Эдит Несбит

Büyülü şehir


Скачать книгу

düşünmek.”

      Çocuklar çok üzgün olduklarını söylediler. Philip ekledi:

      “Lütfen şehrinizden bahsedin bize. Bir soru değil bu. Yalnızca bütün bunların büyü olup olmadığını öğrenmek istiyoruz. Bu da bir soru değil.”

      “Ben de onu anlatacaktım,” dedi Bay Nuh. “Ama sorulara cevap vermeyeceğim. Elbette bütün bunlar büyü. Dünyadaki her şey büyüden ibarettir, tabii siz bunu anlayana kadar. Şehrimize gelince, size tarihimizden biraz bahsedeceğim. Bundan binlerce yıl önce büyük ve güçlü bir dev, uzak diyarlardan getirdiği malzemelerle ülkemizin tüm şehirlerini inşa etti. Şehir halkı kısmen onun seçtiği insanlardan, kısmen de açıklaması çok güç olan ve kendiliğinden gerçekleşen bir büyü sonucu teşkil oldu. Şehirler kurulup sakinleri yerleştirilince şehir hayatı başladı. Burada yaşayanlar için her şey hep böyle olmuş gibiydi. Zanaatkârlar gece gündüz çalışıyor, müzisyenler çalarken ozanlar şarkı söylüyordu. Müneccimler bu amaçla inşa edildiği belli olan uzunca bir kulede buldular kendilerini. Yıldızları izleyip kehanette bulunmaya başladılar.”

      “O kısmı biliyorum,” dedi Philip.

      “O halde epey bilginiz var,” dedi hâkim. “Şimdi ikinizden de bir ricam olacak. Buradan kaçar mısınız acaba?”

      “Keşke yapabilsek,” diye iç çekti Lucy.

      “Sinirlerim öyle gergin ki!” dedi Bay Nuh dokunaklı şekilde. “Kaçın sevgili çocuklarım. Sağlığı iyice kötüleşmiş ve keyfi hiç yerinde olmayan bu ihtiyar adam için yapın bunu.”

      “İyi ama nasıl…”

      “Ah, yürüyüp çıkın işte. Oğlum, sen sabahlığını giyip kılık değiştirebilirsin. Bak şu sandalyede. Sen de pelerinimi kullanabilirsin küçük kız.”

      İkisi birlikte “Teşekkürler,” dedi. Sonra Lucy sordu. “Peki nasıl kaçacağız?”

      “Kapıdan,” dedi hâkim. “Tutsakları kaçmayacaklarına şerefleri üzerine yemin ettirmek gibi bir kural vardır. Ama bugüne dek hiç tutsağımız olmadığından artık bu kuralın geçerli olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden kapıdan çıkıp gidebilirsiniz. Şehirde saklanmanıza yardım edecek pek çok şefkatli insan var. Ön kapının anahtarı kolayca çevrilir. Dışarı çıkarken ben bizzat yağlayacağım anahtarı. Hoşça kalın. Önerimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Yalnız gardiyana sakın bunu söylemeyin, yoksa beni asla affetmez.”

      Sonra paspasını katlayıp gitti.

      “Pekâlâ!” dedi Lucy.

      “Pekâlâ!” dedi Philip. “Gidiyoruz yani? Peki ya gardiyan ne olacak? Kaçmaya çalıştığımızda bizi yakalamayacak mı?”

      Philip böyle olmasından korkuyordu. Çok can sıkıcı bir şeydi bu. Şerefiniz üzerine yemin etmek zorunda kalmak kadar kötüydü.

      “Hay aksi!” diyebildi sadece.

      Sonra gardiyan geldi. Yüzü soluk ve endişeliydi.

      “Çok ama çok üzgünüm,” diye başladı söze. “Burada olmanızdan mutlu olacağımı sanmıştım ama sinirlerim öyle gerildi ki! Sesleriniz bile rahatsız ediyor beni. Tek satır yazamıyorum. Beynim karman çorman. Benim için küçük bir iyilik yapar mısınız acaba? Buradan kaçsanız, olmaz mı, ha?”

      “İyi ama biz kaçarsak başınız derde girmez mi?”

      “Hiçbir şey şimdiki durumdan kötü olamaz,” dedi gardiyan dokunaklı bir sesle. “Çocuk seslerinin bu kadar keskin olduğunu hiç bilmezdim. Haydi gidin. Yalvarıyorum, kaçın buradan. Yalnız hâkime söylemeyin bunu. Beni asla affetmeyeceğinden eminim.”

