Baroness Emma Orczy

Scarlet Pimpernel


Скачать книгу

Kadın gençti, belki yanlış yönlendirilmişti, belki akılsız davranmıştı. Armand, kız kardeşinin dürtülerinin ve akılsızca davrandığının farkındaydı; ancak Blakeney’nin ağır çalışan bir zekâsı olduğunu, “koşulları” dinlemeyeceğini, yalnızca gerçeklere sarılacağını da biliyordu. Üstelik bu gerçekler, ona Leydi Blakeney’nin dost bir adamı merhamet diye bir şeyin varlığından haberdar olmayan mahkemeye ihbar ettiğini gösteriyordu. Böylece eşinin yaptığı işin sonucu olarak ona karşı hissedeceği küçümseme, her ne kadar kasıtsız da olsa, Sör Percy’nin içindeki aşkı öldürecekti ki bu aşkta anlayışın ve entelektüelliğin bir rolü yoktu.

      Ancak şimdi bile, kız kardeşi onun kafasını karıştırıyordu. Yaşam ve aşk, çok farklı işliyordu. Kocasının aşkının azalmasıyla birlikte, Marguerite’in kalbinde eşine karşı bir aşk uyanmış olabilir miydi? Aşkın yolunda tuhaf aşırılıklar bulunuyor, entelektüel Avrupa’nın yarısının ayaklarına kapandığı bu kadın, belki de bir aptala ilgi duyuyordu. Marguerite, günbatımına doğru bakıyordu. Armand, onun yüzünü göremiyordu ancak o sırada, akşam vaktinin altın ışığında bir anlığına parıldayan bir şeyin, gözlerinden ayrılıp dantelli atkısına düştüğünü fark etmişti.

      Fakat bu konuyu ona açmadı. Kardeşinin tuhaf ve tutkulu mizacını çok iyi tanıyordu, açık ve dışadönük yapısının ardında saklı olanı da biliyordu. İkisi her zaman birlikte olmuşlardı; çünkü Armand henüz gençken, Marguerite de yalnızca bir çocukken anne babaları hayatlarını yitirmişti. Kız kardeşinden sekiz yaş büyük olan Armand, evliliğine dek onu gözetti. Rue de Richelieu’deki dairesinde geçirdiği muhteşem yıllarda ona eşlik etti. Burada, İngiltere’de büyük bir kederle ve biraz da neler olacağını hissederek adım attığı yeni hayatına başlarken de onun yanındaydı.

      Bu, Marguerite’in evliliğinden beri, Armand’ın İngiltere’ye ilk ziyaretiydi. Birkaç aylık ayrılık, kız kardeş ve erkek kardeş arasına ince de olsa bir duvar örmüş gibi görünüyordu. Her iki tarafta da aynı derin ve yoğun sevgi hâlâ mevcuttu, ancak artık ikisi de karşısındakinin adım atmaya cüret edemeyeceği saklı bir bahçeye sahip gibiydi.

      Armand St. Just’ün kız kardeşine söyleyemeyeceği birçok şey vardı. Fransa’daki devrimin politik tarafı neredeyse her gün değişiyordu. Marguerite, erkek kardeşinin görüşlerinin ve düşüncelerinin nasıl farklı bir hal aldığını anlamayabilirdi, Armand’ın arkadaşlarının aşırılıklarını da kavrayamayabilirdi. Marguerite de kardeşine kalbindeki sırlardan bahsedemezdi, zira bunları kendisi bile doğru düzgün anlayamıyordu, yalnızca şundan emindi: Tüm o lüksün içinde, yalnızlık çekiyordu ve mutsuzdu.

      Armand ayrılacağı için güvenliğinden endişe duyuyordu, onun varlığını özleyecekti. Bu son acı tatlı birkaç ânı da kendisi hakkında konuşarak bozmayacaktı. Erkek kardeşini önce falezlere doğru nazikçe götürdü, sonra birlikte sahile indiler, kol kolaydılar. Hâlâ konuşacakları çok şey vardı.

      Sekizinci Bölüm

      Resmi Temsilci

      Öğle saatleri yavaş yavaş sona eriyordu ve uzun, serin İngiliz yazı akşamı, Kent bölgesinin yemyeşil manzarasının üzerine sisli bir örtü gibi çöküyordu.

      DAY DREAM yelken açmıştı, Marguerite Blakeney falezin ucunda bir saati aşkın bir süre boyunca yalnız başına bekledi. Onu gerçekten önemseyen, onun da gerçekten sevmeye cüret ettiği ve güvenebileceğini bildiği tek kişiyi hızla uzaklara taşıyan beyaz yelkenleri izliyordu.

      Sol tarafında, Balıkçı Misafirhanesi’nin tavernasının ışıkları çöken sisin içinde sarı sarı parıldıyordu. Zaman zaman burası ona sinir bozucu bir yer gibi görünüyordu; sanki neşeli muhabbetlerin sesini, hatta eşinin, hassas kulaklarını sürekli rahatsız eden ahmak ve anlamsız kahkahasını duyuyor gibiydi.

