İskender Fahrettin Sertelli

Fetih 1453


Скачать книгу

sever.”

      “İnci tanesi gibi… Ne kadar güzel görünüyor.”

      “Bizans üzümleri niçin bu kadar güzel değil?”

      “Bizans’ta üzümleri şarap yapmaktan yemeye vakit kalmıyor. Fakat siz Rumcayı nerde öğrendiniz?”

      “Bizans’ta.”

      “Belli. Pürüzsüz Bizans şivesi… Demek ki uzun müddet Bizans’ta kaldınız?”

      “Evet. On bir sene kadar.”

      “Ne münasebetle?”

      “O vakit tüccardım.”

      “Tuhaf şey! Tüccarın sarayda işi ne?”

      Yunus Bey, konuştuğu kadının çok zeki ve şeytan olduğunu anlamıştı. Düşünmeyerek yaptığı bu açıklamadan Klio’nun çıkarmak istediği mânâyı keşfetmekte güçlük çekmedi.

      “Kız kardeşim saraya alınmışlardı,” dedi, “Ben de o esnada Edirne’ye gelmiştim. Garip bir tesadüf eseri olarak Padişahın sevgisini kazandım, o vakitten beri saraydayım.”

      “Sarayda sizden başka Rumca bilen var mı?”

      “Var. Fakat okuyup yazmasını benim kadar güzel bilen yoktur.”

      “Şu hâlde bizim dostluk anlaşmamızı siz kaleme alacaksınız.”

      “Evet.”

      “Ne güzel tesadüf… Ümit ederim ki böyle bir dostluk anlaşmasının imzalanmasını siz de arzu edersiniz!”

      “Tabii, senelerce Bizans’ta yaşadım. Orada birçok dostum var. Elbette arzu ederim.”

      “Bizans’ta en ziyade kimlerle görüşürdünüz?”

      Yunus Bey, bu şeytan kadının karşısında bir pot kırmamaya çalışıyordu,

      “Tüccar kiminle görüşür? Tüccarla…”

      “Saraydan ve askerlerden kimseyle tanışmadınız mı?”

      “Hayır.”

      Klio, muhatabından bir şey öğrenmeyince, göğsündeki tülü açarak çıplak vücudunu gösterdi.

      “Bugün havada çok sıkıntı var…”

      Yunus Bey hayretle gözlerini açtı. Karşısındaki kadını çırılçıplak görünce söyleyecek bir söz bulamadı.

      Yutkundu…

      Yutkundu…

      Durmaksızın yutkundu!

      Yunus Bey’in gözleri kararmıştı. Üst üste içtiği iki kadeh şarap başını döndürdü. Daha fazla ayakta durmaya mecali kalmadı.

      “Müsaade ediniz, şuraya oturayım!” dedi ve Klio’ dan cevap almayı beklemeden sedirin bir kenarına oturdu.

      Klio bu sohbetten çok memnundu. Mademki dostluk anlaşmasını Yunus Bey yazacaktı, artık, daha fazla düşünülecek bir mesele kalmamıştı.

      Edirne Sarayı’nın bağlarında Bizans dilberinin ağına düşen Yunus Bey, acaba Klio’nun her istediğini yapabilecek miydi?

      Padişah uzaktan göründü.

      Klio ile Yunus Bey göğüs göğse yatıyorlarmış gibi, birbirlerine o kadar yakın oturuyorlardı.

      Sultan Mehmed birkaç adım daha ilerledi. Yunus Bey’i ilk defa böyle çirkin bir vaziyette görüyordu.

      “Yunus! Yunus!” diye hiddetli, asabi bir ses yükseldi.

      Klio başını çevirdiği zaman arkasında Sultan Mehmed’i görmüştü.

      Bizans dilberi, derhâl vaziyeti idare etmek istedi. Yavaşça Yunus Bey’in kolunu çimdikledi ve ayağa kalkarak Padişaha karşı saygılı bir vaziyetle yerlere kadar eğildi.

