oradaydı. Gunvald Larsson ise bankanın içindeydi.
Banka dışında küçük bir grup insan toplanmıştı ve Rönn karşı kaldırıma geçerken orada dikilen, izleyenlere bakan üniformalı polislerden biri yanına gelip, “Silah sesi duyduğunu söyleyen iki şahit var. Onlarla ne yapayım?” diye sordu.
“Bir dakika beklet,” dedi Rönn. “Diğerlerini de dağıtmaya çalış.”
Memur başıyla onayladı ve Rönn de bankanın içine girdi.
Uzun veznenin ve çalışma masalarının ortasındaki mermer zemindeki ölü adam, kolları iki yana açık, sol dizi kırık, sırtüstü yatıyordu. Pantolonunun bir bacağı sıyrılmış, üstünde lacivert bir çapa sembolü olan, sakız gibi beyaz orlon çorabı ve sarı kıllarla dolu, bronz bacağının bir kısmı ortaya çıkmıştı. Kurşun tam suratına isabet etmişti, kafasının arkasından kan ve beyin parçacıkları saçılmıştı.
Banka personeli odanın uzak ucunda bir arada oturuyordu ve önlerinde Gunvald Larsson, yarı ayakta dikilmiş, yarı oturur vaziyette bir bacağını bir masanın kenarına yaslamıştı. Kadınlardan biri tiz ve hiddetli bir sesle konuşuyordu.
Gunvald Larsson, Rönn’ü görünce kadına sağ avucunu kaldırdı, kadın da sözünü yarıda kesmek zorunda kaldı. Gunvald Larsson kalktı, veznenin arkasına geçti, elinde defteriyle Rönn’e doğru yürüdü. Yerdeki adamı başıyla işaret edip konuştu:
“Pek iyi görünmüyor. Sen burada kalırsan, ben de tanıkları başka yere götürebilirim, belki Rosenlunds Caddesi’ndeki eski emniyete. Sen de rahat rahat çalışırsın burada.”
Rönn başıyla onayladı. “Soyguncu, bir kadınmış,” dedi.
“Nakit parayla kaçmış. Nereye gittiğini gören olmuş mu?”
“Banka personelinden gören yok,” dedi Gunvald Larsson. “Anlaşılan dışarıda dikilen bir adam, bir arabanın uzaklaştığını görmüş ama plakayı alamamış ve modelini de tam hatırlamıyor, bu yüzden buradan pek bir yere varılamaz. Onunla daha sonra konuşacağım.”
“Bu kim peki?” diye sordu Rönn, kafasıyla ölü adamı işaret ederek.
“Kahraman rolüne soyunmaya kalkan salağın teki. Kendini soyguncunun üstüne atmak istemiş, tabii ki kadın da o anlık panikle ateş etmiş. Bankanın müşterilerinden biriymiş, çalışanlar onu tanıyor. Buraya özel kasası için gelmiş ve olayın tam ortasında, şuradaki merdivenlerden yukarı çıkıyormuş.” Gunvald Larsson not defterine göz attı. “Bir jimnastik okulunda müdürmüş, adı Gårdon, å harfiyle.”
“Kendini Flash Gordon zannetmiş sanırım,” dedi Rönn.
Gunvald Larsson ona soru soran gözlerle baktı.
Rönn kızarıp konuyu değiştirmeye çalıştı: “Eh, şu şey sayesinde kadının nasıl göründüğünü görebiliriz diye umuyorum.” Tavanın altına yerleştirilmiş kamerayı işaret etti.
“Eğer düzgün bir şekilde çalışıyorsa ve içinde film varsa tabii,” dedi Gunvald Larsson şüpheyle. “Ve veznedar düğmeye basmayı aklına getirebilmişse.”
Bugünlerde İsveç bankalarının çoğu, görevdeki veznedarın yerdeki bir düğmeye ayağıyla basmasıyla kayda geçen bir kamerayla donatılmıştı. Soygun sırasında personelin yapması gereken tek şey buydu. Silahlı soygun sayısı arttıkça, bankalar personellerine istenen paraları teslim etmelerini ve soyguncuları durdurmak ya da kaçmalarını engellemeye çalışmak için kendi canlarını riske atacak şeyler yapmamalarını emretmişti. Bu emir, göründüğü gibi insaniyet namına ya da banka personelini düşünmenin bir sonucu değildi. Yalnızca edinilen tecrübenin semeresiydi. Banka ve sigorta şirketleri için, soyguncuların aldıkları nakitle kaçmalarına izin vermeleri, ortaya çıkan hasarı onarmaktan ve belki de kurbanların ailelerine ömürlerinin sonuna kadar maddi destek vermekten daha ucuza geliyordu. Birisi yaralanır ya da ölürse maddi destek sağlamaları gerekiyordu.
