Морган Райс

Dönüşüm


Скачать книгу

üstünden alıp ayır- dılar. Sanki hiç acele etmemiş gibilerdi.

      Caitlin nihayet ayaklarının tutmaya başladığını hissetti- ğinde Jonah’ı görmek umuduyla etrafı taradı. Ne var ki gö- rünürde yoktu.

      Çocuklarla dolup taşan masaları birbiri ardına geçerek aralıklardan yürüdü. Çok az boş yer vardı. Mevcut boş yerler de geniş çaplı arkadaş çetelerinin yanı başında olduğu için pek cazip görünmüyordu.

      Nihayet arka tarafta boş bir masaya oturdu. Masanın uzak ucunda tek bir çocuk vardı. Dişleri telli, giydikleri üstünden dökülen, kısa ve çelimsiz bir Çinli çocuk kafasını öne eğmiş ve yemeğine odaklanmıştı.

      Kendini yalnız hissetti. Aşağı bakıp telefonunu kontrol etti. Son kaldığı şehirdeki arkadaşlarından gelmiş birkaç Facebook mesajı vardı. Yeni yerini sevip sevmediğini soru- yorlardı. Her nedense cevap vermek gelmedi içinden. Onlar artık çok uzaktaymış gibi geliyordu.

      İlk günün getirdiği belli belirsiz mide bulantısından hâlen mustarip olan Caitlin, ancak bir iki lokma bir şey yedi. Ka- fasından geçen düşünceleri değiştirmeye çalıştı. 132. sokak- ta pislikten geçilmeyen bir binanın yürüyerek çıkılan beşinci katındaki yeni dairesini düşündü. Mide bulantısı kötüleşti. Hayatında iyi giden bir şey, herhangi bir şey üstünde odak- lanmayı dileyerek derin bir nefes aldı.

      On dört yaşında olup yirmi yaşında gibi davranan küçük kardeşi Sam hiçbir zaman kendisinin en küçük olduğunu hatırlıyormuş gibi değildi. Her zaman onun büyük kardeşi gibi davranmıştı. Tüm bu taşınıp durmalardan, babalarının terk etmesinden, annesinin her ikisine ettiği muameleden ötürü pişkin ve bıçkın olup çıkmıştı. Bunların onu ters bir şekilde etkilemekte ve çocuğun içine kapanmakta olduğunu görebiliyordu. Okulda sıklıkla ettiği kavgalar onu şaşırtma- mıştı. Bunun kötüleşmesinden korkuyordu.

      Fakat mesele Caitlin’e gelince, Sam tam anlamıyla ona bayılıyordu. Caitlin de ona... Hayatındaki tek sabit şey oydu, güvenebileceği tek kişi de. Dünyadaki tek zayıf nok- tasını Caitlin oluşturuyormuş gibi duruyordu. Caitlin onu korumak için elinden geleni yapmaya kararlıydı.

      “Caitlin?”

      Yerinden sıçradı.

      Tepesinde duran kişi, bir elinde tabağı diğer elinde ke- man kutusuyla Jonah’tı.

      “Oturmam sorun olur mu?”

      “Evet... Ay, yani hayır” dedi heyecanla.

      Aptal, diye düşündü kendi kendine. Bu kadar telaşa ka- pılmayı bırak.

      Jonah kendine has gülümsemesini çaktıktan sonra karşı- sına oturdu. Dimdik, kusursuz bir pozda geçti karşısına; ke- man kutusunu da dikkatle yanına koydu. Usulca yemeğini çıkardı. Onda bir şeyler vardı, tam olarak kafasında oturta- mıyordu. Bu çocuk şimdiye kadar tanıştığı herkesten fark- lıydı. Sanki başka bir çağdan gibiydi. Kesinlikle bu mekâna ait değildi.

      “İlk günün nasıl?” diye sordu. “Beklediğim gibi değil.”

      “Ne kastettiğini anlıyorum” dedi. “Keman mı o?”

      Başıyla enstrümanı işaret etti. Çocuk onu yakınında tu- tuyordu, sanki biri çalacakmış gibi de tek elini üstünden ayırmıyordu.

      “Viyola, aslında. Biraz daha büyük sadece, ama çok farklı bir sesi var. Daha yumuşak.”

