş olan çift-çelikle güçlendirilmiş kapıydı bu. Polisler bu kapıdan asla geçemezlerdi. İki numaralı sakallının üzeri patlamadan dolayı kesiklerle doluydu ama hala savaşabilirdi. Duvara doğru süründü ve doğruldu ve omuzuna asılı olan silaha davrandı.

      İçeri dalan adam iki numaralı sakallıyı yakın mesafeden suratından vurdu. Kan, kemik ve beynindeki gri maddesi duvara saçılmıştı.

      Brown arkasını döndü ve hızla merdivenlerden yukarı çıktı.

      *

      Ortalık dumanla kaplıydı ama Luke adamın üst kata koştuğunu görmüştü. Odada etrafına bakındı. Herkes ölmüştü.

      Tatmin olmuştu, koşarak yukarı çıktı. Kendi nefesinin sesi kulaklarını doldurdu.

      Burada savunmasızdı. Merdivenler dardı ki; bu, üzerine ateş açmak için mükemmel bir zamandı. Bunu yapan olmadı.

      Üst katta duman çok daha azdı. Soluna doğru parçalanmış pencere ve keskin nişancının siper aldığı duvar vardı. Keskin nişancının bacakları yerdeydi. Ten rengi botları birbirinin aksi yönde bakıyordu. Adamın geri kalanı gitmişti.

      Luke sağa yöneldi. İçgüdüsel olarak koridorun sonundaki odaya doğru gitti. Uzisini koridorda bıraktı. Omuzuna takılı olan pompalı tüfeği de bıraktı. Kabzasında duran Glock tabancasını çıkardı.

      Sola döndü ve odaya girdi.

      Becca ve Gunner iki katlanan sandalyeye bağlı halde oturuyorlardı. Kolları arkadan bağlanmıştı. Sanki elle dağıtılmış gibi, saçları birbirine girmişti. Tabii ki, bir adam arkalarında duruyordu. Başlarına geçirilmiş çuvalları yere bıraktı ve namluyu Becca’nın kafasının arkasına dayadı. Yere çömelmişti ve Becca’yı kendisine siper almıştı.

      Becca’nın gözleri açılmıştı. Gunner’ınkiler ise sıkıca kapanmıştı. Kontrolsüzce ağlıyordu. Sessiz titriyor, bütün vücudu sarsılıyordu. Altına kaçırmıştı.

      Değdi mi?

      Onları böyle çaresiz ve korkmuş görmek, değmiş miydi? Luke, bir gün önce bir darbeyi engellemişti. Başkan’ı neredeyse kesin bir ölümden kurtarmıştı, ama buna değer miydi?

      “Luke?” dedi Becca, sanki onu tanımamış gibi.

      Tabii ki tanımadı. Luke kaskını çıkardı.

      “Luke,” dedi. Belki rahatlıktan, bir anlığına nefesi kesildi. Bilmiyordu.