Şimdi polis doktoru olay yerine varmış ve Rönn arabasına gidip cinayet setini getirmişti. Eski moda yöntemler kullanırdı ve böyle iyi de iş çıkarıyordu. Gunvald Larsson, banka personeli ve kendilerini tanık diye ortaya atan dört kişiyle birlikte Rosenlunds Caddesi’ndeki eski emniyetin yolunu tuttu.
Kullanması için izin verdikleri sorgu odasında süet ceketini çıkarıp bir sandalyenin arkasına astıktan sonra, öncü incelemelerine başladı. Banka personeli tarafından verilen ilk üç ifade, birbirinin tıpatıp aynısı sayılırdı; diğer dört ifade ise farklıydı.
Dört tanıktan birincisi kırk iki yaşında bir adamdı ve silah ateşlendiğinde bankadan beş metre uzakta, bir kapı eşiğinde dikiliyordu. Siyah şapkalı ve güneş gözlüklü bir kızın aceleyle oradan geçtiğini görmüştü ve onun ifadesine göre, yarım dakika sonra sokağa baktığında yeşil bir arabanın, muhtemelen bir Opel’di, on beş metre ötede kaldırım kenarından trafiğe karıştığını görmüştü. Araba Hornsplan istikametinde hızla gözden kaybolmuştu ve adam, sanki siyah şapkalı kızı arka koltukta otururken görmüştü. Arabanın plakasını alamamıştı ama ‘AB’ ile başladığını düşünüyordu.
Sıradaki tanık bir kadındı, bir butik sahibiydi. Ateş edildiğini duyduğunda dükkânının açık kapısında dikiliyordu, dükkânın bir duvarı bankayla ortaktı. Kadın ilk önce sesin, butiğinin içindeki kilerden geldiğini zannetmişti. Gaz ocağının patladığından korkup anında içeri koşmuştu. Patlamadığını anlayınca kapıya geri dönmüştü. Caddeye doğru bakınca büyük, mavi bir arabanın patinaj çekerek trafiğe karıştığını görmüştü. Aynı saniye, bir kadın bankadan dışarı çıkmış ve biri vuruldu diye haykırmıştı. Kadın, arabanın içinde kimin oturduğunu ya da plakayı görememişti ama araba sanki taksiye benziyordu.
Üçüncü tanık, otuz iki yaşında bir metal işçisiydi. Onun ifadesi daha detaylıydı. Ateş edildiğini duymamıştı ya da en azından farkında değildi. Kız bankadan çıktığında, adam kaldırımda yürüyordu. Kızın acelesi vardı ve yanından geçerken onu iteklemişti. Adam kızın yüzünü görmemişti fakat otuz yaşlarında olduğunu tahmin ediyordu. Üstünde mavi pantolon, gömlek, bir şapka vardı ve elinde koyu renk bir torba taşıyordu. Kadının, iki tane 3 rakamı olan ‘A’ plakalı bir arabaya gittiğini görmüştü. Araba bej rengi bir Renault 16’ydı. Direksiyonda yirmi yirmi beş yaşlarında zayıf bir adam oturuyordu. Uzun, siyah saçlıydı ve kısa kollu koton tişört giymişti. Dikkat çekici bir şekilde solgundu. Biraz daha yaşı büyük, başka bir adam da kaldırımda duruyordu ve kıza kapıyı açmıştı. Kapıyı arkasından kapattıktan sonra, ön koltukta sürücünün yanına oturmuştu. Bu adam da güçlü yapılıydı, yaklaşık bir seksen boyunda, uzun, kül rengi saçları vardı, kıvırcık ve çok gür. Cildi kırmızıydı ve siyah İspanyol paça pantolon ve parlak kumaştan siyah bir gömlek giymişti. Araba U dönüşü yapmış, Slussen istikametinde gözden kaybolmuştu.
Bu ifadeden sonra, Gunvald Larsson’un kafası çorba oldu. Sonuncu tanığı çağırmadan önce notlarını dikkatlice okudu.
Sonuncu tanık, elli yaşında bir saat tamircisiydi, bankanın tam önünde, arabasının içinde oturmuş, karşı kaldırımdaki bir ayakkabıcıda olan karısını bekliyordu. Penceresi açıktı ve ateş edildiğini duymuştu fakat Horns Caddesi gibi bir cadde her zaman çok gürültülü olduğundan bir tepki vermemişti. Kadının bankadan çıktığını gördüğünde saat üçü beş geçiyordu. Kadın dikkatini çekmişti çünkü yaşlı bir kadına çarpıp ‘affedersiniz’ bile dememişti ve adam da içinden, böyle acelesi olup da kibarlığı umursamamak, tam tipik Stockholm’lü davranışı diye düşünmüştü. Adam Södertälje’liydi. Kadın pantolon giymişti