      Caitlin daha önce hiç viyola görmemişti ve çocuğun ma- sanın üstüne koyup kendisine göstermesini umuyordu. An- cak o bir hareket yapmayınca çıkıntılık yapmak istemedi. Hâlâ eli üstündeydi ve onu koruyormuş gibi görünüyordu. Sanki bu alet kişisel ve özel bir şeydi.

      “Fazlaca pratik yapıyor musun?”

      Jonah omuz silkti. “Günde birkaç saat” dedi gelişigüzel.

      “Birkaç saat mi? Harika çalıyor olmalısın!”

      Yine omuz silkti. “İdare ediyorum sanırım. Benden çok daha iyi çalanlar var. Fakat bunun buradan çıkış biletim ol- masını umuyorum.”

      Caitlin, “Her zaman piyano çalmak istemişimdir” dedi. “Neden çalmıyorsun?”

      Tam, hiç piyanom olmadı ki diyecekti ama kendini tut- tu. Bunun yerine omuz silkti ve tekrardan ayaklarına doğru bakmaya başladı.

      “Piyanon olması gerekmez ki” dedi Jonah.

      Caitlin aklını okumuş olmasından irkilerek kafasını kal- dırdı.

      “Bu okulda bir prova odası var. Buradaki tüm kötülük içinde en azından biraz iyi şeyler var. Sana ücretsiz ders ve- rirler. Tek yapman gereken kayıt olmak.”

      Caitlin’in gözleri açıldı. “Gerçekten mi?”

      “Müzik odasının dışında kayıt kâğıtları var. Bayan

      Lennox’ı bul, ona benim arkadaşım olduğunu söyle.” Arkadaş. Bu kelime Caitlin’in kulağına pek hoş geldi. Ya-

      vaşça içinde büyüyen bir mutluluk hissetti.

      Gülümsemesi yüzüne yayıldı. Gözleri bir anlığına birbi- rine kilitlendi.

      Onun çakmak gibi parlayan yeşil gözlerine bakarken ona milyonlarca soru sorma arzusuyla yanıp tutuşuyordu: Kız arkadaşın var mı? Neden bu kadar iyi davranıyorsun? Benden gerçekten hoşlandın mı?

      Fakat dilini tuttu ve bir şey demedi.

      Vakitlerinin az sonra tükeneceğinden endişelenerek mu- habbeti uzatmayı sağlayacak bir şeyler sormak için kafasını kurcaladı. Onu tekrar görmesini garanti altına alacak bir şey bulmaya çalıştı. Fakat heyecana kapılıp öylece dondu kaldı.

      Nihayet ağzını açmıştı ki zil çaldı.

      Kafeteryanın içi gürültü ve hareketlilikle doldu, Jonah da ayağa kalkıp viyolasını kaptı.

      Tabağını kaldırırken, “Geç kaldım” dedi.

      Jonah onun tabağına baktı. “Seninkini de alayım mı?” Caitlin tabağını unuttuğunu fark ederek masaya baktı ve

      kafasını salladı.

      “Tamam” dedi Jonah.

      Çocuk aniden ürkekleşerek, ne diyeceğini bilemeden öy- lece dikildi.

      “Peki... Görüşürüz o zaman.”

      “Görüşürüz” diye yanıtladı Caitlin, sesi fısıltıdan azıcık daha yüksek çıkıyordu.

      İlk okul günü sona erdiğinde Caitlin, binadan güneşli bir mart öğlenine adım attı. Güçlü bir rüzgâr esiyor olsa da artık üşümüyordu. Etrafındaki tüm çocuklar dışarı çıkarken bağı- rıp çağırıyorduysa da artık bu gürültüden rahatsız olmuyor-du. Kendini canlı ve özgür hissediyordu. Günün geri kalanı bulanık bir şekilde geçip gitmişti. Tek bir yeni öğretmenin ismini hatırlamıyordu.

      Jonah hakkında düşünmeden duramıyordu.

      Kafeteryada bir aptal gibi davranıp davranmadığını dü- şünüyordu. Kelimeler ağzından çıkarken duraklamış, ona zar zor soru sorabilmişti. Ona sormayı düşünebildiği tek şey o aptal viyolayla ilgiliydi. Ona nerede yaşadığını, nere- li olduğunu, üniversiteye nereye başvurduğunu sormalıydı oysa.

      En önemlisi, kız arkadaşı olup olmadığını. Onun gibi bi- rinin birlikte olduğu birileri olmalıydı muhakkak.

      Tam o sırada hoş giyimli, güzel bir Hispanik kız