David S. Kidder

Entelektüelin kutsal kitabı - modern kültür


Скачать книгу

Luthor’un da bulunduğu çeşitli süper kötülerle mücadele ediyordu.

      Süpermen’in popülerliği 1939 yılında ilk kez ortaya çıkan Batman ve 1941 tarihli Kaptan Amerika ve Wonder Woman gibi yeni süper kahramanların doğuşunu mümkün kıldı.

      Bir çizgi roman karakteri olarak ortaya çıkan Süpermen, zamanla popüler radyo serilerine, çizgi filmlere ve 1978 yılında Christopher Reeve (1952–2004) tarafından başrolü oynanan sinema filmine taşındı. 1990’larda Lois ve Clark: Süpermen’in Yeni Maceraları adıyla TV dizisi haline getirildi. 2001 yılında başlayan Smallville serisi ise Clark Kent’in Süpermen olmadan önce yaşadığı değişimlere odaklanmıştı.

Ek Bilgiler

      1- En son çekilen Süpermen filmi 2006 yılındaki “Süpermen Dönüyor” oldu.

      2- 1990’larda Süpermen popüler kültür içerisindeki eski etkisini yitirmiş olsa da 1993 yılında DC Comics Süpermen’in öldüğü bir çizgi roman yayınlayınca tekrar gazetelere haber oldu. Kahraman iki ay sonra bir başka seride yeniden ortaya çıkacaktı.

      3- Siegel ve Shuster 1933 yılında Süpermen’i bir süper kötü olarak tasarlamışlardı.

      Jackson Pollock

      Ressam Jackson Pollock (1912–1956), soyut dışavurumcu hareketin ABD’de 1940’ların sonu ve 1950’lerin başındaki en bilinen temsilcisiydi. “Drip and splash” (damlatma ve sıçratma) ya da “action painting” (hareketli boyama) olarak adlandırılan tarzı, sanat dünyasında şok etkisi ve bir devrim yarattı.

      Tuvali resim tahtasına yerleştirmek yerine stüdyosunda veya herhangi bir yerde zemine yerleştiriyordu. Daha sonra tuvalin dış köşelerinin etrafından yahut bazen üzerinden yürüyor, kutudaki boyayı tuvalin üzerine boşaltıyordu. Kimi zaman çalışmalarına ek bir doku olarak kum ya da cam parçaları da ilave ediyordu. Bazı eleştirmenler çalışmalarını kaotik ve anlamsız bularak reddettiler. Bazılarıysa onun çalışmalarını yüksek düzeyde organize, psikolojik açıdan ilginç ve göz alıcı buluyorlardı.

      Pollock genellikle New Yorklu olan ve Jung psikolojisinden etkilenmiş ressamlardan oluşan soyut dışavurumcu hareketin lideriydi (Jung’un özellikle kolektif bilinçdışı ve ilkel mitoloji kavramlarından etkilenmişlerdi). Bu ressamlar gerçek resim deneyiminin psikolojik bir süreç olduğu inancını paylaşıyorlardı.

      Pollock Los Angeles’ta lisedeyken resim yapmaya başladı. Daha sonra Amerikan bölgesel sanatçı Thomas Hart Benton (1889–1975) yönetimindeki Sanat Öğrencileri Ligi’nde çalışmak üzere New York’a gitti. Kariyerinin başlarında Pollock, Benton’un, Pablo Picasso’nun (1881–1973), sürrealistlerin, Meksikalı duvar resimcilerinin ve yerli Amerikan sanatının etkisinde kalmıştı.

      1935’ten 1943 yılına kadar WPA Federal Sanat Projesi’nde çalıştı. 1943 yılında Peggy Guggenheim’ın “Bu Yüzyılın Sanatı” sergisinde ilk kişisel gösterimini gerçekleştirdi.

      Pollock, damlatma ve sıçratma tekniğini 1947 yılında geliştirmeye başladı. Aralarında Autumn Rhythm (1950) ve Lavender Mist (1950) gibi çalışmaların da bulunduğu en bilinen eserlerini bu tekniği kullanarak yaptı.

      1951 yılında renklerle çalışmayı bir tarafa bırakarak siyah beyaz çalışmalara yoğunlaştı. Son senesinde alkolün ve depresyonun pençesine düşmüş, resim yapmayı bırakmıştı.

      Sarhoşken araba kullandığı sırada geçirdiği bir kaza sonucu kırk dört yaşında hayatını kaybetti.

Ek Bilgiler

      1- Ünlü Hollywood filmi “Pollock” (2000), Ed Harris (1950–) tarafından yönetilmişti. Başrolde de Harris oynuyordu. Film iki dalda Oscar’a aday gösterildi ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ı aldı (Marcia Gay Harden, 1959-).

      2- Pollock, sanatçı Lee Krasner (1908–1984) ile evlendi. New York, Long Island, Spring’teki evleri Pollock-Krasner Evi ve Çalışma Merkezi olarak bilinmektedir. Ev ziyarete açıktır ve Stony Brook’taki New York Devlet Üniversitesi tarafından idare edilmektedir.

      3- 2006 Kasım’ında eğlence kralı David Geffen (1943–) Pollock’un en meşhur çalışmalarından olan No. 5’i (1948) 140 milyon dolara sattı. Bu para o güne dek bir resim için ödenmiş en yüksek meblağ olmuştur.

      Mrs. Dalloway

      Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway (1925) isimli eseri Batı edebiyatının modern döneminin dönüm noktalarından birisidir. Bu roman, Woolf’un (1882–1941) bilinç akışı anlatımı ve diğer teknikleri kullanan cesur bir yenilikçi ve I. Dünya Savaşı’nın yıkımları sonrası İngiliz toplumunun önemli bir gözlemcisi olduğunu ortaya koymuştur.

      Başlığından anlaşılabileceği üzere Bayan Dalloway bir kadına odaklanmaktadır. Clarissa Dalloway, savaş sonrası dönemde Londra’da yaşayan sosyeteye mensup bir kadındır. Roman Clarissa’nın hayatındaki küçük ayrıntıları izler. O ve eşi akşam ev sahipliği yapacakları bir yemeğe hazırlık yapmaktadırlar. Dalloway çiçekler alır. Eski dostları ile sohbet eder. Parti için eve dönmeden önce Londra’nın zengin semtlerinde dolanır durur.

      Roman o gün Clarissa’ya neler olduğundan ziyade onun ve diğerlerinin bu olaylar yaşanırken aklından geçen düşünceler hakkındadır. Bir dükkana girdiğinde ya da bir tanıdıkla karşılaştığında aklına daha önceki hayatından insanlar ve olaylar gelir. Woolf’un anlatımı Clarissa’nın bilinç akışını izler ve sıklıkla onun karşılaştığı insanların düşünce dünyalarına doğru geçiş yapar.

      Bilinç akışı, serbest ve kaotik bir teknik gibi görünse de, o, bu yöntemi son derece detaylı bir biçimde kullanır. Başka bir biçimde aktarması mümkün olmayan karakterlerinin iç derinliklerine bu şekilde nüfuz eder. Romanda Clarissa’nın pek çok kişiyle karşılaşmasına ve bunlar öyküyle bütünleşmelerine rağmen gerçekte pek az gerçek insan iletişimi bulunur. Roman en yakın ve en eski arkadaşların arasında bile yanlış anlamalardan kaynaklanan boşluklar bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Ek Bilgiler

      1- Woolf “To the Lighthouse” (1927) ve “The Waves” (1931) gibi romanlarında da bilinç akışı yöntemini kullanmaya devam etmiştir.

      2- Woolf’un kadın yazarların karşılaştıkları zorluk ve dezavantajlarla ilgili “A Room of One’s Own” (Kendine Ait Bir Oda) (1929) isimli eleştirel bir deneme kaleme alır. Bu metnin kadın hareketi ve feminizm üzerinde önemli etkileri olmuştur.

      3- Michael Cunningham’ın (1952–) “The Hours” (1998) isimli romanı Bayan Dalloway’le ilişkili üç kadının portrelerini çizer: Roman yazarı olarak Woolf’un kendisi, 1950’lerde yaşayan ve kitabı okuyan bir ev kadını ve farkında olmadan bir gün içerisinde onun yaşadıklarını yaşayan bir günümüz kadını.

      Duke Ellington

      Caz müzisyeni Duke Ellington (1899–1974), müzik felsefesini şu şarkı sözüyle ifade eder: “Ritmi olmayan anlamsızdır.” Karmaşık ve detaylı olmalarına rağmen Ellington’ın tüm eserleri bir biçimde ritmi bünyesinde barındırmaktadırlar.

      Edward Kennedy “Duke” Ellington, “caz müzik” ifadesini fazla dar bularak kendi müziğini “Amerikan müziği” olarak adlandıran bir sanatçıdan beklenebileceği üzere Washington DC’de doğdu. Kariyeri boyunca çeşitli tarzları denedi. Ella Fitzgerald’la (1917–1996) birlikte yaptıkları klasik kayıtlardan, içerisinde basçı Charles Mingus (1922–1979) ve saksofoncu John Coltrane