Mark Daniels

Bir nefeste dünya mitolojisi


Скачать книгу

Aynı şekilde, büyük nehirlerin birleştiği birçok bölgede gerçekleşmiş sellere dair kanıtlar bulunabilir.

      Milattan önce beşinci yüzyıldan itibaren bu bölgeye çeşitli halklar yerleşmeye başlar ve daha sonra büyük şehir devletlerine dönüşecek halklar ortaya çıkar. Sonraki binyılda, Sümerler olarak bilinen Sami halkı Suriye ve Arap çölleri dahil olmak üzere her yönden buraya göç eder ve bölge gelişmeye başlar. Bu altın çağ yaklaşık M.Ö. 2300’e kadar sürer ve Sümerler’i dünyanın ilk medeniyetlerinden biri yapar. Ancak şehir devletleri arasındaki kaçınılmaz çatışmalar, dış güçlere karşı aralarındaki birliği zayıflatır. (Bu, Roma İmparatorluğu dahil olmak üzere pek çok medeniyetin çöküşüne sebep olan bir hatadır.) Sümerliler, yazının ilk biçimlerinden biri olan ve günümüzde çiviyazısı olarak bilinen formu keşfeden medeniyettir; çiviyazısı, bir tür hece alfabesi olarak da tanımlanabilir. Ayrıca astronomi ve mitoloji alanlarında sahip oldukları temel bilgiler, Yunanlılar dahil olmak üzere pek çok medeniyeti etkilemiştir.

      Başlangıçta

      Sümerlerin metinlerinin sadece belli kesitleri günümüze kadar ulaşabildiği için hikayelerini bir araya getirebilmek meşakkatli bir iştir. Çiviyazısı alfabeleri 19. yüzyıla kadar çözülememiştir fakat bu metinler bize bu eski medeniyetin (kimisi gerçek, kimisi mitsel) kralları, tanrıları ve kozmolojisi hakkında bilgi verir.

      Metinlerin bir kesitinde, başka birçok inanç sistemiyle benzeşen bir evrenin yaratılışı başlangıcı tasviriyle karşılaşırız: yerin ve gökyüzünün birbirinden ayrılması. Sümerlerde, gök tanrı An ve onun topraktaki dişi karşılığı olan Ki, oğulları Enlil tarafından birbirlerinden koparılırlar. Enlil, daha sonra babasını devirerek tanrılar tapınağının kralı olur.

      Metnin başka bir kesitinde hava tanrıçası Ninlil’e nehirde çıplak yıkanmaması tembihlenir, çünkü bu Enlil’in ilgisini haddinden fazla çekebilir. Kaçınılmaz olarak, Ninlil ilk fırsatta neşe içinde nehre koşar ve ona tutulan Enlil tarafından kıstırılıp Ay tanrısı Nanna’ya hamile kalır. Enlil’in bu davranışını karşısında dehşete kapılan tanrılar onu ve hamile sevgilisini tanrılar diyarından kovup yeraltına gönderir.

      Enlil, oğlunun böyle bir sonsuzluğa mahkum edilmesi düşüncesine katlanamaz ve modern okurlara epey mantıksız gelecek bir plan yapar: Her biri zavallı Ninlil’i hamile bırakan yeraltındaki üç farklı kişinin kılığına girer: bekçi, nehir sahibi ve gemici. Ninlil aralarında üç yarı tanrı da bulunan birçok evlat doğurduğunda, Nanna ailesini ve kardeşlerini geride bırakıp ait olduğu göklere yükselmekte özgür kalır.

Sümerlerden Modern Bir Mit

      Burada görülen tablet, silindirik bir şekilde oyulmuş bir taştan yapılmıştır, baskı yapabilmek için taş daha sonra kille kaplanmıştır. Her biri farklı bir sahneyi resmeden bu silindirik mühürler resmi damga ve hatta Sümerli gösteriş meraklılarınca mücevher olarak kullanılmıştır. Altta gördüğünüz tablet, iki kişi arasındaki bir töreni yöneten bir lideri resmetmektedir ve gökyüzünde tasvir edilen nesnelerin Güneş ile gezegenler oldukları iddia edildiği için bu tablet günümüzün pek çok komplo teorisyeninin ilgisini çekmiştir.

      O dönemlerde Güneş Sistemi’mize dair bilgi sahibi olunduğunu gösteren Sümer silindir mühür baskısı.

      Ayakta duran iki karakterin arasında Güneş’e benzeyen, on bir gök cismiyle çevrili bir şekil görülür; oturan karakterden biraz ötede ise on ikinci bir cisim bulunur. Zecharia Sitchin 1970’lerde bu mührün önemine dair bir kitap yayımlamış, on bir noktanın Güneş Sistemi’mizin dokuz gezegenine ve iki Ay’ına benzediğini ileri sürmüştür; bu da Sümerlerin astroloji bilgisinin ve Güneş Sistemi’ne dair herkesten binlerce yıl önce gelen kavrayışlarının olağanüstü bir örneğidir.

