Damon Young

Bahçede felsefe


Скачать книгу

ilgilenen, vazifeşinaslıkla saksı çiçeklerinin yerini değiştiren, Cowper’ın akasyalarından sipariş eden, frenküzümü ile bektaşiüzümü toplayan sessiz ve düşünceli Jane bu. Dedikodu ve gündelik işlerle uğraşmak yerine, sessiz bir çalışkanlık ve hülyalı bir halin hâkim olduğu bir yaklaşım. Austen’ın bu sessizliği değerli bulduğuysa kesin.

Düşmez Kalkmaz Bir Pope

      Pemberley’nin sessizliğini anlamak için, Austen’ın felsefi bakışını, ona ilham veren fikir ve düşünce akımlarını biraz bilmekte fayda var. Yazar, akademisyen değildi ama müthiş bir okurdu. “Kadın yazar” olarak önemsizleştirilmeye çalışılmış olsa da (ki eleştirmenler bu sözle kibirli bir şekilde aşk romanı yazanları kastederler) pek çok akademik eseri iyi biliyordu. Robert Henry’nin İngiltere Tarihi kitabından alıntı yapmamış olması içeriğini bilmediği anlamına gelmiyor. Yirmi beş yaşındaki yazar bunu okuduktan sonra kız kardeşine bir sonraki konuşmalarında “bol bol bilgi” vereceğini söylemişti. Dr. Johnson ve onun biyografi yazarı James Boswell’ı okumuş ve beğenmişti, ayrıca Johnson’ın fikir tartışmasında bulunduğu Oliver Goldsmith’in İngiltere tarihini de okumuştu. Vaizleri de okuyordu, kız kardeşine Thomas Sherlock diye birinden övgüyle söz etmişti. Daha da ilginç olanı, Austen’ı 1813’de, Yüzbaşı Pasley’nin12 ”Askeri Polis ve Britanya İmparatorluğu Kurumları Üzerine Bir Makale”sinin eğlenceli ve güçlü biçemi üzerine yorum yaparken görüyoruz. Chawton’dan Cassandra’ya şöyle yazmıştı; “gıpta ettiğim tek asker.” Jane Austen’ın tarih, felsefe, teoloji, toplum ve ordu konularında liberal bir okuma zevki olduğu da belli oluyor.

      Filozof Gilbert Ryle, Austen’ın, aydınlanma çağı bilgelerinden Thomas Locke’ın hamisi ve öğrencisi Dördüncü Shaftesbury Kontu’ndan da etkilendiğini öne sürer. Shaftesbury’nin eserleri birçok filozoftan etkilenmiştir ama Aristoteles bunların arasında özel bir öneme sahiptir. Austen’ın, zaaf ve erdem karışımı olan karakterlerinin de, çağının Kalvinci teologlarının siyah-beyaz ahlakından çok, Aristoteles etiğine göz kırptığı söylenebilir (Ryle, Kalvin-ci ahlak psikolojisini çift kutuplu olarak tanımlar). Austen’ın, Willoughby gibi aşağılık karakterleri kusurlarla doludur ama şeytani değildir. Akıl ve Tutku’nun genç ve atak çapkını Willoughby, zayıf karakterli ve tutarsız biridir, dürüst değildir ama şeytan da değildir. Austen’ın romanlarında karton karakterler yoktur. Aynı biçimde, kadın karakterleri de hiç kusuru olmayan mükemmel yaratıklar değildir. Lizzy Bennet’ın önyargıları, Emma’nın kibri ile Austen, kadın karakterlerine gerçek insanların nüanslarını ve çeşitliliğini kazandırmıştır. Austen’da, Kurtarılmış ve Lanetlenmiş, İyi ve Kötü, İlahi ve Şeytani gibi basit ikili kutuplardan ziyade ahlaki tiplemeler vardır. Ryle bunun Aristoteles’in bakışı olduğunu, Shaftesbury’nin de ondan etkilendiğini söylüyor. “Shaftesbury bir pencere açmıştı,” diye yazar Ryle, “on sekizinci yüzyılda çok az kişi bu pencereden hava alıp ciğerlerini Aristo oksijeniyle doldurdu. Jane Austen ise bu oksijeni kokladı.” Kısacası, Austen’ın basit gibi görünen ama aslında öyle olmayan romanları, çağının en aydınlık kafalarından etkilenmişti: filozoflar, makale yazarları, biyografi yazarları ve tarihçiler gibi.

