Sabri Kaliç

100 büyük romancı


Скачать книгу

sundu. 1882’de Nişan-i Osmanlı madalyası ile ödüllendirildi. “Vaveyla”, “Murabba”, “Vatan Mersiyesi” gibi şiirlerini burada yazdı. Magosa’da yazmaya başladığı Celaleddin Harzemşah adlı eserini tamamlayamadı.

      Namık Kemal’in Midilli’de kaçakçılıkla mücadelesinden çıkarları zarar görenlerin şikayetinden sonra 1884’te Rodos mutasarrıfı oldu. Rodos adasındaki çalışmaları da padişahın imtiyaz madalyası ile ödüllendirildi. Rodos’ta Osmanlı tarihi hakkında bir eser yazmaya başladı. İngiliz ve Yunanlıların şikayeti üzerine 1887’de Rodos’taki görevi sona erdi ve Sakız Adası mutasarrıfı oldu.

      Sakız Adası’nın havası nedeniyle rahatsızlanan Namık Kemal, 2 Aralık 1888 günü 48 yaşında vefat etti. Adada bir caminin haziresine defnedildi. Arkadaşı Ebüziyya Tevfik, şairin Bolayır’da gömülme arzusunu padişah II. Abdülhamit’e iletince naaşı Gelibolu’ya nakledildi. Bolayır’da Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın türbesinin yanına gömüldü. Birkaç yıl sonra Sultan Abdülhamit, planını Tevfik Fikret’in çizdiği bir türbe yaptırdı. 1912 Mürefte-Şarköy depreminde sütunlar zedelendiği için halen mermer kaplı bir kabirde bulunmaktadır.

      Seçme Romanları: İntibah (1876), Cezmi (1880)

      2

      Hüseyin Rahmi GÜRPINAR

      (1864 – 1944)

      Türkiye’de romanı Hüseyin Rahmi Gürpınar başlatmamıştır, ama romanın tüm kitleler tarafından okunan ve sevilen bir edebiyat türü olmasında yazarın çok büyük bir payı vardır. Yazdığı romanlarda son derece gerçekçi karakterler çizen, halk ağzına yakın bir dil kullanan ve her zaman halkın ilgisini çekecek konuları bulup onları ustalıkla kaleme alan yazar. Türk romanının eskimeyen ve eskimeyecek yazarlarının başında gelir.

      Türk romanının en üretken yazarlarından olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, 17 Ağustos 1864 tarihinde İstanbul’da doğdu. Padişah yaveri Mehmet Sait Paşa’nın oğlu olan Hüseyin Rahmi, üç yaşında iken annesinin ölümü üzerine, Girit’te bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula başladı, ancak babasının evlenmesi üzerine altı yaşında tekrar İstanbul’a anneannesinin yanına gönderildi ve eğitimine burada devam etti. Çocukluğunun büyük bölümünü anneannesi, teyzesi ve komşu kadınlar arasında geçirdiği için daha çocukken onların bitmez tükenmez mahalle muhabbetlerini dinlemek, Hüseyin Rahmi’nin esin kaynağı oldu. Yakubağa Mektebi, Mahmudiye Ortaokulu’nda okuyan Hüseyin Rahmi, tarihçi Abdurrahman Şeref Bey’in himayesiyle Mekteb-i Mülkiye’ye girdi (1878). Bu dönemde bir yandan da özel dersler alarak Fransızca öğrendi. Okulun ikinci sınıfında iken ciddi bir hastalık geçiren Hüseyin Rahmi buradaki öğrenimini yarıda bıraktı (1880). Yazar çok küçük yaşlardayken yazmaya başladı; ortaokul öğrencisi iken on iki yaşında yazdığı Gülbahar adlı oyunu yangında kayboldu, “Bir Genç Kızın Avaze-i Şikayeti” adlı ilk yazısı ise Ceride-i Havadis’te yayımlandı (1884). Adliye Nezareti Ceza Kalemi’nde memur ve Ticaret Mahkemesi’nde aza mülazımı olarak çalışan Hüseyin Rahmi, Nafia Nezareti Tercüme Kalemi’nde çalışırken Meşrutiyet’in ilanı üzerine memurluğu bıraktı ve hayatını kalemiyle kazanmaya çalıştı. Hüseyin Rahmi’nin ilk romanı Şık (Ayine) Ahmet Mithat Efendi tarafından beğenilince Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmeye başladı (1886).

