İskender Fahrettin Sertelli

Fetih 1453


Скачать книгу

dilberi yeni şarkıyı söylemeye başladı.

      Panaghia ton Vlahernon Kilisesi’nin çanı, Haliç’in ölgün sahillerini uyandırmaya başlamıştı.

      Priamos, sevgilisinin söylediği şarkıyı dinlemiyordu. Kendi kendine söylendi:

      “Saray muhafızları uyanmışlardır. Artık sokaklarda emniyetle gezilebilir.”

      Elindeki kadehi yere vurdu. Kadeh kırılmadı.4

      “Ölüm tehlikesi yok,” dedi, “Ben gidiyorum!”

      Ölümle Karşı Karşıya

      Şair ve bestekâr Priamos, sevgilisinin evinden çıktı. Klio, şairin arkasından,

      “Sahile doğru gitme… Düşmanınla karşılaşırsın!” dedi.

      Genç kadın onun evde kalması için daha fazla ısrar etmemişti. Priamos karanlıklar arasında kayboldu.

      Güneş doğuyordu.

      Sabah olmuştu.

      Gecenin karanlık kucağında saklanamayan diğer fenalıklar gibi, güneş ışığı henüz kanları pıhtılaşmamış yeni bir cinayetin izlerini meydana çıkarmıştı.

      Denize çıkmak üzere erkenden sokaklara dökülen kalabalık bir kayıkçı kafilesi, İvansaray sahilinde yerdeki kan lekelerini inceliyorlardı.

      İçlerinden biri, yoldaki kırmızı lekeleri takip ederek herkesten evvel ilerlemişti.

      Uzaktan acı bir ses yükseldi:

      “Buraya koşunuz… Buraya! Yerde bir adam yatıyor.”

      Halk sahile koştu.

      Kanlar içinde bir delikanlı, yerde yatıyordu.

      Vurulan adamı herkes tanımıştı.

      Yüzlerce ağız birden açıldı:

      “Şair Priamos… Bestekâr Priamos…”

      Evlerden çıktılar…

      Kiliselerden çıktılar…

      Saraylardan çıktılar…

      Bütün sokaklar Priamos’u ve onun şiirlerini sevenlerle dolmuştu.

      Halk arasından öldü zannedilen şairi muayene eden bir doktor, kayıkçılardan birinin omzuna çıkarak bağırdı:

      “Priamos yaşıyor! Priamos ölmemiş!”

      Zevk ve eğlence düşkünü halk, bu sefahat körükçüsünün yaşadığını öğrenince hep bir ağızdan bağırmaya başladı:

      “Yaşasın Priamos! Bugün onun sıhhati şerefine akşama kadar şarap içeceğiz ve işlerimize gitmeyeceğiz. Kahrolsun şairi vuranlar!”

      “Kahrolsun!”

      “Kahrolsun!”

      “Kahrolsun!”

      Priamos’u hastaneye götürdüler.

      Fakat halk susmuyor, sokaklar kalabalıktan geçilmiyordu.

      Bizans’ın son günlerini yaşayan şairlerin, bestecilerin hiçbiri onun kadar sevilmemiş, onun kadar müdafaa edilmemişti.

      Konstantin’in sarayı civarında yaşayan şair ve besteciler cemiyet hayatında çok laubali olduklarından, karılarını fazla kıskanan erkekler şairlerden hoşlanmaz, hatta tenha yerlerde onları aşağılarlardı.

      Halbuki Priamos halk şairiydi.

      Halkın acı ve ıstıraplarını da terennüm etmeyi unutmayan Priamos, aynı zamanda İvansaray’da doğmuş, Haliç sahilinde büyümüştü.

      Genç ve coşkun şair, sefahat düşkünü Bizans’tan ziyade, tutucu Haliç’in çocuğuydu! Haliç ahalisi Priamos’u bunun için seviyordu. O, bütün günahlarıyla sevilen bir insan, bütün çılgınlıklarıyla sevilen bir şairdi.

