Пер Валё

Polis Katili


Скачать книгу

iki kilometrelik plajımız var ve yazın nüfus otuz binleri geçer. Dolayısıyla yılın bu zamanı neden bu kadar çok binanın bomboş durduğunu anlayabilirsin. Şimdiye değin hep tanıdığımız insanları anlatıyorum, onları nerede bulacağımızı biliriz. Ama her dakika kontrol edemediğimiz bir beş bin, altı bin kişinin daha olduğunu tahmin ediyorum, eski evlerde ya da karavanlarda yaşayan, sonra taşınıp yerlerine gelen başka insanlar.”

      Martin Beck sıra dışı derecede güzel, bembeyaz kireç boyalı bir kiliseye baktı. Nöjd bakışını takip etti.

      “Dalköpinge,” dedi. “Kartpostal güzelliğinde kiliselere ilgi duyuyorsan, sana en az otuz tane bulurum. Bütün bölge çapında tabii.”

      Sahil yoluna geldiler ve doğuya doğru döndüler. Deniz sakin ve grimsi maviydi. Ufukta yük gemileri duruyordu.

      “Demek istediğim, eğer Sigbrit ölmüşse, olabileceği bir sürü farklı nokta var. Eğer birisi onu arabayla gezdirdiyse, Folke ya da bir başkası, o zaman bu bölgede bile olmama ihtimali çok yüksek. Bu durumda da binlerce olasılık daha eklenir.”

      Sahil manzarasına doğru bakış attı. “Muhteşem, değil mi?”

      Memleketiyle gurur duyduğu belliydi.

      Haksız sayılmaz, diye içinden geçirdi Martin Beck.

      Smygehuk’u geçtiler.

      Yeşil Fiat ise sadık bir şekilde hâlâ peşlerindeydi.

      “Smygehamn,” dedi Nöjd. “Benim zamanımda buraya Doğu Torp denirdi.”

      Köyler birbirine yakın kurulmuştu. Beddingestradn. Skateholm. Kısmen sahil evlerine dönüştürülmüş, balıkçı köyleriydi buralar ama hâlâ güzellerdi. Yüksek binalar ya da pahalı oteller yoktu.

      “Skateholm,” dedi Nöjd. “Benim mıntıkam burada sona eriyor. Artık Ystad Bölgesi’ne giriyoruz. Seni Abbekås’a götüreyim. Burası Dybeck. Bataklık ve sefalet. Tüm sahilin en kötü kısmı. Belki de kadın orada çamurların arasında bir yerde. Tamam, burası Abbekås.”

      Nöjd köyün içinden arabayla yavaş yavaş geçti.

      “Evet, burada yaşıyordu işte,” dedi. “Kadınlardan vazgeçmeme sebep olan kadın. Limana bakmak ister misin?”

      Martin Beck cevap verme zahmetine girmedi.

      Oturup balıkçılık anılarını anlatmak için bankları ve denizci keplerini takmış, birkaç yaşlı adamı olan küçük bir limandı. Üç balıkçı teknesi. Balık sandıkları istiflenmişti ve birkaç balıkçı ağı kurumaya asılmıştı.

      Arabadan inip iki ayrı iskele babasına oturdular. Suyun kırıldığı noktanın üstünde martılar çığlık atıyordu.

      Yeşil Fiat yirmi metre ötede durdu. İki adam ön koltuktan kalkmadılar.

      “Onları tanıyor musun?” dedi Martin Beck.

      “Hayır,” dedi Nöjd. “Gazeteciler sanırım. Bir şey istiyorlarsa, buraya gelip konuşabilirler. Orada öylece oturup izlemek çok sıkıcı olur.”

      Martin Beck hiçbir şey demedi. O gittikçe yaşlanıyor, muhabirler de gittikçe gençleşiyordu. İlişkileri her yıl kötüye gidiyordu. Ayrıca polisler artık eskisi kadar popüler değildi, eskiden popüler olduklarını varsayarsak yani. Şahsen Martin Beck mesleğinden utanç duyma gereği hissetmiyordu ama birçok adamın utandığını biliyordu ve utanması gereken daha pek çok da adam tanıyordu.

      “Ben ve kadınlar hakkındaki çıkarımın neydi?” diye sordu Nöjd.

