Yakında bir tutuklama olacak mı?
CEVAP: Bu mümkün ancak şu anda bulunduğumuz noktadan size kesin bir cevap veremiyoruz maalesef.
SORU: Vakayla ilgili somut bir ipucuna sahip misiniz?
CEVAP: Tek söyleyebileceğimiz, belli başlı hatlarda soruşturmalarımızın devam ettiği.
(Bu hayret verici yarı gerçek açıklamalardan sonra Polis Şefi, inatla tırnak etlerini incelemekte olan Savcı’ya acımaklı bir bakış attı.)
SORU: Meslektaşlarımdan bazılarına yönelik eleştiriler oldu. Acaba vakada görev alanlar, meslektaşlarımın gerçekleri kasten çarpıttığı görüşünde mi?
(Yaptığı haber Kollberg’de büyük bir etki bırakmış olan meşhur hınzır muhabir sormuştu bu soruyu.)
CEVAP: Evet, ne yazık ki.
SORU: Bunun gerçek sorumlusu, gerekli bilgileri vermeyerek bizi karanlıkta bırakan ve kendi yöntemlerimizle gerçeği aramaya mecbur eden polis değil mi?
CEVAP: Hımmm.
(Söz almamış olan muhabirlerden de memnuniyetsizliklerini dile getiren sesler çıkmaya başladı.)
SORU: Cesedin kimliğini tespit ettiniz mi?
(Başkomiser Larsson, hızlı bir bakışla topu Ahlberg’e attıktan sonra oturdu ve göğüs cebinden göstere göstere bir puro çıkardı.)
CEVAP: Hayır.
SORU: Acaba kızın bu şehirden ya da civardan olma ihtimali var mı?
CEVAP: Pek olası görünmüyor.
SORU: Neden?
CEVAP: Öyle olsaydı kimliğini teşhis edebilmiş olurduk.
SORU: Ülkenin başka bir yerinden geldiğine dair şüphenizin tek dayanağı bu mu?
(Ahlberg sıkıntılı bir şekilde Polis Şefi’ne baktı ama adam tüm ilgisini purosuna vermişti.)
CEVAP: Evet.
SORU: Dalgakıran civarındaki aramalardan bir sonuç çıktı mı?
CEVAP: Birtakım şeyler bulduk.
SORU: Bulduklarınızın cinayetle bir ilgisi var mı?
CEVAP: Bu soruyu cevaplamak kolay değil.
SORU: Kadın kaç yaşındaymış?
CEVAP: Tahminen yirmi beş ila otuz yaş arası.
SORU: Onu öldükten tam olarak ne kadar süre sonra buldunuz?
CEVAP: Buna cevap vermek de kolay değil. Üç ila dört gün arası.
SORU: Halka aktarılan bilgiler çok muğlak. Bize daha kesin ve net bir bilgi vermeniz mümkün mü?
CEVAP: Biz de onu yapmaya çalışıyoruz. Maktulün yüzünün bir fotoğrafını da hazırladık, isterseniz bir örneğini alabilirsiniz.
(Ahlberg masasındaki kâğıt yığınına uzandı ve tek tek muhabirlere dağıtmaya başladı. Odadaki hava ağır ve rutubetliydi.)
SORU: Kadının vücudunda belirgin herhangi bir iz var mıydı?
CEVAP: Bildiğimiz kadarıyla hayır.
SORU: Bu ne anlama geliyor?
CEVAP: Hiçbir iz olmadığı anlamına geliyor yani.
SORU: Diş incelemesinden özel bir ipucu çıktı mı?
CEVAP: Sağlıklı dişleri varmış.
(Uzun ve boğucu bir sessizlik izledi bunu. Martin Beck önündeki muhabirin hâlâ çizdiği yıldızı karalamakta olduğunu gördü.)
SORU: Cesedin suya başka bir bölgeden atılmış ve akıntıyla dalgakırana sürüklenmiş olması mümkün mü?
CEVAP: Olası görünmüyor.