      İvansaraylılar, haremlerine ondan başka günahkâr sokmuyor, kızlarının ve karılarının ondan başka bir şairin kolları arasında dans etmelerine tahammül edemiyorlardı.

      Akşama doğru kafalar biraz daha fazla dumanlanmış, yahut şairin güzel ve hazin şarkılarını terennüm eden delikanlıların gözleri biraz daha kararmıştı.

      Sokaklar kalabalıktan geçilmiyordu. Hadiseyi İmparatora haber vermişlerdi.

      Ayasofya çevresinde büyük bir heyecan ve üzüntü vardı.

      Priamos’un rakipleri onun ölümünü bekliyorlardı. Yalnız Konstantin’in hüznü kalptendi.

      O, daha bir akşam evvel şairin yeni bestelenmiş şarkısını kendi ağzından dinlemiş ve memnun olmuştu.

      İhtilal mahiyetini almaya başlayan hadisenin önüne geçmek ve sokaklarda toplanan halkı dağıtmak için saray muhafızlarından bir bölük süvari askeri İvansaray sahilini kuşatmıştı.

      Bu esnada Klio’nun evinde, perdenin arkasına gizlenmiş bir asker etrafı gözlüyordu.

      Klio pencereden başını çıkardı, dışarıdaki halkın uzaklaştığını görünce askerin kulağına eğildi:

      “Anivas,” dedi, “Sokakta kimseler yok. İstersen gidebilirsin!”

      Genç asker, rakibini vurduktan sonra halkın tezahüratını seyretmek için, güneş çıkmadan tekrar Klio’nun evine gelmişti.

      Pencereden işitiyordu:

      “Priamos’u vuranı vuracağız!”

      Bu sözü boylu boslu bir genç söylüyordu. Anivas,

      “Bugün sende misafir kalacağım. Bak… Sokakta neler konuşuyorlar!” dedi sevgilisine.

      Klio bu soruya kahkahayla cevap verdi:

      “Onu senin vurduğunu nerden bilecekler? Ne kadar korkak bir askermişsin, Anivas! Kahramanlar silahlarını çekmeden düşünürler. Düşmanını vurduktan sonra karı gibi evlerde saklanan askerlerin orduda ne işi var?”

      Anivas mahcup oldu.

      Klio, Priamos’un yaralanmasına çok üzülmüştü. Anivas’ın yakalanmasını istiyordu.

      Anivas, sevgilisinin bu sözü üzerine o gün akşama kadar evde oturamayacağını anladı.

      “Peki,” dedi, “Gideceğim, fakat senin yüzünden böyle tehlikeli bir vaziyete düştüm. Eğer bu cinayet hakkında kimseye bir söz söyleyecek olursan, senin de akıbetin çok vahim olur.”

      Klio genç askere güven verdi:

      “Benden sır çıkmaz.”

      Öpüştüler. Anivas gidiyordu. Klio onun boynuna sarıldı.

      “Bugün paraya çok ihtiyacım var.”

      Anivas ayrılırken cebinde ne kadar para varsa verdi.

      Bizans dilberinin çok garip ve anlaşılmaz bir karakteri vardı. Birçok âşığı arasında en az sevdiği erkekler Anivas’la Priamos olduğu hâlde, Klio en ziyade onlarla meşgul olur, onların yüzünden çekmediği ıstırap kalmazdı.

      Klio, Bizans’ın tanınmış aşüftelerinden biri; gözleriyle istediği erkeği etkileyen çok cazibeli ve sesi güzel bir kızdı. Bütün şair ve bestekârlar şarkılarını onun ağzından dinlemek isterlerdi. Sefahat âlemlerinde ve düğünlerde şarkı söylemesi için Klio’ya bin bir kişi gelir, yalvarırdı.

      Ve işte bütün kavgalar, rekabetler, çekememezlikler, hatta bütün cinayetler hep bu yüzden olur, birçok kişi hapse girerdi.

      Klio aynı zamanda çok zeki bir kızdı. Dans ve tiyatro mekteplerinden birincilikle çıkmıştı. İvansaray’da