çizgi belirirdi ve açık mavi gözleri en sert suçluların ve hatta astlarının bile yüreğine korku salabilirdi.
Gunvald Larsson’un gazabına uğramayan tek kişi Einar Rönn’dü, Stockholm Şiddet Suçları Şubesi’nde komiserdi ve Larsson’un tek yakın arkadaşıydı. Rönn’ün kırmızı burnu hep akardı. Uysal, sessiz sakin bir Kuzeyliydi. Burnu çehresine o kadar hâkimdi ki diğer yüz hatları çoğu zaman fark edilmezdi. Laponya’nın Arjeplog bölgesindendi ve memleketine sürekli özlem duyardı.
Gunvald Larsson ve Rönn aynı departmanda çalıştıklarından birbirlerini neredeyse her gün görürlerdi ama aynı zamanda boş vakitlerinin çoğunu da birlikte geçirirlerdi. Mümkünse yıllık izinlerine aynı dönemde çıkar, Arjeplog’a giderlerdi, orada kendilerini balık tutmaya adarlardı. İş arkadaşlarından kimse bu iki farklı karakterin arasındaki dostluğa tam olarak anlam veremezdi. Kaderci sakinliği ve az konuşmasıyla Rönn’ün, öfke patlamalarıyla gezen Gunvald Larsson’u nasıl uyumlu ve uysal bir kuzuya çevirdiğini anlayamazdı kimse.
Gunvald Larsson şimdi dolu gardırobundaki takım elbiseleri inceledi. Gideceği ülkenin coğrafyasına aşinaydı ve o limanda yıllar önce geçirdiği, bunaltıcı derecede sıcak baharı hatırlıyordu. Eğer sıcağa katlanmak zorunda kalacaksa ince giyinmeliydi ve onu serin tutmaya yetecek sadece iki tane takım elbisesi vardı. Ne olur ne olmaz diyerek denedi ama maalesef birincisine sığamadığını ve ikincisinin pantolonunu iliklemek için büyük çaba sarf etmesi ve nefesini tutması gerektiğini anladı. Uyluk kısmı da daralmıştı. En azından ceketi zorlanmadan ilikleyebiliyordu ama omuzlarını geriyordu. Yani rahat hareket edemeyecekti, ceket de dikiş yerlerinden atabilirdi.
Gunvald Larsson bu işe yaramaz takım elbiseyi gardıroba astı ve diğerini bavulunun üstüne serdi. İdare etmek zorundaydı. Dört sene önce Mısır kotonundan özel diktirmişti, incecik beyaz çizgileri vardı ve fındık kreması rengindeydi.
Üç tane hâkî pantolon, bir ipek şantung ceket ve dar gelen takım elbiseyi koyarak bavul hazırlama işini tamamladı. Bavulun kapağındaki iç cebe en sevdiği romanlardan birini koydu. Sonra bavulu kapattı, geniş kayışlardaki metal tokaları ilikledi, bavulu kilitleyip hole çıkardı.
EMW’sini havaalanının otoparkında bırakmayacak kadar önemsediği için ertesi sabah Einar Rönn onu arabasıyla alıp Stockholm’ün Arlanda Havaalanı’na bırakacaktı. Çoğu İsveç havaalanı gibi Arlanda da iğrenç ve yersiz bir mekândı ve beklenti dolu ziyaretçilere, ülkenin hak ettiğinden daha kötü bir İsveç manzarası sunardı.
Gunvald Larsson, mavi üstüne sarı geyikli iç çamaşırını banyodaki hasır sepete attı, pijamalarını giyip yattı. Seyahate çıkacağı için pek gergin değildi, anında uykuya daldı.
2
Güvenlik uzmanının boyu, Gunvald Larsson’un omzuna kadar bile gelmiyordu ama açık mavi takım elbisesiyle, ütülenmiş İspanyol paçalarıyla çok şık ve temiz görünüyordu. Takım elbisenin içine pembe bir gömlek, yuvarlak burunlu gıcır gıcır siyah ayakkabı giymiş ve lila rengi kravat takmıştı. Saçları simsiyahtı, cildi açık kahveydi ve gözleri zeytuniydi. Tek uyumsuzluk sol koltuk altından çıkıntı yapan tabanca kılıfıydı. Güvenlik uzmanının adı Francisco Bajamonde Cassavetes y Larrinaga idi; ayrıcalıklı bir aileden geliyordu.
Francisco Bajamonde Cassavetes y Larrinaga güvenlik planını tırabzanlara serdi ancak Gunvald Larsson plan yerine kendi takım elbisesine bakıyordu; polis terzisinin bunu dikmesi yedi gün sürmüştü ve sonuç, muhteşemdi, ne de olsa burası terzilik zanaatının hâlâ çok iyi olduğu bir ülkeydi. Farklı düşündükleri tek konu, omza takılan tabanca kılıfı için ayrılan yerdi, terzi olmazsa olmaz saymıştı bunu. Ancak Gunvald Larsson asla omuz kılıfı takmazdı. Tabancasını belinde taşırdı. Burada yurt dışında, tabii ki silahlı değildi ama bu takım elbiseyi Stockholm’de kullanacaktı. Kısa bir tartışma yaşandıktan sonra doğal olarak onun dediği olmuştu. Başka ne olacaktı? Büyük bir memnuniyetle, kendisine özel dikilen pantolonuna baktı, beğeniyle iç çekip çevresini inceledi.
