iki bölümden ibaretti. Birinci bölüm, gündelik ve iğrençti.
15 gün önce, yani 18 Haziran Pazar günü, Kungsholmen’deki Bergs Caddesi 57 numaradan bir kiracı polisi aramıştı. Konuşma öğleden sonra saat 2.19’da kaydedilmişti ama içinde iki memur bulunan bir devriye arabası ancak iki saat sonra oraya ulaşmıştı. Bergs Caddesi’ndeki ev, Stockholm Emniyet Müdürlüğü’nden taş çatlasın yürüyerek dokuz dakika mesafedeydi ancak bu gecikme kolaylıkla açıklanmıştı. Başkentte feci bir polis kıtlığı vardı; ayrıca yaz tatili dönemiydi, hem de günlerden pazardı. Dahası durumun acil olduğunu gösteren hiçbir işaret yoktu. Karl Kristiansson ve Kenneth Kvastmo adlı iki devriye polisi binaya girip, arayan kişiyle konuşmuştu. Arayan, evin sokağa bakan cephesinde iki kat yukarıda oturan bir kadındı. Kadın onlara birkaç gündür, merdiven boşluğundan gelen nahoş bir kokudan rahatsız olduğunu ve bir şeylerin yolunda gitmediğinden şüphelendiğini anlatmıştı.
İki memur da kokuyu anında almıştı. Kvastmo kokunun çürümeden kaynaklandığını belirtmişti; kendi deyimiyle çürümüş et kokusunu andırıyordu. Yine Kvastmo daha yakından koklayınca birinci kattaki bir dairenin kapısına geldiler. Ellerindeki bilgilere göre, tek odalı bir dairenin kapısıydı bu, bir süredir, muhtemelen ismi Karl Edvin Svärd olan, altmış beş yaşlarında bir adam orada yaşıyordu. İsim, zilin altındaki elle yazılmış bir kartonun üstünde yazıyordu. Tahmin edildiği üzere, koku intihar etmiş ya da doğal sebeplerle ölmüş birisinin cesedinden, bir köpekten -Kvastmo’ya göre- ya da muhtemelen hasta veya çaresiz bir duruma düşmüş bir insandan geliyor olabileceğinden zorla içeri girmeye karar vermişler. Zil çalışmıyormuş ama kapıyı ne kadar yumruklasalar da bir ses çıkmamış. Bir kapıcı, ev sahibi ya da yardımcı olabilecek birileriyle temasa geçme çabaları da sonuç vermemiş.
Bunun üstüne polisler, daireye girmek için izin istemiş ve bir arama emri çıkarttırmışlar. Bir çilingir çağrılmış, bu da bir yarım saatlik daha gecikmeye yol açmış.
Çilingir kapının oldukça güçlü bir kilidi olduğunu, posta deliği bulunmadığını söylemiş. Böylece kilit özel bir alet sayesinde delinmiş fakat bu bile kapıyı açmayı mümkün kılmamış.
Kristiansson ve Kvastmo’nun bu olayla geçirdikleri zaman mesai saatlerini çok aşmış. Yeni emir isteyip kapıyı kırarak açma emri çıkarttırmışlar. Cinayet Büro’dan birileri mi katılsa acaba şeklindeki sorularına, başka müsait personel yok gibisinden kısa ve öz bir cevap almışlar. Artık çilingir de işinin bittiğini düşünüp oradan ayrılmış.
Akşam saat yedi sularında Kvastmo ve Kristiansson, kapının dışındaki menteşeleri kırarak kapıyı açmayı başarmışlar. Buna rağmen, onları yeni bir zorluk bekliyormuş zira kapı, iki güçlü metal sürgüyle sağlamlaştırılmış, ayrıca üstüne bir de tilki-kilidi denen, doğramaların ortasına yerleştirilmiş bir dökme demir çubuk oturtulmuş. Bir saat daha süren çalışmaların ardından, polisler dairenin içine girmeyi başarmışlar, içeride onları boğucu bir sıcak ve burunlarının direğini kıracak kadar ağır bir ceset kokusu karşılamış.
Sokağa bakan odanın içinde ölü bir adam bulmuşlar. Ceset sırtüstü uzanmış, Bergs Caddesi’ne bakan pencereden yaklaşık üç metre uzaktaymış, açık bir elektrikli radyatörün yanındaymış, bu radyatörden gelen sıcaklık, bir de devam eden sıcak hava akımı sayesinde ceset normal hacminin en az iki katı şişmiş. Ceset, yoğun bir çürüme evresindeymiş ve her taraf kurt kaynıyormuş.
Sokağa bakan pencere içeriden kilitli, jaluzi de inikmiş. Açık mutfaklı dairenin diğer penceresi avluya bakıyormuş. Pencere lastikleri yapıştırılmış ve uzun zamandır açılmamış gibiymiş. Mobilyalar az, süpürgelikler sadeymiş. Dairenin tavanı, zemini, duvar ve duvar kâğıtları, boyası harap bir hâldeymiş. Mutfak ve oturma odasında sadece birkaç parça alet edevat bulunmuş.