      Fakat Sitchin tespitlerini burada bırakmaz. Ona göre “Güneş Sistemi”nin dışında kalan gizemli on ikinci nokta, Nibiru adlı bir gezegeni temsil etmektedir; uzaylılar 3600 yılda bir buradan gelip Sümerleri ziyaret ederek onlar üzerinde deneyler yapacak, onlara bir şeyler öğretecek ve kadınlarıyla ilişkiye gireceklerdir. Sitchin, Anunnaki tanrılarının ölümlülerin dünyasına gelişini konu alan mitlerde anlatılanın aslında pek çok kişinin inandığı gibi An’dan gelen tanrılar değil, bunların uzaylılar olduğunu belirtir.

      Bu teoride birkaç sorun vardır; bunlardan en önemlisi Sümerlerin dünya görüşlerini yazılı metinlerde anlatmış olmalarıdır; bu da diğer eski medeniyetlerde rastlanan “dünyanın düz olması, altında ölümcül bir yeraltı dünyasının bulunması ve bütün bunların semavi bir suyla çevrelenmiş olması” düşüncesine benzer. Güneş’ten ya da Güneş Sistemi’nden bahsedilmez. Yine de bu teori bazı insanların aklını çelmiş ve Sümerlerin altın çağından bugüne dek geçen onca zamanda böyle bir ziyaret kayıtlara düşülmemiş olmasına rağmen internet ‘X Gezegeni’nden birkaç binyılda bir dünyayı ziyaret etmeye gelen uzaylılara dair teorilerle dolup taşmıştır.

      Bu olay, gerçekliği tartışmalı da olsa, mitlere bağlanma isteğimizi ve açıklanamayanı mantıklı kılmak için herhangi bir hikayeye inanabileceğimizi gösterir. Komplo teorisyenliği, mit yaratmanın bir başka biçimidir; yani, dünyanın gizemlerini çözme gücüne sahip bir üstün varlık yaratmanın dinî olmayan bir yoludur.

      Tanrılar ve Kahramanlar

      Sümerler sayıca epey çok tanrı yaratmışlardır. Mitlerinde göğe, toprağa, denize, Ay’a ve savaşa adanmış tanrılar gibi diğer mitolojilerdeki tanrılarla akraba olan pek çok karakter vardır.

      Sümer metinlerinden çözümleyebildiğimiz kesitler, kurucu tanrılardan bahseder ve onları büyük şehir devletlerinin ilk kralları olarak tasvir eder; daha sonra şehirleri yöneten aileler de onların soyundan gelmiştir. Bu, kralların mümkün olan en yüksek mertebeye yerleşmesini sağlar ve yöneticileri yarı-ilahi statüsüne yükseltmek için dahiyane bir yoldur. Sonuçta kim tanrıların büyük büyük büyük torunlarından birine kafa tutmaya cesaret edebilir ki? Bu yönteme Romalılar da başvurmuştur. (Augustus’un kendi çıkarları için Aeneas’ın hikayesini nasıl kullandığını sayfa 172’de okuyabilirsiniz.)

      Enki

      Tanrılar, tüm varlıkların uyum içinde yaşadığı cennet gibi bir yer olan Dilmun diyarında otururlar. Tanrıça Nintu, Sümer tanrılarının en önemlilerinden olan Enki’den yağmur yaratmasını ister. Su tanrısı olarak Enki bu ricayı kabul eder ve doymak bilmez bir cinsel iştaha sahip olduğu için Nintu’yu da baştan çıkarmaya uğraşır. Evliliğe kutsal önem atfeden bu Sümer hikayesinde Nintu, Enki onu namuslu bir kadın yapana dek tutkularına teslim olmaz.

      Ne yazık ki bu evlilik namusa ilişkin çekinceleri bitiriverir. Nintu dokuz günlük hamileyken Ninsar’ı (bitkilerin tanrısı) doğurur. Babası Ninsar’ı da hamile bırakır. Yalnızca dokuz günlük bir hamilelikten sonra Ninsar, Ninkurra’yı (dağların tanrısı) doğurur. Enki, geleneği bozmayarak Ninkurra’yı da hamile bırakır, o da Uttu’yu doğurur. Enki, Uttu’yu da elde etmeyi başarır, böylece aynı durum dördüncü kuşakta da tekrarlanmış olur.

      Uttu’nun dayanacak gücü kalmadığında Nintu onun bedenindeki son “tohumu” alır ve toprağa eker, buradan da sekiz değişik bitki filizlenir. Yeterince belaya sebep olmamış gibi, Enki bu bitkilerin lezzetli göründüğünü düşünür ve onları hemen yiyip bitirir. Fakat bu bebekleri dünyaya getirmesini sağlayacak uzuvlara sahip olmadığı için hastalanır ve bedeninin sekiz yeri şişer.

      İmdadına