işçilerle görüşmedikleri anlaşılıyor.”
Wallander hole çıktı, sonra durup, konuyla ilgisi olmayan düşüncelerden kendini arındırmaya çalıştı. Yıllar önce Wallander, Malmö’den Ystad’a taşındığında Rydberg ona şu öğüdü vermişti: Tüm dış etkenlerden kendini yavaş yavaş soyutla. Katil her zaman arkasında ipucu bırakır, bir şekilde görmeye çalış.
Wallander ön kapıyı açar açmaz en azından bir ayrıntının doğru olmadığını gördü. Holdeki aynanın hemen altındaki sepette bir yığın gazete vardı, Svedberg’in abone olduğu yerel gazetelerden Ystad Allehanda’ydı bunlar. Ancak en azından birinin orada olması gerektiği hâlde, posta deliğinin altında tek bir gazete bile yoktu. Aradan iki ya da üç gün geçmişti. Belki de biri yerdeki gazeteleri toplamıştı. Mutfağa gidince çarşamba ve perşembe günlerinin gazetelerinin tezgâhın üstünde olduğunu gördü. Cumanın gazetesiyse masanın üstünde duruyordu.
Wallander cep telefonundan Nyberg’i aradı. Nyberg hemen telefona yanıt verdi, Wallander konuşmasına beton karıştırıcıdan başladı. Nyberg’in sesi kuşku doluydu.
“Ses içeri doğru geliyor,” dedi. “Beton karıştırıcı çalıştığında sokaktaki insanların içeriden gelen silah seslerini duymaları pek olası değil ama binanın içi dersen o ayrı bir konu. Ses binalarda farklı şekillerde yansır. Bunu bir yerde okumuştum.”
“O zaman belki de ses deneyleri yapsak iyi olacak,” dedi Wallander. “Beton karıştırıcıyla ve onsuz. Tabii bu deneyleri yaparken de komşulara kesinlikle bir şey söylemeyeceğiz.”
Nyberg karşı çıkmadı.
“Ama ben seni aslında gazete için aramıştım,” dedi Wallander. “Ystad Allehanda.”
“Mutfak masasının üstüne ben koydum,” dedi Nyberg. “Ama tezgâhın üstündekilerden başkası sorumlu.”
“Parmak izlerini almalıyız,” dedi Wallander. “Gazeteleri oraya kimin koyduğunu bilmiyoruz.”
Nyberg bir an için konuşmadı. “Haklısın,” dedi sonra da. “Nasıl oldu da ben bunu atladım?”
“Onlara dokunmam,” dedi Wallander.
“Orada ne kadar kalacaksın?”
“En azından iki ya da üç saat.”
“Beni bekle.”
Wallander mutfaktaki çekmecelerden birini açtı, çekmedeki kalemlerle not defterlerini görünce bunları daha önce de gördüğünü anımsadı. Nils Linnman’la Robert Tarnberg’in adlarını yazdıktan sonra birinin gazeteleri getiren kişiyle konuşması gerektiğini not etti. Sonra da hole döndü. İpuçları, izler ve gölgeler demişti Rydberg ona. Gözleri holü tararken soluğunu tuttu. Svedberg’in yaz kış üstünden çıkarmadığı deri ceketi kapının yanında asılı duruyordu. Wallander ceketin ceplerini karıştırınca Svedberg’in cüzdanını buldu.
Nyberg amma da dikkatsizmiş, diye geçirdi içinden.
Mutfağa geri gidip cüzdanı masanın üstüne boşalttı. Cüzdandan 847 kron, bir banka kartı, benzincinin kartı ve bazı kartvizitler çıkmıştı. Komiser Svedberg, yazıyordu tüm kimliklerin üstünde. Polis kimliğiyle ehliyeti karşılaştırdı. Ehliyetteki fotoğraf daha eskiydi. Svedberg kameraya sıkıntılı bir ifadeyle bakmıştı. Fotoğraf yazın çekilmişe benziyordu çünkü Svedberg’in keli güneşten yanmıştı.
Louise sana şapka takmanı söylemeliydi, diye geçirdi içinden Wallander. Louise. Onun varlığından yalnızca iki kişi söz etmişti. Svedberg ve canavarcı profesör kuzeni. Ama onu görmemişti, yalnızca lavaboya dökülen saçlarını biliyordu. Wallander yüzünü buruşturdu. Mantıklı değildi.
Telefona uzanıp hastaneden Ylva Brink’i aradı. Telefonu açan görevli Ylva’nın hastaneye akşam geleceğini söyledi. Wallander bir kez de evden denedi ama telesekreter çıktı.
