ve hakkı vardır. Mika cevheri lal taşına dönüşür ve sıklıkla mikanın içerisinde neredeyse tamamen hapsedilmiş ve sadece en az bağlantı maddesi olarak kristallerin arasında bulunan, dağ kütleleri oluşturur.
37 Bütün kristalleşmeler gerçeğe dönüşmüş bir kaleydoskoptur.
38
39 Doğa nitelendirilmelere çıkmaz sokağa girmişçesine tepki verir: oradan geçemez ama geri dönmek de istemez; milli oluşum meselesindeki ısrar bu sebepledir.
40 Tüm etkinlikler merkeze Mars ile Jüpiter arasındaki mesafeden daha yakındır.
41 Büyük, ezelden beri var olan veya zaman içinde oluşmuş temel kuvvetler durdurulamaz biçimde gelişir. Yararlı yönde mi zararlı yönde mi gelişirler bu tesadüfidir.
42 “Seyyahlar dağlara tırmanışlarından büyük bir zevk adlıklarında, bu ihtirasları bana göre barbarca, tanrısızca bir şey barındırır. Dağlar doğa gücünün bize neler ifade ettiğinin göstergesidir belki ancak öngörünün ne kadar iyi bir şey olduğunu anlatmaz. İnsanın hangi ihtiyacına yararlar ki? Dağlarda yaşamak istese kışın evini heyelan, yazın ise bir toprak kayması alıp götürecektir. Sürülerini sular alır, tahıllarını fırtınalar. Yola koyulsa her tırmanış Sisifos’un işkencesi olur, her iniş de Vulkan’ın düşüşü; patikaları her gün çakıllarla dolar, dereleri gemiciliğe olanaksızdır. Küçücük sürüleri zor bela yiyecek bulsa dahi veya kendisi onlar için bir şeyler toplasa, ya doğa olayları onları elinden kopartır alır ya da vahşi canavarlar. Bir başına, gariban bir bitki gibi bir yaşam sürdürürdü mezar taşındaki yosun gibi, hiçbir rahat ve cemiyet olmaksızın. Ve dünyanın en güzel enlemlerini, Kuzey Kutbu’nun korkunçluğu ile kaplayan bu çetrefilli yamaçları, bu iğrenç sarp kayaları, bu şekilsiz granit piramitleri, iyi niyetli bir insan nasıl beğenebilir ve bir insan dostu bunları nasıl övebilir?” (Bkz. ek notlar)
43 Onurlu bir insanın halini anlatan bu eğlenceli tezat anlatıma şunu da eklemek gerekir. Eğer ilk dağ sıralarını Nubiya’dan en batıdaki denize kadar geliştirmek ve devam ettirmek ve bunları ara ara kuzeyden güneye bölmek Tanrı’nın ve doğanın hoşuna gitseydi, o zaman öyle vadiler oluşurdu ki atamız Hz. İbrahim öyle geniş bir arazi, Albert Julius da öylesine bir Taşkale bulmuş olurdu ki, zürriyetleri yıldızlarla rekabet edercesine üreyebilirlerdi. (Bkz. ek notlar)
44 Yunanların Entelecheia diye adlandırdıkları şey, daima işlevsel halde bir varlıktır. (Bkz. ek notlar) 45 Bu işlevsel varlık, faal olarak düşünülmüştür.
46 Hayvanların içgüdülerine yönelik soru sadece Monadlar ve Entelechieler kavramı üzerinden çözümlenebilir. Her Monas belirli şartlar altında tezahür eden bir Entelechiedir. Organizmanın ayrıntılı bir araştırması sır perdesinin aralanmasına… (Bkz. ek notlar)
47 Canlı olan her şey etrafında bir atmosfer oluşturur.
48 Bizi uğraştıran doğanın, artık bir doğa olmadığı, Yunanlıların uğraşmış olduğu varlıkla da alakasının olmadığı bir gerçektir.
din ve hıristiyanlık
49 Bizler doğa bilimci olarak Panteist, şair olarak Politeist, ahlaki olarak Monoteistiz.
50 Tanrı, yukarıda durduğumuzda her şeydir, alçakta durduğumuzdaysa zavallılığımızın tamamlayıcısıdır.
51 Yaratılan güçsüzdür, çünkü bir şey aradığında onu bulamaz. Güçlü olan ise Tanrıdır, çünkü yaratılanı aradığında, o hemen elindedir.
52 Sadece iki tane gerçek Din vardır. Biri içimizde ve etrafımızda mevcut olan, görünmez ve tamamen şekilsiz kutsal tanrıyı tanır ve ona tapar, diğeri ise onun en güzel şekline tapar. Bunun arasında kalan her şey putperestliktir.