      “Sigbrit Mård hakkında çok az şey bildiğimizi düşündüm. Dış görünüşünü ve nerede çalıştığını biliyoruz, hiç kimseye yük olmadığını biliyoruz. Boşanmış olduğunu, çocuğu olmadığını biliyoruz. Hepsi bu kadarcık. Kadının tam da birçok kadının, özellikle çocuğu yoksa, ailesi ya da özel bir ilgi alanı yoksa, hayata karşı hayal kırıklığı yaşadığı bir yaş döneminde olduğunu düşündün mü? Menopoza yaklaştıkları, kendilerini yaşlı hissettikleri bir dönemde? Hayatlarının boşa geçtiğini, özellikle cinsel hayatlarının heba olduğunu hissederler ve genellikle aptalca şeyler yaparlar. Kendilerinden genç erkeklere çekim duyar ya da saçma sapan yasak ilişkiler yaşarlar. Çoğu zaman da parasal ya da duygusal açıdan kendilerini kaptırırlar.”

      “Ders için teşekkürler,” dedi Nöjd.

      Yerden bir tahta parçası alıp suya fırlattı. Köpek hemen suya atlayıp tahtayı kaptı.

      “Şahane,” dedi Nöjd. “Şimdi arka koltuğu iyice batıracak. Yani Sigbrit’in gizli bir seks yaşamı olduğunu mu düşünüyorsun?”

      “Bence mümkün. Yani özel hayatını yakından incelememiz lazım. Yapabildiğimiz kadar. Yani belki de, sonuçta bir ihtimal, kendinden yedi sekiz yaş küçük bir erkekle kaçmış olabilir. Bir süre mutlu olmak için her şeyden kaçış. Sadece iki haftalığına ya da iki aylığına da olsa.”

      “Bir güzel becerilmek için,” dedi Nöjd.

      “Ya da bağ kurabildiğini sandığı bir insanla konuşma şansı için.”

      Nöjd başını yana eğip sırıttı.

      “Bu bir teori,” dedi. “Ama ben katılmıyorum.”

      “Çünkü duruma uymuyor.”

      “Doğru. Hem de hiç uymuyor. Bir planın var mı? Yoksa bu münasebetsiz bir soru mu oldu?”

      “Lennart gelene kadar beklemeyi planlıyorum. Ondan sonra Folke Bengtsson ve Bertil Mård ile gayriresmî bir sohbet etmeyi düşünüyorum.”

      “Ben de seve seve eşlik ederim.”

      “Hiç şüphem yok.”

      Nöjd kahkahayı bastı. Sonra ayağa kalktı, yeşil arabaya doğru yürüyüp camı tıklattı. Kızıl sakallı genç bir adam olan sürücü, camı indirdi ve ona soru sorar gibi baktı.

      “Artık Anderslöv’e dönüyoruz,” dedi Nöjd. “Källstorp içinden geçip erkek kardeşimden yumurta alacağım. Ama siz Skivarp’tan geçen yolu izlerseniz, gazeteniz biraz daha az para harcamış olur.”

      Fiat onları takip etti ve yumurta alımını takipte kaldı.

      “Polise güvenmedikleri çok belli,” dedi Nöjd.

* * *

      Bunun haricinde o gün, yani 2 Kasım Cuma günü hiçbir şey olmadı.

      Martin Beck mecburi Trelleborg ziyaretini gerçekleştirip Başkomiser ve Emniyet Amiri ile buluştu, adam Kriminal Şube’nin başıydı. Martin Beck amirin odasına hayran kalmıştı çünkü limana bakıyordu.

      Kimsenin dosya hakkında söyleyeceği bir söz yoktu.

      Sigbrit Mård on yedi gündür kayıptı ve herkesin tek bildiği, Anderslöv’de dolanan dedikodulardı.

      Öte yandan, dedikodular genelde sağlam temele dayanırdı.

      Ateş olmayan yerden duman çıkmazdı.

      O akşam Kollberg telefon etti, araba kullanmaktan nefret ettiğini, geceyi Växjö’de geçirmeyi planladığını anlattı.

      “Anderstorp’ta işler nasıl gidiyor?” dedi.

      “Anderslöv.”

      “Ah, evet.”

      “Çok tatlı bir yer ama gazeteciler şimdiden ensemizde.”

      “Sen üniformanı giy, daha çok saygı görürsün.”

      “Şu zeki yorumların olmasa!” dedi Martin Beck.

      Arkasından Rhea’yı aradı ama ulaşamadı.

      Bir