Yeniden cüzdandakilere döndü. Polis kimliğindeki fotoğraf daha yeni çekilmişe benziyordu. Svedberg’in yüzünde yine bir öncekine benzeyen sıkıntılı bir ifade vardı. Wallander cüzdanın içinde birkaç tane de pul buldu. Hepsi bu kadardı. Bir poşet alıp hepsini içine attı. Sonra üçüncü kez hole çıktı. İzleri bul, tüm gizemi çöz, demişti Rydberg ona.
Wallander banyoya gitti. Rahatlamıştı. Sture Björklund’un farklı saç renklerine ilişkin söylediklerini hatırladı. Svedberg’in yaşamındaki kadınla ilgili olarak yalnızca saçlarını boyadığını biliyordu. Oturma odasına gidip yere düşmüş sandalyenin yanında durdu. Sonra fikrini değiştirdi. Rydberg olsaydı, Acele ediyorsun, derdi. Cinayet izlerinin özenle aranması gerekir, aceleyle değil.
Mutfağa gidip bir kez daha Ylva Brink’i aradı. Bu kez ona ulaşabilmişti.
“Seni rahatsız etmiyorum umarım,” dedi. “Gece nöbette olduğunu biliyorum.”
“Geç saatlere dek uyuyamıyorum ki,” diye karşılık verdi.
“Aklıma birçok soru takıldı ve bazılarını sana hemen şimdi sormak istiyorum.”
Wallander ona Sture Björklund’la yaptığı konuşmayı ve Björklund’un Svedberg’in Louise adında bir kadınla ilişkisi olduğunu söylediğini anlattı.
“Bana bunlardan hiç söz etmemişti,” diye karşılık verdi Ylva Brink, Wallander sözlerini tamamladığında.
Wallander bu bilginin onu biraz tedirgin ettiğini hissetmişti.
“Hangisi sana bunlardan söz etmemişti? Kalle mi yoksa Sture mi?”
“İkisi de.”
“İşe Sture’yle başlayalım. Aranız nasıl? Sana bu ilişkiden söz etmemesine şaşırdın mı?”
“Pek inandığımı söyleyemem.”
“Peki ama neden yalan söylesin?”
“Bilmiyorum.”
Wallander bu konuşmanın yüz yüze yapılması gerektiğini hissediyordu. Saatine baktı. Altıya yirmi vardı. Evde daha bir saatlik işi vardı.
“Galiba en iyisi yüz yüze konuşmamız,” dedi. “Saat yediden sonra serbestim.”
“Emniyette buluşalım mı? Hastaneye de yakın. İşe giderken emniyete uğrarım.”
Wallander telefonu kapatıp oturma odasına gitti. Yere yuvarlanmış kırık sandalyeye yaklaştı, olanları gözünün önünde canlandırmaya çalışıp çevresine bakındı. Svedberg hemen burada vurulmuştu. Nyberg katil silahı kalça ya da göğüs seviyesinde tuttuğundan kurşunun başın biraz altından girebileceğinden söz etmişti. Duvardaki kan izleri bu mermi yolunun yukarıya doğru olduğunu onaylıyordu. Svedberg sol tarafa düşmüş olmalıydı, düşerken de sandalyeyi beraberinde sürüklemişti. Zaten bu yüzden de sandalyenin ayaklarından biri kırılmıştı. Peki ama o anda Svedberg oturuyor muydu yoksa ayakta mıydı?
Wallander bunun ne denli önemli olduğunun farkındaydı. Svedberg sandalyede oturuyorduysa katilini mutlaka tanıyordu. Yok eğer içeri giren kişi hırsızsa ne oturabilir ne de oturduğu yerde sakin kalabilirdi.
Wallander av tüfeğinin bulunduğu noktaya gitti. Arkasını dönüp bulunduğu açıdan odaya baktı. Bu noktadan ateş edilmiş olmayabilirdi ama kurbana yeterince yakındı. Kıpırdamadan Rydberg’in dediği gibi gölgeleri gizlendikleri yerden özenle çıkarmaya çalıştı. Bu olayla ilgili içini kemiren o garip his yeniden yoğunlaşmıştı. Svedberg hole gelip hırsızı gafil mi avlamıştı? Öyle olsaydı cesedi de holde olmalıydı. Hırsızın elinde silah hazır bir şekilde kurbanını beklemesi mantık dışıydı. Svedberg hiç zaman yitirmeden ona saldırırdı. Karanlıktan