53 Gerçek olanın her zaman vücuda gelmesi gerekli değildir. Fikren etrafta süzülmesi ve mutabakata yol açması, çan sesi gibi ciddi-latif bir şekilde havada dalgalanması yeterlidir.
54 Dindarlık bir amaç değildir. En berrak huzur hali ile en üstün kültüre erişmek için bir araçtır.
55 Bu nedenle fark edilir ki, dindarlığı amaç ve hedef olarak görenler, çoğunlukla riyakârdır.
56 İman, Sevgi, Umut bir zamanlar sakin, hoşsohbet bir anlarında kendi doğalarının özünde elle tutulur bir güdü hissetmişler, birlikte çabalamışlar ve sevimli bir eser, daha üst manada bir Pandora yaratmışlar: Sabır.
57 Kişilikleri tamamen fikirden ibaret olan insanların hayali olandan bu kadar çekiniyor olmaları, çok ilginçtir. Hamann böyleydi. Başka bir dünyaya ait şeylerden bahsedilmesine katlanamazdı. Bununla ilgili görüşünü bir paragrafta ifade etmişti ancak bu paragrafı, yetersiz bulduğu için, on dört defa değiştirmiş ve yine de yetersiz bulmuştur. Bu denemelerden geriye sadece iki tanesi bize kaldı; bir üçüncüsünü ise biz cesaret ettik ve burada yayınladık ki buna yukarıdaki nedenler sebep olmuştur:
58 İnsan gerçekten, gerçek bir dünyanın ortasına konulmuştur ve öylesine yetenekli organlarla bezenmiştir ki, gerçeğin yanı sıra olası olanı da algılayabilir ve açığa çıkarabilir durumdadır. Bütün sağlıklı insanlar kendi varlıklarından ve etraflarındaki varlıktan emindir. Bununla birlikte ise beyinde kof bir leke vardır, yani hiç bir nesnenin mevcudiyetinin olmadığı bir bölge. Zaten böyle olmaması tuhaf olurdu lakin gözün kendisinde görmeyen bir leke vardır. İnsan eğer bu bölgeye özellikle dikkatini verirse orda derinleşir. Böylece bir zihinsel rahatsızlığa yakalanır. Bu karanlık noktada insan aslında manasız olan ve ne bedene ne de şekle sahip olmayan, boş gece-mekânları gibi korkutan ve kendisini bundan sıyıramazsa eğer hayalet gibi kendisini takip eden başka dünyadan varlıklar sezer.
59 İnsan aklının, reformasyon döneminde özgürleşmeye çalıştığı inkâr edilemez. Yunan ve Roma antikitesi hakkında aydınlanma daha özgür, daha nezih ve zevkli bir yaşamın arzusunu ve isteğini açığa çıkartmıştır. Ancak, kalbin eski zamanların sadeliğine geri dönme isteği ve hayal gücünün yoğunlaşmış bir odak arayışı da bu durumu teşvik etmiştir.
60 Gökyüzünden birden bütün azizler kovulmuş, ilahi bir anne ve narin çocuğu terk edilmiştir. Bütün duyular, düşünceler, hissiyat ahlaklı görevlerini yerine getiren, haksız yere acı çeken erişkin İsa’ya yöneltilmiştir ki bu kişi sonrasında yarı tanrı ilan edilmiş, sonunda gerçek tanrı kabul edilmiş ve ona tapınılmıştır.
61 O, yaratıcının evreni yaydığı bir arka fonun önünde duruyordu. Zihinsel bir etki yayılıyordu kendisinden, acılarını kendimize örnek aldık ve yeniden dirilmesi sonsuzluk için ödenen bir bedeldi.
62 Aslında daha reforme olacağımız ve başkalarına karşı protesto edeceğimiz çok gün var önümüzde, dini anlamda olmasa dahi.
63 İncil’in yayılmasının yararları ve sakıncaları çok tartışıldı ve daha da tartışılacaktır. Farkındayım, şu ana kadar olduğu gibi, zarar vermeğe devam edecektir dogmatik ve fantastik kullanımıyla. Şu ana kadar olduğu gibi de yarayacak, didaktik ve duyumsal algılandığı takdirde.
64 Bu yüzden İncil ebediyen etkisi olan bir kitaptır, çünkü dünya durmadıkça kimse kalkıp: ‘ben onu bütünüyle kavrıyor, bireysel olarak da anlıyorum’ demeye cesaret edemeyecek. Biz ise tevazu içinde: ‘bütünüyle kutlu, ayrıntılarında da uygulanabilirdir’ diyoruz.
65 İncil’in anlaşıldıkça güzelleştiğine eminim, yani genel olarak algıladığımız ve kendimize yorduğumuz her kelimenin, belirli durumlara göre, zaman ve mekân şartlarına göre, kendince, özel ve doğrudan bireysel bir ilişkisinin olduğunu fark ettikçe