      1894’te İkdam ve Sabah gazetelerinde yazar ve çevirmen olarak çalışmaya başladı. İkdam’da arka arkaya yayımladığı altı romanla ünü birden arttı. Meşrutiyet döneminde Ahmet Rasim’le birlikte 37 sayı süren Boşboğaz ve Güllabi adlı bir mizah dergisi çıkardı (1908). Bu dergi yüzünden mahkemeye verildi ve beraat etmesine rağmen dergisi kapatıldı. İbrahim Hilmi Bey ile birlikte çıkardığı Millet gazetesi de uzun ömürlü olmadı. Bundan sonra çalışmalarını İkdam, Söz, Zaman, Vakit, Son Posta, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımladı. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında yayımladığı Ben Deli miyim? adlı romanı yüzünden mahkemeye verildi, ancak bir kez daha beraat etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 5. ve 6. dönemlerinde Kütahya milletvekili olan Hüseyin Rahmi, ömrünün son otuz bir yılını geçirdiği Heybeliada’daki köşkünde 8 Mart 1944 tarihinde vefat etti ve oradaki Abbas Paşa Mezarlığı’nda toprağa verildi.

      Seçme Romanları: Şık (1989), İffet (1896), Mürebbiye (1899), Metres (1899), Şıpsevdi (1911), Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912), Gulyabani (1912), Hayattan Sayfalar (1919), Son Arzu (1922), Efsuncu Baba (1924), Ben Deli miyim? (1925), Billur Kalp (1926), Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu? (1927), Kokotlar Mektebi (1928/1929), Şeytan İşi (1933), Utanmaz Adam (1934), Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür (1943), Ölüm Bir Kurtuluş mudur? (1949), Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı? (1949), İnsanlar Maymun muydu? (1968), Ölüler Yaşıyor mu (1973), Namuslu Kokotlar (1973)

      3

      Halit Ziya UŞAKLIGİL

      (1867 – 1945)

      Batı tarzı Türk edebiyatının ilk önemli yazarlarından Halit Ziya “sanat yapmak” uğruna zaman zaman ağır bir dil kullansa da anlattığı konuların sahiciliği ve anlatımındaki ustalık nedeniyle her zaman en çok okunan yazarlarımızdan biri oldu. “Mai ve Siyah”ın ilk yerli klasik romanımız olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

      Türk romancılığının ilk ustalarından Halit Ziya Uşaklıgil 1867’de İstanbul’da doğdu. “Uşakizadeler” olarak tanınan İstanbullu bir ailenin oğluydu. Mahalle mektebinden sonra Fatih Rüştiyesi’ne gitti. Tüccar olan babasının işlerinin bozulması üzerine, 1879’da İzmir’e yerleştiler ve yazar İzmir Rüştiyesi’ne girdi. Özel Fransızca dersleri aldı. Avusturyalı Katolik rahiplerin yönettiği Mechitariste Okulu’na devam etti. 1884’te son sınıftan ayrılarak babasının ticarethanesinde çalışmaya başladı. Fransızcadan ilk çevirilerini bu yıllarda yaptı. Tevfik Nevzat ile 1884’te Nevruz dergisini, 1886’da da Hizmet gazetesini yayımladı. İlk romanlarını bu gazetede yayımladı. Okulu bitirdikten sonra bir yandan İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaparken bir yandan da Osmanlı Bankası’nda memur olarak çalıştı. 1893’te Reji İdaresi’nde başkatiplik göreviyle İstanbul’a geldi. Hüseyin Siret, Mehmet Rauf, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit, Ahmet Rasim gibi yazarlarla dostluk kurdu ve 1896’da Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katılarak Servet-i Fünun dergisinde kendine geniş ün sağlayan romanlarını yayımladı. 1901-1908 arasında yazarlığı bıraktıysa da II. Meşrutiyet döneminde yeniden başladı, ancak yazdıklarını 1923’e kadar yayımlamadı. Bu arada, Darülfünun’da estetik ve Batı edebiyatı dersleri verdi. V. Mehmed’in tahta geçmesi üzerine onun mabeyn başkatipliğine atandı, dört yıl bu görevde kaldı. Daha sonra Reji İdaresi’nde yönetim kurulu başkanı oldu. Son yıllarını, Yeşilköy’deki evinde anılarını yazarak geçirdi.

      Uşaklıgil’in İzmir’deyken yazdığı Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı gibi ilk yapıtları karşılıksız sevgiyi konu alan, acıklı ve duygusal kısa romanlardır. İstanbul’a geldikten sonra Servet-i Fünun dergisinde yayımladığı Mai ve Siyah (1895) ile acemilik dönemini geride bıraktığı görülür. Daha önceki yapıtlarında ön planda bulunan acıklı aşk serüveni, burada ikinci plana atılmıştır. Şairler, gazeteciler, yayınevi sahipleri ve yazarlar arasında geçen olayları ele aldığı bu romanda, hem o dönemin Bab-ı Ali dünyasını hem de bu dünyanın