organları gayet sağlıklıydı,” dedi patoloji uzmanı. “Tek sıra dışı durum, kanındaki karbonmonoksit oranı biraz yüksekti, hiç duman solumadığı göz önüne alınırsa, bu tuhaf.”
Martin Beck yaklaşık bir yarım saat daha kaldıktan sonra şehre döndü. Norra Bantorget’te otobüsten inip otobüs terminalindeki kirli havayı solurken şehirde yaşayan ve karbonmonoksit zehirlenmesinden mustarip olmayan bir vatandaşın bile olmadığına kanaat getirdi.
Bir süre patoloji uzmanının, ölü adamın kanında karbonmonoksit bulunduğunu söylemesi önemli miydi değil miydi diye durup düşündü fakat sonra bu konuyu rafa kaldırdı. Ardından, metronun daha da zehirli olan havasına doğru yürümeye başladı.
9
13 Mart Çarşamba günü öğleden sonra, Gunvald Larsson’a ilk kez Güney Hastanesi’ndeki yatağından kalkma izni verildi. Gunvald Larsson hastanenin tedarik ettiği sabahlığa zar zor sığmıştı. Durumdan hiç de hoşnut değildi. Kaşlarını çatarak aynadaki yansımasına baktı. Sabahlık ona birkaç beden küçüktü, rengi solmuştu ve ne renk olduğu anlaşılmıyordu. Sonra Gunvald Larsson ayaklarına baktı. Bir çift tahta tabanlı ayakkabı vardı ayağında. Bu ayakkabılar ya Golyat için yapılmıştı ya da bir sabo üreticisinin kapısına asılmak maksadıyla üretilmişlerdi.
Bozuk parası komodinin çekmecesindeki küçük bir kutuda duruyordu, böylece Gunvald Larsson birkaç bozukluk alıp en yakındaki hasta telefonuna gitti, polis merkezinin numarasını çevirdi ve hazzetmediği giysinin kolunu dalgın dalgın çekiştirdi.
“Evet,” dedi Rönn. “Eh, sen misin? Nasılsın?”
“İyi. Ben buraya nasıl geldim?”
“Ben getirdim. Kafan bayağı uçmuştu.”
“En son hatırladığım, gazetede Zachrisson’un resmine bakıyordum sanırım.”
“Eh,” dedi Rönn. “O beş gün önceydi. Ellerin nasıl?”
Gunvald Larsson sağ eline bakıp parmaklarını esnetti. Eli oldukça genişti ve uzun, sarı tüylerle kaplıydı.
“İyi görünüyorlar,” dedi. “Sadece birkaç bandaj var.”
“Eh, iyi, sevindim.”
“Sen her cümleye ‘eh’le başlamak zorunda mısın?” dedi Gunvald Larsson sinirle.
Rönn buna cevap vermedi.
“Eh, Einar?”
“Eh, ne olmuş?” dedi Rönn, hafiften kahkaha atarak.
“Neye gülüyorsun?”
“Hiçbir şeye. Ne istiyorsun?”
“Çalışma masamda orta çekmecenin en arkasında siyah deri bir cüzdan var. İçinde yedek anahtarlarım var. Arabayla Bollmora’ya gidip benim beyaz sabahlığımla beyaz terliklerimi getirir misin? Sabahlık gardırobun içinde ve terlikler de holde, kapının hemen arkasında.”
“Eh, yapabilirim sanırım.”
“Yatak odasındaki çekmeceli konsolda bir NK torbası var, içinde pijama olacak. Onu da getiriver, olur mu?”
“Bunları hemen mi istiyorsun?”
“Evet. Buradaki salaklar en erken iki güne kadar beni salmıyorlar ve bana gri-kahve, gri-mavi bir şey verdiler, üstüme on beden küçük ve ayağımda da tabuta benzer sabolar var. Orada durumlar nasıl?”
“Eh, fena değil. Gayet sessiz.”
“Beck ve Kollberg ne yapıyorlar?”
“Burada değiller. Västberga’ya çekildiler.”
“Güzel. Dosya ne durumda?”
“Hangi dosya?”
“Yangın tabii ki.”
“O kapandı.”
“Ne demek istiyorsun?” diye bağırdı Gunvald Larsson. “Ne diyorsun sen be? Dosya kapandı mı?”
“Evet, kazaymış.”
“Kaza mı?”
“Evet, aşağı yukarı öyle bir şey… anlıyorsun ya, soruşturma bu sabah sona erdi ve…”
“Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Sarhoş musun nesin?”
Gunvald Larsson o kadar yüksek sesle konuşuyordu ki koğuş sorumlusu hemşire koridordan yanına geldi.
“Hayır, bana bak, o Malm denen yaratık…”
“Bay Larsson,” diye uyardı hemşire. “Böyle olmaz.”
“Kapa çeneni,” dedi Gunvald Larsson alışkanlık gereği.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.