      Sör Percy, Marguerite’i tamamen yalnız bırakma inceliğini göstermişti. Marguerite, o beyaz yelkenler bulanık ufukta, çok uzaklarda kaybolurken, eşinin kendine has aptallığı ve iyi niyetliliğiyle, yalnız kalmak istediğini anlamış olabileceğini varsaymıştı. Nezaket ve görgü kuralları konusunda çok hassas olan Sör Percy, eşinin yakınına (seslendiği zaman duyacak uzaklıkta bile olsa) bir hizmetçi yollamamıştı. Marguerite, tüm bunlar için eşine minnettardı. Daimi düşünceliliği ve sınırsız cömertliği için ona minnettar olmaya çalışıyordu. Hatta zaman zaman kocasının alaycı ve üzücü düşüncelerinin de önüne geçmeye çalışıyordu. Bir yandan da bu düşünceler nedeniyle acımasız sözler ve hakaretler sarf etmek istiyor ve böylece kocasını yaralayacağını umuyordu içten içe.

      Evet! Onu yaralamak, kendisinin de onu küçük gördüğünü hissetmesini sağlamak, onu bir zamanlar neredeyse sevdiğini ama artık geride bıraktığını hissettirmek istiyordu. O aptal züppeyi sevmek! Düşünceleri, bir boyunbağını bağlamaktan ya da yeni kesim bir paltoyu düşünmekten öteye gidemeyen bir aptalı sevmek! Peh! Ancak yine de… Bu sakin yaz akşamına uyan tatlı, sıcak ama bulanık hatıralar, hafif deniz melteminin görünmez kanatlarıyla birlikte tekrar zihnine taşındı. Percy’nin kendisine taptığı ilk zamanlarda aralarında oluşan bağ… Percy o sıralarda çok düşkün görünüyordu, hatta bir köleyi andırıyordu, aşkının gizli yoğunluğu içinde Marguerite’i büyüleyen bir şeyler vardı.

      Sonra, adamı kadına sadık bir köpek gibi gösteren o aşk, adanmışlık ve iltifatlar aniden yok olmuştu. St. Roch’ta gerçekleştirilen sade törenden yirmi dört saat sonra kocasına, St. Cyr Markisi ile alakalı konularda istemeden konuştuğunu ve çok geçmeden bazı adamların (arkadaşlarının) bu bilgiyi talihsiz Marki’ye karşı kullanıp onu ve ailesini giyotine yolladığını anlatmıştı.

      Marguerite, Marki’den nefret ediyordu. Yıllar önce çok sevgili kardeşi Armand, Angele de St. Cyr’i sevmişti. Gelgelelim St. Just ailesi halk tabakasındandı, Marki ise kibir doluydu ve sınıfının burnu havada önyargılarını taşıyordu. Bir gün saygılı ve ürkek âşık Armand, rüyalarının kadınına coşkulu, ateşli, tutkulu küçük bir şiir yollama riskine girdi. Ertesi gün, Paris’in hemen dışında, St. Cyr Markisi’nin uşakları tarafından önü kesildi ve onur kırıcı bir şekilde dövüldü, çünkü gözlerini bir aristokratın kızına dikme cüretini göstermişti. Bu olay, büyük devrimden bir iki yıl önce gerçekleşmişti ve o günlerde bu tip olaylar Fransa’da neredeyse her gün yaşanıyordu. Hatta doğrusu bu tip olaylar, kanlı intikamlara yol açtı ve birkaç yıl sonra bu kendini beğenmiş kafaların çoğu giyotine yollandı.

      Marguerite hepsini hatırladı. Kardeşinin erkeklik onurunun ve gururunun nasıl dehşet verici bir acıya maruz bırakıldığını, olaylar karşısında yaşadığı kederi ve hüznü…

      Sonra ceza günü geldi. St. Cyr ve tüm akrabaları, eskiden hor gördükleri o halk tabakasını efendileri olarak buldular. Her ikisi de entelektüel insanlar olan Armand ve Marguerite, yıllardır var olan hevesleriyle Devrim’in ütopik prensiplerini benimsediler, bu sırada St. Cyr Markisi ve ailesi ise kendilerini sınıfsal olarak halktan üstün tutan ayrıcalıkları kaybetmemek için hayatları pahasına mücadele ettiler. Sözlerinin yol açacağı sonuçları hesaplamayan, fevri ve düşüncesiz Marguerite’in içinde hâlâ Marki’nin kardeşine karşı gerçekleştirdiği o korkunç hakaretin ateşi yanıyordu. Marguerite, birlikte olduğu zümreden, St. Cyr ailesinin Avusturya ile ihanet içeren bir birliktelik içinde olduğunu, İmparator’un desteğini alarak ülkelerinde büyüyen devrimi bastırma ümitlerinin bulunduğunu duymuştu.

      O günlerde bir ihbar yeterliydi. Marguerite’in St. Cyr Markisi aleyhinde sarf ettiği birkaç düşüncesiz söz, yirmi dört saat içinde meyvelerini verdi. Marki tutuklandı. Evrakları arandı, Avusturya İmparatoru’ndan gelen ve Paris halkının