Okakura Kakuzo

Bir nefeste 20. yüzyıl


Скачать книгу

köylü milisleri destekleme yolunu seçti. Rusya, Japonya, Amerika ve Avrupalılardan oluşan uluslararası ittifak kuvvetlerinin Pekin’e ulaşmaları elli beş gün sürdü. Kuşatma altındaki yabancılar kurtarıldı ve yüzlerce Boksör işgal kuvvetleri tarafından idam edildi.

      İmparatoriçe’ye, işin içindeki yabancı devletlere, Çin’in ekonomisini felce uğratacak derecede tazminat ödemesi emredildi. Tamamen zayıflayan Çing Hanedanlığı, on yıl sonra yapılacak bir askeri darbeyle dağılacak ve böylece Çin İmparatorluğu’nun sonu gelmiş olacaktı.

Gezgin, Tüketici Yeni Dünya

      1900 yılında Batı toplumu eşi görülmemiş değişikliklerin olduğu bir yüzyılın içine girmenin sersemliği içindeydi. Tarıma dayalı ekonomiler, Sanayi Devrimi ile dönüşüme uğramıştı. Suyun ve beygirlerin gücünün yerini buharlı motorlar almış ve artık bunlar gemilerde, trenlerde ve 1890’lardan itibaren (içten yanmalı motoru olan) ilk modern otomobillerin piyasaya çıkmasıyla birlikte ilk defa binek araçlarda kullanılmaya başlanmıştı. Örgü ve dokuma makineleri tekstil dünyasını dönüştürmüştü. Yeni yöntemler dövme demir ve çelik ürünlerini yaratmış ve kömür madenciliği gelişmişti. Yollar iyileştirilmiş, kanallar ve demiryolları inşa edilmişti. Telefon ve telgrafın icadı, iletişimi değiştirmişti.

      Girişim kültürünün ürünleri arasında, Doğu Mısır’daki Akdeniz’le Kızıldeniz’i birleştiren ve Avrupa, Kuzey Afrika ve Asya arasındaki ticaret yollarını kısaltarak küresel ticaret akışında devrim yaratan Süveyş Kanalı gibi mühendislik harikaları da yer alıyordu. Aynı şekilde kırk yıl sonra 1907-1914 arasında Birleşik Devletler tarafından inşa edilen ve Kuzey ile Güney Amerika’yı birbirine bağlayan dar kara şeridinin içinden geçen Panama Kanalı da (Panama Kıstağı) Atlantik ve Pasifik okyanusları arasındaki deniz ticaretini geliştirmiş ve uluslararası deniz ticaretinde hayati öneme sahip bir denizyolu haline gelmişti. Amerika’nın batı sahiline giden gemiler artık Güney Amerika’nın ucundaki Cape Horn’un etrafından dolanan tehlikeli rotayı izlemek zorunda kalmıyorlardı.

      Yirminci yüzyılın başlarında insanlar, Amerikan Henry Ford Otomobil Fabrikası’ndaki montaj bandında birleştirilen arabalar gibi, seri üretilen tüketim mallarıyla tanıştılar. Bu yenilik, Ford’un Model-T arabalarının üretim süresini kısaltmıştı. 1918 yılına gelindiğinde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm arabaların yarısını bu arabalar teşkil ediyordu. Uygun fiyatlı ve büyümekte olan orta sınıfa pazarlanabilen Ford otomobilleri, Amerikalılar için motorlu taşıtla yolculuk yapabilme fırsatı yaratmıştı. Montaj bandı buluşu çok geçmeden başka tüketim malları için de uygulanmaya başlandı.

      Batı kültürü, bilim ve teknolojik gelişmeler, ticaret bağlantıları ve sömürgecilik aracılığıyla dünyanın her tarafına yayıldı ve küreselleşme süreciyle birlikte uzak yerlerdeki milletleri de etkiledi.

İlk Motorlu Uçuş

      1903 yılında Orville Wright, ABD’de Kuzey Karolina’da ilk defa içinde insan olan havadan ağır motorlu bir uçakla on iki saniye süren bir uçuş gerçekleştirdi. Bu, Orville ve Wilbur kardeşlerin yıllar boyu yaptıkları deneylerin doruk noktasıydı. 1909’da Fransız mucit ve havacı Louis Blériot, İngiltere’den Fransa’ya Manş Denizi üzerinden tek kanatlı bir uçakla uçarak Daily Mail gazetesi tarafından ortaya konulan 1.000 sterlinlik ödülü kazandı. Çok geçmeden uçaklar, ilk defa

      İtalyan-Türk Savaşı (1911-12) sırasında İtalyanlar tarafından keşif ve bombalama amaçlı olarak savaş görevlerinde kullanılmaya başlandı. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından Fransız pilot Roland Garros, uçağının önüne sabit bir makineli tüfek yerleştirdi ve 1915’te Alman savaş uçağı pilotu Kurt Wingens, uçağın pervanesini geçerek ateş etmek üzere senkronize edilmiş bir makineli tüfekle silahlandırılmış bir savaş uçağıyla ilk hava zaferini kazandı.

