1. Avrupa’nın sömürgeleştirdiği Afrika – 1914
Özellikle Mısır’daki Süveyş Kanalı çok stratejik bir öneme sahipti, Doğu ile Batı arasındaki denizaşırı ticaretin akışını sağlıyordu. Fakat Avrupa’nın Afrika Kıtası’nı, yerli grupları göz ardı ederek ve Afrika’nın yürürlükteki özyönetim sistemlerini geçersiz kılarak yeni devletlere ayrıştırması, yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkacak olan sorunların birikmesine yol açacaktı (bkz. sayfa 130).
Kraliçe Victoria’nın saltanatı süresince (1837-1901) “üzerinde güneş batmayan” İngiliz İmparatorluğu dünyanın o kadar çok bölgesine uzanmıştı ki, imparatorluğun en azından bir parçası gerçekten de her zaman gün ışığı altındaydı. İngiltere, tarihteki en büyük imparatorluktu ve dünya nüfusunun yüzde yirmisinden daha fazlasına sahipti. Modern çağın ilk süper-gücüydü.
İmparatorluğun genişliği ve başarısı büyük ölçüde İngiltere’nin, ticaret yollarına hâkim olan ve ticari hudut noktalarını kontrol altında tutan güçlü Kraliyet Deniz Kuvvetleri’ne ve kendisine fethetme ve genişleme için gerekli araçları sağlayan Sanayi Devrimi’ndeki öncülüğüne dayanıyordu: demiryolları, buharlı gemiler ve otomatik silahlar…
İngiltere kendi sömürgelerinden aldığı şeker, çay, tütün ve özellikle Kuzey Amerika’daki eski sömürgelerinden getirttiği pamuk gibi ucuz hammaddeleri ithal ederek kâr sağlıyordu. Pamuk, İngiltere’nin buharla çalışan tezgâhlarında bükülüp dokunuyordu ve pamuklu kumaş imalatı ta ortaçağdan beri İngiltere ekonomisinin belkemiği olan geleneksel yünlü kumaşları geride bırakmıştı. Küresel pazar, İngiltere’nin Hindistan ve Mısır gibi daha az sanayileşmiş olan ülkelerdeki imalatçılardan daha ucuza ürettiği İngiliz pamuklu mallarıyla dolmuştu.
İngiliz İmparatorluğu ayrıca, köleliğin 1808’de kölelik karşıtı eylemlerin baskısı sonucu ortadan kaldırılmasına kadar Amerika’ya taşıdığı Afrikalı kölelerin ticaretinden elde ettiği kazançlarla da büyümüştü.
Kraliçe Victoria iktidara geldiği zaman imparatorluk merkantilist (lehte bir ticari dengeyi koruyacak şekilde düzenlenmiş gümrük vergileriyle ve ihracatın ithalattan daha fazla olduğu) bir ticaret anlayışına sahipti ve East India Company (Doğu Hindistan Şirketi) gibi tekelci ticari kuruluşların hâkimiyeti altındaydı. Victoria’nın saltanatı süresince İngiltere’nin ekonomisi, benimsenen serbest ticaret politikasının (ithalat veya ihracatta hiçbir vergi, kota veya kısıtlama olmaması) uygulamaya sokulmasıyla birlikte değişime uğradı. Victoria taraftarları bunun refahın anahtarı olduğuna inanıyorlardı.
“Afrika Kapışması” sırasında Güney Afrika’da Transvaal’de büyük miktarda altın filizi keşfedildi. İngiliz altın arayıcılarının Johannesburg’un altın arazilerine akın etmeleri yakınlardaki İngiliz kontrolü altında bulunan Cape Colony’deki İngiliz yönetiminden kaçarak Transvaal’e yerleşmiş olan ve Güney Afrika dili konuşan Hollanda kökenli göçmen Boerleri rahatsız etti.
Britanya, Boer Krallığı’nı bölgedeki kendi üstünlüğü için bir tehdit olarak gördü ve Transvaal Hükümeti’ni devirmek için gizli bir plan hazırladı. Jameson Baskını denilen bu plan başarısızlığa uğradı ve baskına öfkelenen Alman Kayzer II. Wilhelm’in (Kraliçe Viktorya’nın torunu) 3 Ocak 1896’da Transvaal Devlet Başkanı Paul Kruger’e bir telgraf göndermesine neden oldu. Telgrafta “Siz ve halkınız, ülkenize saldırarak barışı bozmaya çalışan silahlı gruplara karşı, dost kuvvetlerin yardımına başvurmadan, kendi güçlü savunmanızla barışın yeniden tesis edilmesini ve ülkenin bağımsızlığının sürdürülmesini sağladığınız için şahsınıza en içten tebriklerimi sunuyorum,” deniyordu.
