Пер Валё

Gülen Polis


Скачать книгу

Körler Okulu’nu geride bıraktı ve çeşitli enstitüleriyle birlikte geniş alanı kapsayan üniversite bölgesinden çıkıp nihayet Tomtebodavägen’deki demiryolu idaresinin oraya çıktı.

      Zekice düşünülmüş bir yol çizmişti, tek bir kişiye bile rastlamayacakları alanlardan dolaşmıştı. Yol boyunca tek bir arabaya bile rastlamadılar ve sadece iki canlı varlık gördüler; önce bir kedi, sonra bir başka kedi.

      Tomtebodavägen’in sonuna ulaştıklarında Kvant, Stockholm şehir sınırına on metre kala arabayı durdurdu ve vardiyalarının geri kalanını nasıl düzenleyeceklerini düşünürken motoru rölantide çalıştırdı.

      Acaba yüzün tutup da gerisin geri aynı yolda dolaşır mısın, diye merak etti Kristiansson. Dışından ise şöyle dedi, “Bana 10 kron borç verir misin?”

      Kvant başıyla onayladı, cüzdanını göğsünün cebinden çıkarıp meslektaşına yüzüne bile bakmadan parayı uzattı. Aynı saniye hızlı bir karar verdi. Eğer şehir sınırlarını geçip Norra Stations Caddesi’ni kuzeydoğu yönünde bir beş yüz metre takip ederse, sadece iki dakikalığına Stockholm’e girmiş olurlardı. Arkasından Eugeniävagen’e sapıp hastanenin karşısından yola devam ederek Haga Parkı’nın içinden geçip Kuzey Mezarlığı’nı takip edebilir, sonunda da karakolda bu yolculuğu bitirebilirlerdi. O zamana kadar vardiyaları sona ermiş olurdu ve birileriyle karşılaşma ihtimalleri neredeyse yoktu.

      Araba Stockholm sınırına girip Norra Stations Caddesi’ne saptı.

      Kristiansson 10 kronu cebine sokup esnedi. Arkasından sağanak yağmurda gözlerini kısarak ileri baktı ve, “Bak, bak, bak… Şu teres de bize doğru mu gelir?” dedi.

      Kristiansson ve Kvant, Güney’den Skåne’liydi ve garip cümleler kurarlardı.

      “Köpeği de varmış,” dedi Kristiannson. “Bize el kol sallıyor.”

      “Benlik değil,” dedi Kvant.

      Komik derecede küçük olan köpeğini su birikintilerinin içinden sürükleye sürükleye getiren adam aceleyle yola fırlayıp arabanın tam önünde durdu.

      Kvant, frene abanarak, “Kahrolası piç!” diye küfretti.

      Yan camı indirip bağırmaya başladı, “Hangi akla hizmet yolun ortasına koşuyorsun böyle?”

      “Orada… orada bir otobüs var,” dedi adam nefes nefese. Yolu gösterdi.

      “Eee, ne olmuş?” dedi Kvant kabalaşarak. “Ayrıca köpeğine ne biçim davranıyorsun? Zavallı hayvanın canı çıkacak.”

      “Bir… bir kaza olmuş.”

      “Anladık, bakarız şimdi,” dedi Kvant, sabrı taşmak üzereydi. “Kenara çekil.”

      Arabayı sürdü.

      “Bir daha sakın bunu yapma!” diye de bağırdı omzunun üstünden. Kristiansson yağmur altında ileri baktı.

      “Evet,” dedi bezgince. “Bir otobüs yoldan çıkmış. Çift katlılardan biri.”

      “Farları da yanıyor,” dedi Kvant. “Ön kapısı da açık. Atlayıp bir baksana, Kalle.”

      Otobüsün arkasına arabayı park etti. Kristiansson kapıyı açtı, otomatik bir hareketle belindeki kemeri düzeltti ve kendi kendine, “Ahan, bu da ne böyle?” dedi.

      Tıpkı Kvant gibi o da bot ve deri ceket giymişti, ceketinin düğmeleri parlaktı ve belinde tabancası asılıydı.

      Kvant arabada oturmaya devam edip otobüsün açık kapısına yaylana yaylana yürüyen Kristiansson’u izledi.

      Kvant arkadaşının otobüsün demirine tutunup içeri göz atmak için kendini bir basamak yukarı çektiğini gördü. Sonra birden irkildi ve hemen yere çömeldi, sağ eliyse tabancasındaydı.