      Onun eserleri üzerinde şairlerin de hatırı sayılır bir etkisi oldu. Austen’ın iyi ve doğru anlayışı, sistematik düşünürler kadar şiirden de etkilendi. Ryle, “‘ahlakçı’ sözünün Hutcheson ve Hume kadar Goldsmith ile Pope’u da kapsadığını” belirtir. Bu saptama özellikle de Alexander Pope için doğruluk taşır. Alexander Pope, on sekizinci yüzyılın en büyük ve en çok alıntılanan şairidir. Artık eserleri daha az okunuyor ama dizelerinin çoğu atasözü gibi oldu: “az bilmek tehlikelidir”, “kusur insana mahsustur, affetmek Tanrı’ya”, “meleklerin adım atmaya korktukları yere aptallar koşa koşa gelir”. Aralarındaki husumete rağmen, parlak Fransız yazar ve filozof Voltaire bile Pope’un eserlerini övmüştür. Bir muhabire hiç çekinmeden, “İngiltere’nin ve dünyanın yaşayan en iyi şairi,” demiştir Pope için. Pope tarafından küçümsenen ve göz ardı edilen bir adamdan büyük bir övgü. Şairin dile getirdiği fikirler fazla kullanılmaktan biraz aşınmış olsa da onları dile getiriş biçimi taze ve keskindi. Pope aşağıdaki dizelerde kendi “zekâ” anlayışını açıklıyor: “Nature to advantage dress’d; / What oft was thought, but ne’er so well express’d.”13

      Bu ışıkta bakıldığında, Pope’un on sekizinci yüzyıl İngiliz dili ve düşüncesini, Jane Austen da dahil olmak üzere, “giydirdiğini” söylemek hiç de abartılı bir söz olmaz. Shaftesbury ile Austen gibi, Alexander Pope da Aristoteles geleneğinden geliyordu: Kalvincilerin ruhları kazanmak için verdiği savaştan çok insan çeşitliliğiyle ilgileniyordu. İnsan karakterinin incelikli, çeşitli ve değişken olduğunu düşünüyordu. Her insanın “hayatta bir tutkusu” olsa da, esas olan değişimdi: Lort Cobham’a yazdığı bir mektupta, “tutum ve tavırlar talihle; mizaç iklimle; inanç kitaplarla; ilkeler zamanla değişir,” diye yazmıştı. Austen, iki romanında Pope’tan alıntı yaptı; Northanger Manastırı ile Akıl ve Tutku’da. Cassandra’ya yazdığı bir mektupta ise, “Hayatta düşmez kalkmaz bir Pope,” diye yazarak şaka yapmıştı (Pope’un14 katolik olduğu düşünülürse, bu ironikti). Aynı mektupta Austen kendi stoacılığını göstermek için, şairin dizelerinden yararlanmış, Pope’un “İnsana Dair Deneme” adlı şiirinden şu sözleri dokunaklı bir tonda alıntılamıştı: “Her neyse, en iyisidir.”

      Pope’un bu şiiri Austen’ın dile getirilmemiş (ama asla dile getiremediğinden değil) hayat görüşünün bir özeti gibidir. Austen gibi, Pope’un başlangıç noktası da basitti: insanın cahilliği. Bununla sadece yanlış veya eksik bilgiyi kastetmiyordu; bu türden bir cahillik, verileri kontrol ederek veya dedektiflik yaparak aşılabilirdi çünkü. Pope’un sözünü ettiği insan algısı ve bilgisindeki sınırlamalardı. Tanrı her şeyi görür ve bilirken, (evren bir yana) bizim kendi küçücük dünyamızın sadece küçücük bir parçasını bildiğimizi; ehemmiyetsiz, küçük, savunmasız ve kafası çabucak karışan yaratıklar olduğumuzu savunuyordu. Pope’un tanrısı bütüne hâkimken, insanoğlu onun küçücük bir parçasına beceriksizce tutunuyordu; sonsuzluğu kavraması ise hepten güçtü.

      Bundan daha da önemlisi Pope, evreni sorgulamanın pek bir anlamı olmadığını söylüyordu. Öncelikle, cahilliğimiz yüzünden kapsamlı bir cevaba ulaşmak mümkün olmadığı için. Bir öküz, çiftçinin tarım planını ne kadar anlarsa biz de evreni o kadar anlıyorduk. İkincisi; evreni bütünlüğü içinde mucizevi bir şekilde kavrayacak dahi olsak, herhangi bir şeyin değişmesini beklemek yersiz olurdu. Pope, “Mümkün olan tüm sistemler içinde,/ Sonsuz bilgelik yaratacaktır en iyisini,” diye yazar. Kısacası, mümkün olan en güzel evrene sahibiz. Bizim sınırlı ufkumuzdan bakınca, bazı şeyler çirkin, adaletsiz ve mantıksız görünebilir, ama aslında bu dengeli ve uyumlu bir sistemdir ve o ilahi amacına hizmet eder. Toz zerresi de, kuşlar da, memeliler de bu senfonide birer enstrümandır; ancak maestro dışında kimse büyük sonun nasıl olacağını bilemez. Kendi payımızı değiştirmeyi istemek saçma ve tehlikelidir, çünkü en ufak bir uyumsuzluk veya ritmi kaçırmak bütün kompozisyonu mahveder. Evreni sayısız dişli, çark ve yaylardan oluşan hassas, narin bir müzik kutusu gibi düşünün: En ufak bir hasar şarkıyı sonlandırır. Pope, “Doğanın zincirinden hangi halkayı çıkarırsan çıkar, onuncu ya da on bininci, zincir kopar,” diye yazar. Mükemmel bir biçimde bir araya gelmiş parçalardan oluşan rasyonel bir uyumdur sözkonusu olan. Pope’un dünyasında, her şey olması gerektiği gibidir.

      Şairin bundan çıkardığı bir ders vardır: Fikir yürütmeyi ve kederlenmeyi bir yana bırakıp