Otelin sekizinci katındaydılar, bu noktayı özenle seçmişlerdi. Kortej bu balkonun altından geçecek ve bir bina ötedeki sarayın önünde duracaktı. Gunvald Larsson kibarca plana göz attı ancak çok hevesli değildi çünkü artık ezberlemişti. Limanın o sabah trafiğe kapatıldığını ve başkanın uçağı indiği için havaalanının da yolculara kapatıldığını biliyordu.
Tam ileride liman ve masmavi deniz uzanıyordu. Bir sürü büyük yolcu gemisi ve kargo gemisi demir atmıştı. Yalnızca bir savaş gemisi, bir fırkateyn ve iç limandaki birkaç polis teknesi hareket ediyordu. Tam aşağılarında iki yanı palmiye ve akasya dizili sahil yolu vardı. Sokağın karşı tarafında sıra sıra taksiler, onun ilerisinde de rengârenk fayton taksiler bekliyordu. Her biri de detaylı bir biçimde kontrolden geçmişti.
Sahil yolunun her iki yanında da bir kol boyunda etten duvar örmüş askeri ve sivil polis dışında, bölgedeki herkes artık çoğu büyük havaalanında bulunan metal detektörlerden geçmişti.
Sivil polis yeşil, askeri polisse mavi-gri üniforma giymişti. Sivil polisin ayağında bot varken askeri polisler boğazlı ayakkabıyla gelmişti.
Gunvald Larsson iç çekmemek için kendini tuttu. Bu sabah prova esnasında bu yol boyunca tatbikat yapılmıştı. Başkanın kendisi haricinde her şey olması gerektiği gibi yerindeydi.
Kortej şu şekilde oluşturulmuştu: En önde, özel eğitimli on beş güvenlik polisinden oluşan motosikletli grup vardı. Onun arkasında teşkilattan aynı sayıda motosikletli polis, arkasında güvenlik görevlileriyle dolu iki araba. Arkasından başkanın aracı geliyordu, kurşungeçirmez cam kaplı siyah bir Cadillac. (Tatbikat esnasında Gunvald Larsson arka koltukta oturmuştu, onun için bu, büyük bir şerefti.) Arkasından güvenlik görevlileriyle dolu üstü açık Amerikan yapımı bir araba geliyordu. Son olarak da daha fazla motosikletli polis, arkasından radyo muhabirlerinin otobüsü ve yine izinli başka gazetecilerden oluşan arabalar takip edecekti. Ayrıca sivil güvenlik görevlileri havaalanından buraya kadarki yola yerleştirilecekti.
Tüm sokak lambaları Başkan’ın fotoğraflarıyla süslenmişti. Yol gerçekten de çok uzundu ve Gunvald Larsson’un o boğa boyunlu, şiş suratlı ve siyah metal çerçeveli gözlüklü kafadan sıkılmaya yeterince vakti vardı.
Karadaki koruma ekibi böyleydi. Hava sahasında da üç farklı irtifada her grupta üç helikopter vardı. Bunlara ilaveten, bir bölük Starfighters en üstteki hava sahasını korumak için bir ileri bir geri uçup duruyordu.
Operasyonun tamamı o kadar kusursuz organize edilmişti ki en ufak bir aksiliğe bile yer yoktu.
Öğleden sonra hava sıcaklığı, en hafif deyişle boğucuydu. Gunvald Larsson terlemişti ama sucuk gibi değildi. En ufak bir terslik yaşanabileceğine dahi ihtimal vermiyordu. Hazırlıklar kılı kırk yararak yapılmıştı ve planlama aylarca sürmüştü. Özel bir grup, planda kusur bulmak üzere görevlendirilmişti ve bir sürü düzeltme yapılmıştı. Ayrıca bu ülkede bütün suikast girişimlerinin, hem de sayısı oldukça fazla, başarısızlıkla sonuçlandığını göz önünde bulundurmak gerekir. Emniyet Genel Müdürü, adamların bu alanda dünyanın en iyisi olduklarını söylerken haklıydı.
Öğleden sonra saat üçe çeyrek kala, Francisco Bajamonde Cassavetes y Larringa kol saatine bakıp, “Yirmi bir dakika kaldı sanırım,” dedi.
İspanyolca konuşması şart değildi. Güvenlik görevlisi, Belgravia’nın en sofistike kulüplerinde kullanılan Kraliyet İngilizcesini konuşuyordu.
Gunvald Larsson kronografına bakıp başıyla onayladı. 5 Haziran 1973 Çarşamba günü tam o saniye, saat üçe tamı tamına tam on üç dakika otuz beş saniye vardı.
Fırkateyn