Orada buldukları resmî bir belge, ölen adamın yani altmış iki yaşındaki Karl Edvin Svärd’ın emeklilik yaşı gelmeden altı yıl önce işiyle ilişiği kesilmiş bir depo çalışanı olduğunu gösteriyormuş.
Bütün dairenin içi Gustavsson adında bir komiser tarafından incelendikten sonra ceset Adli Tıp Kurumu’na, rutin bir otopsi incelemesine gönderilmiş.
Vaka ilk olarak intihar diye değerlendirilmiş; açlıktan, hastalıktan ya da başka doğal sebeplerden ötürü doğal bir ölüm olmasından da şüphelenilmiş.
Martin Beck ceketinin cebini yoklayıp olmayan Florida paketini aradı.
Gazetelerde Svärd hakkında tek kelime haber yoktu. Haber, dünya üstünde en yüksek intihar oranlarından birine sahip Stockholm için fazla sıradandı. Herkes bu konudan bahsetmekten dikkatlice kaçınır ve konu açılırsa da manipüle edilmiş ve gerçek dışı istatistikler yoluyla bunu örtbas etmeye çalışırdı. En sık rastlanan açıklama en basit olandı: Diğer bütün ülkeler, bu tür istatistiklerle oynuyordu. Gelgelelim son yıllarda, artık devlet büyükleri bile bunu halk arasında yüksek sesle dile getirmeye cesaret edemez olmuştu, belki de her şeye rağmen insanlar kendi gözleriyle gördükleri kanıtlara, siyasi açıklamalardan daha fazla inandığı içindi. Ayrıca bu böyle olmasa bile mesele yine de utanç vericiydi. Çünkü konunun özü, Refah Devleti’nin hastalar, fakirler ve yalnız insanlarla dolup taşmasıydı. Bu kişiler en iyi ihtimalle köpek mamasıyla beslenen, fare deliğinden hallice kiralık dairelerinde ölene kadar bakımsız kalıyorlardı. Hayır, bunlar halkın duyacağı şeyler değildi. Polise bile uygun değildi.
Fakat hepsi bu kadarla kalmıyordu. Karl Edvin Svärd adlı, vaktinden önce emekliliğe ayrılmış adamın hikâyesinin bir de devamı vardı.
6
Martin Beck, bir raporda bir şey anlaşılmaz görünüyorsa, sebebin yüzde doksan dokuz, birisinin dikkatsizliğinden, hatasından ya da kaleminin sürçmesinden, meselede can alıcı bir noktayı gözden kaçırmasından ya da kendini anlaşılır kılma yeteneğinden mahrum olmasından kaynaklandığını bilirdi.
Bergs Caddesi’ndeki dairede ölen adam hakkındaki hikâyenin ikinci kısmı, en hafif ifadeyle, alengirliydi. İlk başta, işler her zamanki gibi gelişmişti. Pazar akşamı, ceset oradan alınıp morga kaldırılmıştı. Ertesi gün, evin içi dezenfekte edilmişti, bu kesinlikle şarttı ve Kristiansson ve Kvastmo olay hakkındaki raporlarını sunmuştu.
Cesede otopsi salı günü yapılmıştı ve sorumlu polis departmanı, ertesi gün kararı almıştı. Uzun süre beklemiş cesetlere otopsi yapmak oldukça kötüydü, özellikle de bahsi geçen şahsın, intihar ettiği ya da doğal sebeplerle öldüğü baştan biliniyorsa. Dahası, eğer malum şahıs toplumda pek ehemmiyetli bir statüye sahip değilse, mesela vaktinden önce emekliye ayrılmış bir depo işçisiyse, o zaman olaya karşı gram ilgi alaka kalmazdı.
Otopsi raporunu Martin Beck’in adını daha önce hiç duymadığı birisi, muhtemelen geçici bir görevli imzalamıştı. Rapor aşırı derecede bilimsel ve anlaşılmaz bir dildeydi. Belki de bu sebepten, konuya bu kadar miskinlikle yaklaşılmıştı. Martin Beck’in anlayabildiği kadarıyla, dosyası Cinayet Masası’ndaki Einar Rönn’e bir hafta sonra bile ulaşmamıştı. Olaya ilgi ancak bu noktada başlamıştı.
Martin Beck telefonu kendine doğru çekip uzun zaman sonra ilk kez bir görüşmeye hazırlandı. Ahizeyi kaldırdı, sağ elini tuşların üstüne koydu, bir süre öyle kaldı. Adli Tıp Kurumu’nun numarasını unutmuştu, rehberden bakmak zorunda kaldı.
Patoloji uzmanı çok şaşırdı. “Tabii,” dedi. “Tabii hatırlıyorum. Rapor iki hafta önce gönderildi.”
“Biliyorum.”
“Net olmayan bir kısım mı var?”
Martin Beck,