SORU: Kapı kapı dolaşarak bir şey öğrendiniz mi?
CEVAP: O iş hâlâ devam ediyor.
SORU: Özetle, polisin elinde tamamen esrarengiz bir vaka olduğu söylenebilir mi?
Cevap veren Savcı oldu.
“Birçok suç başlangıçta esrarengizdir.”
Böylece basın toplantısı sona ermiş oldu.
Dışarı çıkarken yaşlıca muhabirlerden biri Martin Beck’i durdurdu, elini koluna koyup, “Ufacık da olsa bilginiz yok mu?” diye sordu. Martin olumsuz anlamda başını salladı.
Ahlberg’in ofisinde iki adam kapı kapı gezerek topladıkları bilgileri gözden geçiriyordu.
Kollberg masaya yürüdü, kâğıtlardan bazılarına göz attı ve omuz silkti.
Ahlberg geldi, ceketini çıkarıp sandalyesinin arkasına astı. Sonra Martin Beck’e dönüp “Savcı seninle konuşmak istiyor. Hâlâ diğer odada,” dedi.
Savcı ve Emniyet Amiri hâlâ masada oturuyordu.
“Beck,” dedi Savcı, “burada daha fazla kalmanıza ihtiyaç olduğunu sanmıyorum. Üçünüze yetecek kadar çok iş yok sanki.”
“Doğru.”
“Genel anlamda, geriye kalan işlerin başka yerde de rahatlıkla yapılabileceğini düşünüyorum.”
“Olabilir.”
“Kısacası, seni burada alıkoymak istemiyorum, özellikle de kafanda başka meseleler olacaksa.”
“Benim görüşüm de bu yönde,” diye ekledi Polis Şefi.
“Benimki de,” dedi Martin Beck.
El sıkıştılar.
Ahlberg’in ofisinde hâlâ çıt çıkmıyordu. Martin Beck sessizliği bozmadı.
Bir süre sonra Melander girdi içeri. Şapkasını asıp başıyla selam verdi diğerlerine. Sonra masaya gidip Ahlberg’in daktilosunun başına oturdu, bir kâğıt takıp birkaç satır yazdı. Kâğıdı daktilodan çıkardı, imzaladı ve masasındaki dosyaya yerleştirdi.
“O ne, önemli bir şey mi?” diye sordu Ahlberg.
“Değil,” dedi Melander.
İçeri girdiğinden beri tavrını değiştirmemişti.
“Yarın eve dönüyoruz,” dedi Martin Beck.
Kollberg, “Harika,” deyip esnedi.
Martin Beck kapıya doğru bir adım attı, sonra daktilonun başındaki adama dönüp baktı.
“Otele geliyor musun?” diye sordu.
Ahlberg başını arkaya atıp tavana baktı. Sonra ayağa kalkıp kravatını düzeltti.
Otelin lobisinde Melander’den ayrıldılar.
“Ben tokum, yemiştim,” dedi. “İyi geceler.”
Melander derli toplu bir adamdı. Ayrıca harcırahını da tutumlu kullanır ve görev başındayken sosisli sandviç ve alkolsüz içeceğe talim ederdi.
Diğer üçü yemek salonuna gidip oturdu.
“Bir cin tonik,” dedi Kollberg. “Schwepps.”
Diğer ikisi biftek, aquavit ve bira söyledi. Kollberg içkisini alıp üç yudumda bitirdi. Martin Beck muhabirlere verilen dosyanın bir nüshasını çıkarıp okudu.
“Bana bir iyilik yapar mısın?” dedi Martin Beck, Koll-berg’e bakarak.
Kollberg, “Tabii ki,” dedi.
“Yeni bir eşkâl çıkarmanı istiyorum, şahsen bana çıkar. Bir rapor değil, eşkâl istiyorum. Bir ceset değil, insan eşkâli. Ayrıntılı şekilde. Hayattayken neye benziyor olabileceğine dair. Acele etme.”
Kollberg