Kayzer’in telgrafı Britanya ile Almanya arasındaki gerginliği artırdı ve İngilizlere “hiçbir düşmandan korkmamak ve hiçbir dosta gereksinim duymamak” prensibine dayalı “muhteşem yalnızlık” politikalarına ilişkin tehlikeleri hatırlattı. İngiltere bunun hemen ardından Avrupa’yı bir savaş sürecine sokacak olan bir ittifak sistemine dahil olacak ve politikasını değiştirecekti.
İngiltere, İkinci Anglo-Boer Savaşı’nda (1899-1902) Boerleri bastırdı ve onların Afrika cumhuriyetlerini kendi topraklarına kattı, ancak bu çatışma Afrikalı-Avrupalılar arasında milliyetçiliğin yayılmasına yol açarak, bağımsızlıklarını İngiltere’den geri alma azmini güçlendirdi. Bu çelişki karşısında sarsılan İngiltere, imparatorluğunun güvenliği için korkmaya başladı. Bu önemli bir konuydu, çünkü İngiliz ekonomisi için imparatorluk hayati önem taşıyordu.
Britanya 1902’de kendi uluslararası etkisini güçlendirmek ve Çin’deki İngiliz ticaretini korumak için o sıralar Uzakdoğu’daki en büyük bölgesel güç olan Japonya’yla bir askeri ittifak yaptı. Bu ittifak, her iki ülkenin de hasmı olan Rusya’ya bir darbe vurmayı hedefliyordu. Rusya, çok yakın bir tarihte Mançurya’nın stratejik öneme sahip limanı Port Arthur’u işgal ederek Britanya’nın Çin’deki ticari çıkarlarını tehdit etmeye başlamıştı ve Japonya’nın arka bahçesi gözüyle bakılan Kore’yi ele geçirme ihtirası içindeydi. Şimdi İngiltere ve Japonya, Rusya veya başka bir güce karşı bir savaş durumunda birbirlerini destekleme konusunda karşılıklı güven kazanmışlardı.
İngiltere ayrıca aralarında uzun süredir devam eden sürtüşmeleri bir kenara bırakıp Fransa’yla Entente Cordiale (1904) denilen bir dostluk antlaşması yaptı. Bu antlaşma, Avrupa’da bir savaş çıkması halinde, özellikle 1871’de Prusya’nın yönetimi altında yaptığı birleşmeden beri çok güçlenen Almanya’ya karşı, her iki ülkeye de karşılıklı güvence sağlıyordu.
1910 yılına gelindiğinde İngiltere’nin üretim kapasitesi, Amerika ve Almanya tarafından gölgede bırakılmıştı. Üretim, 1912’de İngilizlerin Mısır’a, İtalyanların Libya’ya açılmaları nedeniyle tehdit altına girdi (bkz. sayfa 14) ve on yıl sonra 1919-22 Mısır Devrimi sırasında İngilizlerin kontrolünden zorla çekilip alındı. İngiliz İmparatorluğu her ne kadar topraklarını genişletmeyi Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasına kadar sürdürmeye devam ettiyse de artık İngiltere dünyanın önde gelen sanayi ve askeri gücü olmaktan çıkmıştı.
Dünyanın bir başka bölgesinde, Avrupalı güçlerin sömürge kontrolünden doğrudan kaçabilen Çin vardı. Fakat, en az iki bin yıldır uygarlığın merkezi olan ve 1644’ten beri Çing Hanedanı tarafından yönetilen Çin İmparatorluğu çökmeye başlamıştı. İngiltere’nin kârlı fakat yıkıcı afyon ticaretine devam etme serbestliği istemesiyle başlayan çatışmaların doğurduğu Afyon Savaşları (1839-42 ve 1856-60), Çin’in felç edici ödünlerle birlikte Hong Kong Adası’nı tazminat olarak İngiltere’ye verip kaybetmesiyle sonuçlandı.
Çin ayrıca kanlı bir iç savaşın (Taiping İsyanı, 1850-64) acısını yaşamış, Rusya’ya toprak kaptırmış, 1880’lerde Vietnam’da Fransa’yla çatışmış ve Kore’de Japonya’yla rekabete girmişti.
Avrupalılar orada ticari sömürü için bir fırsat gördüler, fakat imparatorluğa karşı hızlı bir saldırıya girişmeleri şiddetli bir tepkiye neden oldu ve 1899-1901 yılları arasında Fists of Righteous Harmony1 (Batılılar, dövüş teknikleri nedeniyle onlara “Boksörler” diyordu) adlı gizli bir grubun üyeleri tarafından yönlendirilen Boksör İsyanı’na yol açtı. Boksörler Çin’in kadim kültürünü tehdit etmekte olan Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri