Герберт Уэллс

Efendi uyanıyor


Скачать книгу

kesinlikle beklenmiyordu. Konsey tartışma halinde.”

      “Ne konseyi?”

      “Az önce toplantılarına tanık olduğunuz konsey.”

      Graham hareketleriyle öfkesini belli etmeye başlamıştı. “Bu doğru değil,” dedi. “Olup bitenler hakkında bana bir açıklama yapılması gerekiyor.”

      “Beklemeniz lazım Efendim.”

      Graham aniden oturdu. “Hayatımın büyük bir bölümünü bekleyerek geçirmişim. İnşallah uzun bir süre daha beklemek zorunda kalmam.”

      “Biraz daha beklemek en güzeli,” dedi Howard. “Şimdilik sizi yalnız bırakmam gerekiyor. Yalnızca kısa bir süre için. Konseydeki tartışmaya katılmak zorundayım. Çok üzgünüm…”

      Sessizce kapıya ilerledi. Kısa bir süre için durakladı. Sonra hızla gözden kayboldu.

      Graham onun arkasından kapıya yöneldi. Aynı şeyi yapmaya çalıştı. Olmuyordu. Kapı bir şekilde arkasından kilitlenmişti. Nasıl olduğunu anlaması mümkün değildi. Geri döndü. Huzursuz bir biçimde odada dolaşmaya başladı. Birkaç tur attıktan sonra oturdu. Bir süre öylece hareketsiz kaldı. Tırnaklarını yiyordu. Uyandıktan sonra bir saat içinde başından geçen olayları düşünmeye çalıştı. Büyük aralıklar, birbirini izleyen sayısız oda ve geçitler, garip yollarda yaşanan muazzam arbede, dev Atlas’ın altındaki antipatik adamlar, Howard’ın garip davranışları… Yavaş yavaş kafasında bir şeyler canlanmaya başlamıştı. Anlaşılan ortada muazzam bir servet vardı, belki de kötüye kullanılan bir servet. Çok büyük bir önem taşıdığı belliydi. Ne yapmalıydı? Odada kavuştuğu mutlak sessizlik ise belki de esirliğin tek güzel tarafıydı.

      Graham’in aklına tüm bu yaşadıklarının bir rüya olabileceği fikri geldi. Karşı konulamaz bir düşünceydi bu. Gözlerini kapatmayı denedi, yapabiliyordu. Rüyayla gerçeği ayırmak için kullanılan bu eski yöntem, belki de işe yaramıyordu. Bu şekilde uyanık olup olmadığından kesin olarak emin olması mümkün değildi.

      Kısa bir süre sonra kendisine son derece yabancı gelen eşyalara dokunmaya başladı. Tek tek temas ederek gerçekliklerini test ediyordu. Duvardaki oval aynada kendi yüzünü gördü. Durdu. Şaşkınlığa kapılmıştı. Morlu beyazlı bir kıyafet giymişti. Kıyafet, üzerinde oldukça zarif duruyordu. Hafif ağarmış sakalları bakımlıydı. Siyah saçlarına tek tük beyazlar düşmüştü. Saçları garip ama hoş bir şekilde düzenlenmişti. Kırk beş yaşlarında bir adam gibi görünüyordu. Gerçekten de kendisi miydi bu gördüğü kişi?

      Gördüğünün kendisi olduğuna karar verince kahkahayla gülmeye başladı. “Şu haline bak. Haydi bizim Warming’i ara şimdi,” diye bağırdı. “Birlikte öğle yemeği yersiniz artık.”

      Gençliğinde tanıdığı dostları geldi aklına. Hepsiyle birer birer görüşürüm, diye düşündü, bir an için. Tanıdığı herkesin çoktan toprak olup gittiği gerçeği hayalinin tam ortasında gelip yakaladı onu. Bir an için bununla yüzleşmek çok ağır gelmişti. Öylece donup kaldı. Yüzü bembeyaz kesildi.

      Hareketli platformların ve sokakların görüntüsü yeniden gözünde canlandı. Bağıran kalabalıkları düşündü. Sonra beyazlar içindeki sevimsiz konsey üyelerini. Kendisini bir zavallı gibi hissediyordu. Açıkçası acınacak durumdaydı. Çaresizdi. Nasıl da garip bir dünyaya uyanmıştı böyle.

      VII

      Sessiz Odalarda Beklemek

      Graham odasını incelemeye devam etti. Yorulmuştu. Buna rağmen merakı durmasına izin vermiyordu. Diğer odanın tavanı daha yüksekti. Kubbe şeklinde yapılmıştı. Merkezinde dikdörtgen bir boşluk vardı. Baca gibi bir yere açılıyordu. İçinde fırıldak gibi dönen bir şeyler vardı. Anladığı kadarıyla bu alet odadaki havanın dolaşımını sağlıyordu. Bu aletin çıkardığı baygın ses dışında odaya tamamen sessizlik hâkimdi. Fırıldakların hareketleri sırasında, kısa süreler için gökyüzünü görmek mümkün oluyordu. Graham bir defasında bir yıldız görmüş ve bunu görebilmesine çok şaşırmıştı.

      Bu sırada odanın pervazlara yerleştirilmiş küçük lambalarla aydınlatıldığını fark etti. Hiç pencere yoktu. O sırada Howard’la birlikte girip çıktıkları bir sürü oda ve geçitlerin hiçbirinde pencere olmadığını hatırladı. Yoksa buradaki binalar penceresiz mi yapılıyordu? Gerçi sokaklarda pencerelere rastlamıştı. Ama bunların aydınlatma için kullanılıp kullanılmadığından emin olamadı. Belki de bütün şehir gece gündüz yapay bir şekilde aydınlatılıyordu. Belki de hiç gece olmuyordu burada.

      Derken daha önce dikkat etmediği bir şeyi daha fark etti. Hiçbir odada şömine yoktu. Belki de mevsim yazdı. Gezip gördüğü yerler yazlık yapılar olabilirdi. Tabii tüm şehrin tek bir merkezden ısıtılıyor olması da mümkündü. Bir süre bu meselelerle meşgul oldu. Sonra duvarların pürüzsüz dokusu ve yatağının hiçbir düzenlemeye ihtiyaç bırakmayan kullanışlı yapısı gibi küçük ayrıntılar dikkatini çekmeye başladı. Etrafındaki her şey alabildiğine sadeydi. Hemen hiçbir süs eşyası yoktu ortada. Renklerin ve şekillerin çıplak zarafeti insan ruhunun güzelliğe olan açlığını doyurmaya yetiyordu. İçeride duran sandalyeler son derece rahattı. Masanın üzerinde içi sıvıyla dolu birkaç şişe, boş bardaklar ve bir tabak vardı. Tabağın içinde duran, jeli andıran madde, Graham’e çok garip gelmişti. Etrafına bakındı. Gazete ve dergilerin yokluğu dikkatini çekti. İşin doğrusu odalarda yazılı hiçbir şey yoktu. “Dünya gerçekten de değişmiş,” dedi.

      Diğer odadaki bir duvarın dibinde, ne olduklarını anlayamadığı küçük silindirler sıralanmıştı. Renkleri beyazdı. Üzerlerine yeşil boyayla bir şeyler yazılmıştı. Sadelikleri odanın genel dekorasyonu ile son derece uyumluydu. Silindirlerin hemen yanında yaklaşık bir metrekarelik küçük bir alet vardı. Beyaz yüzü odaya dönüktü. Karşısında bir iskemle duruyordu. Bu silindirlerin yeni çağın kitapları olabileceği geldi aklına. Onları kurcalayarak, ne olduklarını anlamaya çalıştı.

      Silindirlerin üzerindeki yazılar kafasını karıştırmıştı. İlk bakışta Rusça olabileceklerini düşündü. Daha sonra silindirlerin üzerindeki yazılardan bir tanesini okuyabildiğini fark etti. Garip bir İngilizceydi bu. “Kral ulu çek dam.” Herhalde “Kral olacak adam,” anlamına geliyordu bu ifade. Ufak tefek değişiklikler olsa da, dilin genel yapısı korunmuştu.

      Daha önce bu ismi taşıyan bir hikâye okuduğunu hatırladı. Hikâyenin ayrıntılarını gözünün önünde canlandırmaya çalıştı. Okuduğu en iyi hikâyelerden biriydi bu. Önünde duran bu silindirler, kitap isimleri taşısalar da, şüphesiz ki Graham’in çağındaki kitaplardan çok farklıydılar. Diğer silindirleri incelemeye başladı. Bunlardan iki tanesinin üzerinde yazanlar daha fazla ilgisini çekmişti. “Karanlığın Kalbi” ve “Geleceğin Madonnası.” Daha önce bu isimleri duymamıştı. Eğer bunlar gerçekten de edebi eserlerse, Viktorya döneminden sonra yaşamış yazarlara ait olmalıydılar.

      Epeyce bir süre, bu garip silindirlerin nasıl kullanıldığını anlamaya çalıştı. Daha sonra yanındaki aletle ilgilenmeye başladı. Aleti kurcalarken üzerinde bulunan bir kapağı yerinden oynattı. Kapağın altında bir silindir duruyordu. Aletin üst köşesindeki düğmeye dokundu. Çok geçmeden bir takım yabancı sesler duymaya başladı. Ve hemen arkasından müzik sesi duydu… Aletin odaya bakan düz yüzeyinde çeşitli renkler belirmişti. Yavaş yavaş bu aletin ne işe yaradığını anlamaya başlıyordu. Geri çekilip izlemeye başladı.

      Şimdi aletin üzerinde bir resim görünüyordu. Renkleri çok canlı ve göz alıcıydı. Daha dikkatli bakınca içinde hareketli şekillerin olduğunu fark etti. Sadece hareket etmiyor,