Altın Yaldızlı Çağ

      Sanayileşen uluslar her ne kadar dünya sahnesinde ekonomik güce sahip olsalar da kendi içlerinde bölünmüş bir toplum olmanın sancılarını yaşıyorlardı. Zengin aristokratlar ve orta sınıftakiler sanayileşmenin nimetlerinden fazlasıyla yararlanırken, fabrikalardaki yerlerini makinelerin aldığı işçi sınıfı ve yoksullar, makineyle çalışılan fakat düşük ücretli yeni işler bulabiliyorlardı. Hayat standartları alt seviyede kalmaya devam ediyordu.

      Avrupa’nın 1870-1914 arasındaki iyimserlik, yenilik, bolluk ve istikrar dönemi “Belle Époque” olarak bilinir. Bu altın yıllar boyunca zengin sınıflar artan refahın tadını çıkarırken Paris de sanatçı ve yazarların merkezi haline geldi. Fransız başkentinin Art Nouveau tarzının doğal organik biçimleri dünyanın her yanında mimariyi etkiledi. Émile Zola gibi yazarlarda ifadesini bulan edebi gerçekçilik, modernizmin öncülerinden biriydi (bkz. sayfa 29).

      Aynı tarihlerde, iç savaş sonrası Amerika, demiryollarının yaygınlaşması ve petrol arıtımı, çelik imalatı ve fabrikada üretilen ürünler sayesinde canlanan bir ekonomik gelişmeyle birlikte “Altın Çağ” dönemini yaşıyordu. Amerika’nın yeni zenginliğine paralel olarak, kırsal alanlardan göçüp gelenler ve çoğu, Avrupalı uluslardan daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak için gelen yabancı göçmenlerin oluşturduğu muazzam bir işgücünün doğurduğu sosyal sorunlar baş göstermişti. Bu sosyal sorunlar, Mark Twain’in Charles Dudley Warner ile birlikte yazdığı Altın Yaldızlı Çağ: Bugünün Masalı (1873) adlı kitapta, ince bir zenginlik yaldızıyla maskelenmiş bir görüntü olarak anlatılıyordu.

İşçiler, Birleşin!

      İngiltere’deki Victoria toplumu, kendi kendini yetiştirmiş adamların yeteneklerine göre takdir gördüğü ABD’nin aksine, bir beyefendinin öneminin ona miras kalmış olan toprakla belirlendiği inancı üzerine kurulmuştu ve bir beyefendi için en yüksek meslek ticari alanda değil, devlet içinde olabilirdi. Bu durum, arazi sahibi aristokratları ticaret yapan ve çalışan sınıflardan ayırıyordu, ayrıca bir başka ayrım da sanayici işverenlerle düşük maaş ve çalışma koşullarına içerleyen işçiler arasındaydı. Zengin ve dinsel motivasyona sahip hayırseverler bu zorlukları hayır işleriyle çözmeye çalıştılar, ancak giderilen ihtiyaçlar düzensizdi ve devlet tarafından sağlanan güvenlik ağı da bu konuda çok yetersizdi.

      1910 yılına gelindiğinde İngiltere’nin ekonomik büyümesi durmuş, ücretler sabit kalmış ve fiyatlar yükselmişti, ayrıca kâr seviyesinin düşmemesi için İngiliz işçiler verimliliği artırma baskısı altına girmişlerdi. Grev yapan kibrit fabrikası çalışanlarını örnek alan havagazı işçileri ve liman işçilerinden pek çoğu ortak yardım almak için işçi sendikalarına katıldılar ve bu hareket, çalışan kesimin ücret ve çalışma koşullarını iyileştirme amacı güden “Büyük Huzursuzluk” diye adlandırılan bir grev dalgasının yayılmasına yol açtı. 1926’da İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan bir ekonomik kriz sırasında, grev yapan İngiliz maden işçilerinin diğer sanayi işçileriyle dayanışma içinde katıldığı ilk genel grevi yaşayacaktı. Fakat orta sınıftan gönüllüler, yasal zorluklar ve korku dolu sendika liderlerinin oluşturduğu koşullar, bu grevin sona ermesine neden oldu.

      Özel teşebbüs ve serbest piyasa kapitalizmiyle ilişkili sosyal eşitsizlikler, başka bir hareketin, yani sosyalizmin gelişmesini tetikledi. İşçi hareketi, kapitalist sistem içindeki işçiler için koşulları iyileştirmeyi amaçlarken, sosyalistler kapitalizmi, işçilerin üretim araçlarının mülkiyetini ve kontrolünü paylaştığı yeni bir sistemle değiştirmek istiyorlardı. Meslek sendikacılarıyla ittifak kuran Avrupa sosyalistleri, Alman ekonomist ve devrimci Karl Marx’ın sloganından esinlenen uluslararası bir emek hareketine öncülük ettiler: “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” Onlar, günde sekiz saat çalışma süresini