Джек Лондон

Büyük evin küçük hanımefendisi


Скачать книгу

çalılık meralarından, çoğalma sürecinde özenle bakılacakları ve cömertçe beslenecekleri damızlık ağılına getiriliyordu. Forrest onlara bakarken aklında, hayatında gördüğü en iyi Türk ve Güney Afrika tiftiklerinin görüntüsüyle karşılaştırıyordu; kendi sürüsü bu karşılaştırma sonucunda oldukça başarılıydı. İyi görünüyordu. Hatta çok iyi görünüyordu.

      Forrest atını sürdü. Dört bir yanda gübre serpme makinelerinin sesi yankılanıyordu. Uzakta, alçak, hafif eğimli tepelerde, birbiri ardına dizilmiş çok sayıda ekibin, her ekipten de üç kişinin aynı hizada çalıştığını gördü. İdari bölgenin kısraklarının, pullukları ileri geri çektiğini, tesviye hatlarına uygun sürüm yaptığını, yamaçların yeşil çimlerini, bitkisel çürük dolu toprakla koyu kahverengiye dönüştürdüğünü biliyordu. Bu toprak o kadar organikti ve kolay ufalanıyordu ki, neredeyse yer çekimiyle eriyerek ince parçacıklı tohum yatağına dönüşüyordu. Bu silolar mısır –ve sorgum– ekmek içindi. Diğer tepe yamaçları, uyguladığı nadas programı uyarınca, diz boyu arpalarla kaplanmıştı; diğerleri de yonca ve Kanada bezelyelerinin yeşilini gösteriyordu.

      Forrest’ın dört bir yanında irili ufaklı tarlalar, en titiz verimlilik uzmanını bile mutlu edecek şekilde, erişilebilirliğe ve çalışıla-bilirliğe dayanan bir sistemle sıralanmıştı. Her çit domuz ve boğa geçirmezdi; çitlerin barakalarında hiçbir tahıl yetişmiyordu. Düz tarlaların çoğu kaba yoncayla kaplıydı. Bazılarında, nadasa uygun olarak, geçen sonbaharda ekilen tahıllar yetişiyor veya baharda yapılacak ekime hazırlanıyordu. Bazılarında da, çoğalma ağıllarına ve kümeslere yakın olduklarından, şişman, dişi Shropshire ve Fransız Merinos koyunları otluyordu veya Forrest oradan geçip bakarken gözlerinde zevk pırıltısı oluşmasına neden olan beyaz devasa damızlık domuzlar tarafından keyifle kullanılıyordu.

      Dick, dükkânlar veya oteller olmasa da, neredeyse bir köy büyüklüğünde olan arazisinde dolaştı. Evler bungalov şeklindeydi, sağlamdı, göze hoş görünüyordu ve her biri, güller dahil çeşitli çiçeklerin açtığı ve gecikmiş don tehdidine gülümseyen bahçelerin ortasındaydı. Çocuklar çoktan kalkmıştı, çiçeklerin arasında gülüyor ve oynuyor veya anneleri tarafından içeriye kahvaltıya çağrılıyorlardı.

      Forrest, bu evlerin ötesinde, Büyük Ev’i çevreleyen sekiz yüz metre uzunluğundaki dairenin dışında kalan bir dizi dükkânın önünden geçti. Birincisinde duraksayıp içeriye baktı. Bir demirci ustası demir dövüyordu. İkinci demirci, idari bölgenin yaşlıca bir kısrağının ön ayağına yeni çakılan nalla bin kilo ağırlığıyla kantarları bozacağından, toynağın dış duvarını, nalın burnuna uyacak şekilde törpülüyordu. Forrest onu gördü, selam vererek yoluna devam etti ve otuz metre ileride durdu, arka cebinden çıkardığı deftere bir not karaladı.

      Diğer dükkânların önünden geçti: boyacı, vagoncu, tesisatçı, marangoz. Sonuncusuna göz atarken yarı otomobil, yarı kamyon bir araç hızla yanından geçerek sekiz mil uzaktaki tren istasyonuna giden ana yola girdi. Bunun, sabahları dağıtım evinden mandıranın günlük üretimini taşıyan tereyağı kamyonu olduğunu biliyordu.

      Büyük Ev çiftlik düzeninin merkeziydi. Yarım mil uzağından başlayarak etrafını çeşitli çiftlik merkezleri sarıyordu. Dick Forrest, halkını selamlamaya devam ederek dörtnala mandıra merkezinin önünden geçti. Mandıra, çok sayıdaki siloları ve yukarıdaki oluklardan geçerek bekleyen gübre serpicilere otomatik olarak boşaltan çöp taşıyıcılarıyla neredeyse bir bina denizi gibiydi. Birçok defa, at üstünde veya at arabalarıyla işadamlarına benzeyen insanlar veya üniversite öğrencileri onu durdurup görüşünü aldılar. Bu insanlar ustabaşı, bölüm başkanıydı; onun kadar az ve öz konuşuyorlardı. Üç yaşında, Arap atı kadar zarif ve yabani bir Palomina’ya binen sonuncusu yalnızca selamlayarak geçecekti ama patronu tarafından durduruldu.