      Klio elbisenin uçlarını şöylece omuzlarına atıvermiş, pembe beyaz vücudu tamamen meydana çıkmıştı. Uzun, düzgün kolları, dolgun kalçaları ve bütün bu güzelliklerinin üstünde iri, siyah gözleri Padişahın derhâl dikkatini çekti.

      Yunus Bey’in aklı başına geldi. Kolunu ovuşturdu.

      “Hain! Kolumu niçin çimdikledin?” diye söylenerek gözlerini açtı. Karşısında birdenbire Padişahı görünce hem korkmuş hem de utanmıştı.

      Padişahın heybetli vücuduyla, bakışları Klio’yu bile korkutmuştu. Yunus Bey derhâl aklını başına topladı.

      “Padişahım,” dedi, “kölenizi af buyurunuz! Arzuyu şahaneleri uyarınca kendisini burada sarhoş etmeye çalıştım.”

      “Ya senin bu halin!”

      “Şarap başıma vurdu. Kendimden geçmişim, Padişahım!”

      Yunus Bey içki müptelası değildi. İki kadeh şaraptan derhâl sarhoş olmuştu.

      Sultan Mehmed yavaşça sordu:

      “Nasıl, ağzından bir şey alabildin mi?”

      “Bizanslıların, zatı şahanelerine karşı fevkalade saygı ve muhabbetleri olduğundan bahsetti.”

      “Başka?”

      “Bizlere dost olmayı çok arzu ettiklerini de ilave etti.”

      Padişah sedirin bir ucuna oturdu ve Klio’yu da elinden tutarak yanına oturttu.

      Bizans dilberinin tatlı bir tebessümü Padişahın sinirlerini gevşetmiş ve Yunus Bey’i zor bir vaziyetten kurtarmıştı.

      Sultan Mehmed Rumcayı mükemmel bilirdi, fakat Türkçe olarak:

      “Yunus, ona söyle,” dedi, “ben babamın Bizanslılarla yaptığı dostluk anlaşmasına sadık kalacağım. Anivas’ın karısı ve bütün Bizanslılar rahat olsunlar!”

      Yunus Bey, Padişahın sözlerini Klio’ya, aynen Rumca olarak söyledi.

      Klio, ilk defa, Türk Hükümdarı karşısında kalbinin çarptığını hissetmişti. Eğildi ve başını Padişahın dizine yaklaştırarak teşekkür etti.

      Sultan Mehmed‘in şiire ve güzel sanatlara merakı vardı. Böyle latif ve şairane manzaralardan fevkalade zevk duyardı. Fakat hiçbir zaman gafil avlanmazdı.

      Padişah, Klio’yu çok beğenmişti. Onun saçlarını okşadı. Ellerini avucunun içine aldı. Yerdeki gümüş tepsiden bir üzüm tanesi kopararak Klio’nun ağzına uzattı.

      Klio, şehvet kaynağına benzeyen büyülü gözlerini süzdü ve Padişahın kalbine kızgın bir ok saplar gibi baktı.

      Artık Yunus Bey’in rehberliğine ve tercümanlığına lüzum kalmamıştı. Padişah eliyle işaret etti:

      “Yunus, bizi yalnız bırak!”

      Aradan üç gün geçmişti.

      Sultan Mehmed, Bizans elçilerinin Edirne’ye ne maksatla geldiklerini iyice anlamıştı.

      Sarayda elçilere fevkalade saygı duyuluyor, hizmet ediliyordu.

      Anivas ve sevgilisi, vaziyetten çok memnun görünüyordu. Akıllarınca Padişahı tamamıyla kandırmışlardı.

      Sultan Mehmed, Bizans heyeti reisi olan Agripas’ın karısı ile de fazlaca meşgul olmuştu. Elvira da hükümet işlerine aklı eren zeki ve çok güzel bir kadındı. Anivas’a, Padişahın teveccühünden bahsederken:

      “Ben eminim ki Sultan Mehmed’in Bizans hakkında katiyen fena düşünceleri yoktu. İmparatora büyük zafer müjdeleri vereceğiz!” demişti.

      Elvira’nın bu sözleri