      Kvant hızlı hareket etti. Bir saniye sonra kırmızı ışıkları, arama ışığını ve devriye arabasının turuncu çakarını yaktı.

      Kristiansson ise hâlâ otobüsün yanında yere çömelmişken Kvant arabanın kapısını açıp sağanak yağışın altında koştu. Kvant bu arada 7.65 mm Walther’ını çekmiş, horozunu kaldırmıştı, hatta kol saatine bir bakış bile atmıştı.

      Saat on biri tam on üç geçiyordu.

      4

      Norra Stations Caddesi’ne ilk varan kıdemli polis Gunvald Larsson’du.

      Kungsholmen emniyetindeki masasında oturuyor, uzun tutulmuş sıkıcı bir tutanağı kim bilir kaçıncı kez okuyordu ve insanlar neden eve gitmiyor, diye merak ediyordu.

      ‘İnsanlar’ derken kastettiği emniyet müdürü, müdür yardımcısı ve birçok farklı komiser ve şefti. Protestoyu bastırdıklarından merdiven ve koridorlarda mutlulukla volta atıyorlardı. Bu insanlar artık bugünlük yeter diyecek kıvama geldiği ve dışarı çıkmaya başladığı anda, kendisi de en hızlısından öyle yapacaktı.

      Telefon çaldı. Homurdanarak ahizeyi kaldırdı. “Alo. Larsson.”

      “Polis merkezi. Devriye gezen Solna’dan iki polis Norra Stations Caddesi’nde ceset dolu bir otobüs buldu.”

      Gunvald Larsson duvardaki dijital saate baktı, on biri tam on sekiz geçiyordu. “Solna’lı bir ekip arabası nasıl olur da Stockholm’de ceset dolu bir otobüse rastlayabilir?”

      Gunvald Larsson, Stockholm cinayet masasında komiserdi. Kasıntı bir duruşu vardı ve teşkilatın en sevilen üyelerinden biri değildi.

      Fakat asla vakit kaybetmezdi, dolayısıyla oraya ilk varan o oldu.

      Arabasının frenine bastı, ceketinin yakasını kaldırıp yağmura adımını attı. Kaldırıma çaprazlama duran kırmızı bir çift katlı otobüs gördü; ön kısmı yüksek bir tel örgüyü geçip kırılmıştı. Aynı zamanda beyaz tamponlu, siyah bir Plymouth araba da gördü, kapılarının üstünde kalın beyaz harflerle POLİS yazıyordu. Dörtlüleri yanıyordu ve reflektörün ışığında iki üniformalı polis, ellerinde tabancalarıyla ayakta duruyordu. İkisi de doğal hâllerinden çok daha solgun görünüyordu. Birisi deri ceketinin ön yüzüne kusmuştu ve sırılsıklam olmuş mendiliyle utanç içinde temizlenmeye çalışıyordu.

      “Neler oluyor?” diye sordu Gunvald Larsson.

      “Orada… içeride çok fazla ceset var,” dedi polislerden biri.

      “Evet,” dedi diğeri. “Evet, aynen. Çok. Bir sürü boş kovan var.”

      “İçlerinden biri yaşıyor.”

      “Bir de polis var.”

      “Polis mi?” diye sordu Gunvald Larsson.

      “Evet. Cinayet masasından.”

      “Tanıdığımız biri. Västberga’da çalışıyor. Cinayet masasında.”

      “Ama adını bilmiyoruz. Mavi yağmurluklu. Ne yazık ki ölmüş.”

      İki devriye polis memuru, belirsizce ve sessizce aynı anda konuştu.

      İkisine de küçük denemezdi fakat Gunvald Larsson’un yanında o cüsseleri pek de göze çarpmıyordu.

      Gunvald Larsson 1.95 boyundaydı ve neredeyse yüz kiloydu. Omuzları profesyonel boksörler kadar geniş ve köşeliydi. Kocaman, kıllı elleri vardı. Arkaya yatırılmış sarı saçlarından su damlıyordu.

      Bir sürü siren sesi, yağmur şakırtısını bölmüştü. Her yönden geliyorlardı sanki. Gunvald Larsson kulak kabartıp, “Burası Solna mı?” diye sordu.

      “Tam şehir sınırında,” diye cevap verdi Kvant kurnazca.

      Gunvald