      “Günaydın, Bay Hennessy. Bu at Bayan Forrest için ne zaman hazır olacak?” diye sordu Dick Forrest.

      Bay Hennessy, “Bir hafta daha gerektiğini düşünüyorum,” diye cevap verdi. “Şu anda, tam Bayan Forrest’ın istediği gibi ancak tükenmiş durumda, hâlâ çok gergin ve hassas. Bu nedenle onu yola koymak için bir haftaya daha ihtiyacım var.”

      Forrest başıyla onayladı ve Veteriner Hennessy devam etti.

      “Yonca çetesinde bulunan iki sürücüyü göndermek istiyorum.”

      “Neden? Sorun ne?”

      “Yeni gelenlerden birisi, eski asker olan Hopkins. Devletin katırlarından anlıyor olabilir ama idari bölge kısraklarından anlamıyor.”

      Forrest başını salladı.

      “Diğeri bizimle iki yıldır çalışıyor ama sürekli içki içiyor ve akşamdan kalmalığını atlardan çıkarıyor…”

      “Adı Smith olan, tipik Amerikalı, düzgün tıraşlı, sol gözünde şaşılık olan adam mı?” diye araya girdi Forrest.

      Veteriner başını salladı.

      “Onu izliyordum,” dedi Forrest sonunda. “Başta iyi bir adamdı ama son zamanlarda dağıttı. Tabii, onu gönder. Diğer adamı da –Hopkins mi demiştin?– onunla birlikte gönder. Bu arada, Bay Hennessy.” Forrest konuşurken not defterini çıkarttı, yazdığı son notu yırttı ve elinde buruşturdu. “Dükkânda yeni bir nalbant var. Onu nasıl buluyorsunuz?”

      “Henüz karar veremeyeceğim kadar yeni.”

      “Onu da diğer iki adamla birlikte gönder. Senden emir alamaz. Biraz önce onu yaşlı Alden Bessie’ye nal çakarken izledim, toynağının ucundan iki santim eğeledi.”

      “Yapmaması gerektiğini biliyordu.”

      “Onu da gönder,” diye tekrarlayan Forrest, mahmuzlarıyla çok hafif bir şekilde sabırsızlanan atını gıdıkladı ve başını savururken, yan yan geri gitmeye çalışırken atını yola yönlendirdi.

      Gördükleri genelde onu memnun etmişti. Bir ara yüksek sesle mırıldandı, “Verimli bir arazi, verimli bir arazi.” Onu mutlu etmeyen gördüğü bazı şeyler, not defterinde yerini aldı. Büyük Ev’in etrafındaki daireyi tamamladıktan sonra, dairenin ötesine yarım mil gidip izole bir baraka ve ağıl grubuna gelince, gezintisinin asıl hedefine ulaştı: Hastane. Burada iki yavru ineğe tüberküloz testi yapıldığını ve muhteşem bir Duroc Jersey yaban domuzunun mükemmel bir durumda olduğunu gördü. Tam tamına iki yüz yetmiş beş kilo gelen hayvanın ışıl ışıl gözleri, çevik hareketleri ve parlak tüyleri, bariz bir şekilde hiçbir hastalığı olmadığını söylüyordu. Yine de, çiftlik uygulamalarına göre, Iowa’dan yeni getirildiği için rutin karantina döneminden geçiyordu. Derneğin sürü kayıtlarında adı Burgess Premier olarak geçiyordu, iki yaşındaydı ve Forrest’a, çiftlikte teslim şartıyla beş yüz dolara mal olmuştu.

      Büyük Ev’e doğru giden yollardan birinde hızla ilerleyen Forrest, domuz müdürü Crellin’e yetişti. Beş dakikalık bir görüşme sonucunda, Burgess Premier’in gelecek birkaç aydaki kaderini belirledi ve O.I.C.’deki tüm dişilerin en büyüğü olup Seattle’den San Diego’ya tüm gösterilerde en büyük ödülü alan dişi domuz Leydi Isleton’un sağ salim on bir yavru doğurduğunu öğrendi. Crellin gecenin yarısında onun yanında kaldığını ve sonra eve gidip duş alıp kahvaltı ettiğini anlattı.

      “Duyduğum kadarıyla en büyük kızın liseyi bitirmiş ve Stanford’a girmek istiyormuş,” diyen Forrest, dörtnala gitmek için işaret vermek üzereyken kısrağı gemledi.

      Otuz beş yaşında genç bir adam ve üniversiteli olmanın, açık havaya ve düzgün bir yaşantıya alışkın gençliğinin izlerini taşımanın yanı sıra, uzun zamandır baba olmanın da