votka koydu.
“Sen içer misin?”
“Evet,” dedi Martin Beck. “Ama şu anda değil ve sek ılık votka hiç değil.”
“Ben de bu şekilde içmezdim,” dedi Mård. “Bir yardımcım ya da boğazımı temizlediğim anda elinde kırılmış buz ve limon dilimleriyle bana koşan bir miçom olsaydı mesela. Bazen pub’ı satıp buralardan alıp başımı gideyim, Panama ya da Liberya’ya açılayım diye düşünmüyor değilim.”
Martin Beck masaya oturdu.
“Tek sıkıntı, hiçbir zaman kendi komutam olmaz. En iyi ihtimalle benim gibi birinin sağ kolu olurdum. Buna da tahammül edemem. O orospu çocuğunu boğardım.”
Martin Beck hâlâ sessizdi.
“Ama en azından açık denizlerde geberene kadar içebilirdim. Sigbrit’i istiyorum ve bir de gemi istiyorum. Şimdi ikisi de yok elimde. Buralarda, geberene kadar da içemiyorum çünkü muhakkak en yakındaki meraklı işgüzar gelip burnunu sokuyor.”
Odada etrafına baktı.
“Sence ben böyle yaşamak istiyor muyum?” dedi. “Sence bu bokluğun içinde yaşamayı seviyor muyum?”
Elini masaya şap diye vurduğunda bardağı neredeyse tepetakla döndü.
“Hayır, ne düşündüğünü biliyorum,” diye kükredi. “Sigbrit’e bir şey yaptığımı sanıyorsun. Ama yapmadım. Bunu kafanıza sokamıyor musunuz? Kahrolası polisler, dünyanın her yerinde hepiniz aynısınız. Polisler sahil domuzlarıdır, gemiye binip biraz içki ve sigaranızı almak karşılığında başınıza bela açmamaya yararlar anca. Millwall’daki pezevengi hatırlıyorum da, o rotada çalışırken vardı bir tane. Sıradan bir ‘aynasız’. Her halat attığımızda orada dikilirdi, selam verir, ‘Evet, efendim,’ ve ‘Görüştüğümüze sevindim, Kaptan,’ derdi, bizden ayrılırken de öyle bir alkol ve tütün yüklenmiş olurdu ki portatif iskeleden karaya zor geçerdi. Burada da aynı şey.”
“Ben senin alkol ya da tütününden istemiyorum.”
“O zaman ne sikim istiyorsun?”
“Eski karına ne olduğunu öğrenmek istiyorum. O yüzden sana nasıl biriydi diye soruyorum. Karakteri nasıldı?”
“İyiydi. İyi biriydi. Ne dememi istiyorsun? Onu seviyorum. Ama beni enselemek için yola çıkmışsın. Anderslöv’deki o polis sana birkaç kere onu dövdüğümü söylemiştir. O herifin bana bir kere yumruk attığını biliyor muydun? Bir tarafı yemez sanırdım. Bütün hayatım boyunca sadece bir kavgada yenildim, o da dörde karşı birdi. Antwerp’te. Ama o haklıydı, ben haksızdım ve biliyordum.”
Martin Beck, Mård’a düşünceli düşünceli baktı.
Adamın kendini iyi bir görünüm verecek şekilde sunmaya çalışıyor olması mümkündü.
“Uzun bir süre evli kaldınız,” dedi Martin Beck.
“Evet. Biz evlendiğimizde Sigbrit daha on sekiz yaşındaydı. İki ay sonra gemiye binip açıldım. Ondan sonra da ben hep gemilerdeydim ama her sene bir iki aylığına eve gelirdim ve o zamanlar birlikte iyiydik.”
“Cinsel anlamda mı?”
“Evet. Beni severdi. Üstünden tren geçmiş gibi olduğunu söylerdi.”
“Yılın geri kalanı boyunca ne olurdu peki?”
“Bana sadık olduğunu söylerdi, ben de hiçbir zaman aksini düşünecek bir sebep görmedim. Ama hep bir ay boyunca azgın olmasını, sonraki on bir ay hiç yapmamasını garip bulurdum. Bunun yalan olmadığını söylerdi. Üstünde düşünme derdi.”
“Ya sen?”
“Eh, elbette, ne zaman bir limana yanaşsak, kerhaneye giderdim.”
“108 ülkenin hepsinde mi?”
“Hayır, kerhaneleri hiç saymadım ama herhalde sayısı yüksektir. İstersen bazılarının adresini verebilirim. Bazı ülkelerde fahişe yok ama. Bir tanesini hatırlıyorum. Romanya’da. Eski bir tekneyle üç ay Köstence’de mahsur kalmıştık ve şehirde bir tane bile fahişe yoktu. Trenle Bükreş’e gittim. Orada da yoktu. Hayatımda hiç öyle bir şey görmemiştim.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.