      Bu sözlerin ardından hemen hapisten kaçmayacak bir tutuklu var mıdır?

      İki çocuk, merdivenden inen gardiyanın anahtarlarından gelen ses kaybolana dek bekledi. Sonra kapıyı açıp hızla merdivenden indiler ve hapishanenin büyük kapısından çıktılar. Bir süre sessizce yürüdüler. Etrafta çok insan vardı ama kimse onları fark etmiyor gibiydi.

      “Hangi taraftan gideceğiz?” diye sordu Lucy. “Keşke şu iyiliksever, şefkatli insanlar nerede yaşıyor diye sorsaydık.”

      “Bence,” diye söze başladı Philip. Fakat Lucy onun ne düşündüğünü öğrenemeyecekti.

      Aniden bir bağırış ve at toynaklarının tıkırtısı işitildi. Meydandaki bütün gözler Lucy ve Philip’e dönmüştü.

      “Bizi gördüler,” diye bağırdı Philip. “Koş, koş, koş!”

      Philip koşmaya başlamıştı bile. Yukarı çıktıkları merdivenin tepesindeki bekçi odasına doğru koşturdu. Hemen arkasında onu takip edenlerin bağrışmaları ve gürültüsünü duyuyordu. Komutan girişte tek başınaydı ve Philip kapıya vardığında muhafız odasına gidip hiçbir şey görmemiş gibi davranmıştı. Philip ömründe hiç bu kadar uzun süre ve bu kadar hızlı koşmamıştı. Güçlükle nefes alıyordu ama merdivene ulaşmayı başarıp hızla indi. Yukarı çıkmaktan daha kolaydı.

      Tam en alt basamağa varmıştı ki merdivenli köprü havada şiddetle sallandı. Bunun üzerine Philip yere düşüp uçsuz bucaksız çayırın kalın çimlerinde yuvarlanmaya başladı.

      Etraftan bir sürü ses geliyordu. Sanki bu, güzel kocaman sarayları ve büyük ama çirkin fabrikaları yıkıp geçen zelzelelerin gürültüsüydü. Kulakları sağır edici, sonu gelmeyen ve dayanılmaz bir gürültü.

      Ne var ki Philip buna ve çok daha fazlasına katlanmak zorundaydı. Önce ellerinde, sonra başında ve nihayet tüm vücudunda tuhaf bir şişlik hissetti. Çok canı yanıyordu. Acıdan yuvarlandı durdu. Sonra çok yakında kocaman bir devin ayağını gördü. Geniş, düz ve çirkin bir ayakkabının içindeydi bu ayak. Ayrıca iki yana sallanan gri renkli, alçak perdelerin arasından geliyor gibiydi. Bu griliğin önünde siyah ve devasa bir sütun vardı. Aşağı atılmış olan merdivenli köprü ise Philip’ten çok uzakta değildi.

      Philip acı ve korkudan bitap düşmüştü. Artık hiçbir şey işitmiyor, hissetmiyor ve bilmiyordu.

      Bilincini kazandığında kendini misafir odasındaki masanın altında buldu. Vücudundaki şişlik hissi geçmişti. Ayrıca yine kendi boyundaydı.

      Dadının düztabanlı ayaklarını ve gri eteğinin ucunu görebiliyordu. Masanın üstünden gelen takırtılar ise dadının sözünü tuttuğunu, yani şehrini yıktığını gösteriyordu. Ayrıca siyah sütunu da gördü, masanın ayağıydı bu. Dadı, Philip’in şehri inşa ederken kullandığı şeyleri yerlerine koymak üzere gidip geliyordu. Sonra bir sandalyenin üstüne çıkıp parlak damla taşları avizeye geri takmaya koyuldu. Philip taşların çıkardığı çınlama seslerini duymuştu.

      “Hiç kıpırdamazsam,” dedi kendi kendine, “Belki beni göremez. İyi ama buraya nasıl döndüm? Ne rüyaydı ama! Helen çok şaşıracak anlattığımda!”

      Hiç kıpırdamadan orada bekledi. Dadı onu görmedi. O kahvaltı etmeye gidince Philip de gizlendiği yerden çıktı.

      Evet şehir yok olmuştu. Geriye eser kalmamıştı. Masalar yerine konmuştu.

      Philip de kendi yerine yani yatağına gitti.

      “Ne harika bir rüyaydı,” dedi çarşafların arasına sokulurken. “Ama artık hepsi bitti!”

      Elbette tamamen yanılıyordu.

      Üçüncü Bölüm

      Kayıp

      Philip