özel bir kuleye saklamıştı.
2. Bölüm
Rasselas’ın Mutlu Vadi’deki Huzursuzluğu
Habeşistan’ın oğulları ve kızları bu vadide, kendilerini eğlendirecek yetenekli insanların eşliğinde zevki sefanın tatlı değişimlerinden başka bir şey bilmeden yaşar, duyuların algılayabileceği tüm hazların tadını çıkarırlardı. Hoş kokulu bahçelerde gezinir, emniyetli kalelerde uyurlardı. Her sanat, onların kendi durumlarından memnun olmaları için icra edilirdi. Onları eğiten bilgeler, halkın çektiği acıları ağızlarından düşürmez, dağların ötesini karmaşanın hüküm sürdüğü, insanın insanı avladığı sefalet bölgeleri olarak anlatırdı.
Prens ve prensesler refah hisleri kuvvetlensin diye her gün, konusu Mutlu Vadi olan şarkılarla eğlendirilirdi. Değişik zevklerin sıkça sıralanmasıyla iştahları kabartılır, şafağın ilk ışıklarından gecenin son saatlerine değin tek meşguliyetleri eğlence ve cümbüş olurdu.
Bu yöntemler genelde işe yarardı. Prenslerin çok azı ufkunu genişletmek ister ve hayatlarını sahip olabildikleri sanatlarla ya da doğanın kendilerine sunduklarıyla yetinerek esaret altında geçirir; böylelikle kaderin bu huzur yuvasından dışladığı bahtsız ıstırap kölelerine acıyabilirdi.
İşte böylece her sabah kendilerinden ve diğerlerinden hoşnut bir şekilde uyanıp her akşam aynı şekilde uykuya dalıyorlardı. Biri hariç: Rasselas… O, yirmi altıncı yaş gününde kendini eğlence meclislerden geri çekerek sessizce düşüncelere dalabileceği yalnız yürüyüşlere çıkmaya başlamıştı. Rasselas, türlü yiyeceklerle donatılmış ziyafet masalarına oturuyor, ama çoğu zaman önüne serilen lezzetleri tatmayı unutuyordu. Coşkulu bir şarkının ortasında aniden ayağa fırlayarak aceleyle müzik seslerinden uzaklaşıyordu. Hizmetkârları ondaki bu değişimi fark etmiş ve zevke duyduğu arzuyu tazelemenin yollarını aramaya koyulmuştu. Ama Rasselas onların çabasını görmezden gelerek davetleri geri çeviriyordu. Vaktinin çoğunu ağaçların gölgelediği dere kenarlarında, dallarda öten kuş seslerini dinleyerek ya da suda oynaşan balıkları izleyerek geçiriyordu. Bazen farkında olmadan gözleri çayırlarda otlayan ya da çalıların arasında uyku çeken türlü hayvanlarla dolu meraların olduğu dağlara takılıp kalıyordu.
Yalnızlıktan duyduğu memnuniyet, dikkatleri daha çok üzerine çekiyordu. Eskiden sohbet etmeyi sevdiği bilgelerden biri, bu huzursuzluğunun sebebini öğrenmek için gizlice onu takip etti. Yalnız başına olduğunu düşünen Rasselas, bir süre kayadan kayaya sıçrayan oğlakları izledikten sonra kendi halini onlarınkiyle kıyaslamaya başladı.
“İnsanoğlunu yaratılmış diğer hayvanlardan ayıran nedir ki?” dedi. “Etrafımda başıboş dolaşan tüm bu canlılar benimle aynı temel ihtiyaçları paylaşıyor: Acıkınca otluyor, susayınca dereye iniyor, açlığı ve susuzluğu giderilince tatmin olup uykuya dalıyor. Sonra uyanıyor ve yine acıkıyor, tekrar beslendikten sonra yine uyuyor. Ben de onlar gibi acıkıp susuyorum; ama yemek yiyip su içtiğimde onlar gibi huzur bulamıyorum. Ben onlar gibiyim, ihtiyaçlarımı giderme arzusu duyuyorum ama onların aksine doymak beni tatmin etmiyor. Tekrar bir şeyleri arzulayabilmek adına yeniden acıkmayı bekleyerek geçirdiğim zaman, sıkıcı ve kasvetli… Kuşlar, yemişleri ya da mısır tanelerini gagaladıktan sonra uçup yuvalarına dönüyor, mutluymuşçasına ağaç dallarına tüneyip hayatlarının sonuna dek aynı sesi çıkararak şakıyorlar. Ben de aynı şekilde çalgıcıları ve şarkıcıları yanıma çağırabilirim; ama onların bir gün önce bana zevk veren sesleri ertesi gün bıkkınlık veriyor ve bu bıkkınlık hissi gün geçtikçe artıyor. Bedenimin uygun zevklerle doyurulamayacak herhangi bir histen yoksun olmadığını biliyorum, yine de huzur bulamıyorum. Bu yerin insanoğluna sağlayamadığı gizli bir his olmalı… Ya da mutlu olabilmek için hislerin dışında kalan tatmin edilmesi gereken arzular…”
Bunları söyledikten sonra başını kaldırdı, ayın yükselmeye başladığını görüp saraya doğru yola koyuldu. Tarlaların arasından geçerken gördüğü hayvanlara dönüp “Siz mutlusunuz,” dedi, “Benliğimin ağırlığı altında ezilerek yanınızdan geçip gidişime imrenmenize gerek yok. Ben de size, sizin refahınıza imrenmiyorum nazik varlıklar! Çünkü bu refah insana ait değil. Ben sizlerde olmayan birçok dertten mustaribim. Bu acıları hissetmediğimde korkuyorum. Bazen kötülükleri hatırlayıp dehşete düşüyor, bazen henüz gerçekleşmemiş kötülükler karşısında donup kalıyorum. Hiç şüphe yok ki tanrının adaleti, sıra dışı acıları sıra dışı zevklerle dengelemiştir.”
Eve dönüş yolunda Prens buna benzer gözlemler yaparak kendini avutuyordu. Hazin bir ses tonuyla mırıldanıyor olsa da kendinden emin gözüküyordu. Keskin zekâsından, sahip olduğu bu ince bilinç sayesinde yaşamın acıları karşısında teselli bulabilmekten ve bunları ifade ediş biçimindeki zarafetten memnuniyet duyduğu her halinden belliydi. Neşeyle akşam eğlencelerine karıştığında onu gönlü ferahlamış halde gören herkes çok sevindi.
3. Bölüm
Rasselas’ın Hiçbir Şey İstemeyen İstekleri
Ertesi gün Rasselas’ın zihnindeki illete vâkıf olduğunu sanan yaşlı bilge, tavsiyeleriyle derdine derman olabileceğini umarak onunla bir görüşme ayarlamaya çalıştı. Fakat Prens uzun süredir onun bilgeliğini yitirmeye başladığını düşündüğünden görüşmeye yanaşmıyordu. “Bu adam neden yakama yapıştı?” diyordu. “Yalnızca yeniyken cazip gelen ve tekrar yeni olabilmek için unutulmaları gereken dersleri unutmama hiç fırsat vermeyecek mi?” Rasselas, böyle deyip ormana doğru yürüdü ve kendini her zamanki derin düşüncelerine bıraktı. Henüz düşünceleri şekillenme aşamasındayken takipçisinin yanı başında olduğunu fark ederek önce hızla oradan uzaklaşmayı düşündü. Ama eskiden saygı duyduğu ve hâlâ sevdiği bir adamı gücendirmeye gönlü elvermediğinden adamı yanında oturması için derenin kıyısına davet etti.
Davetten cesaret alan yaşlı adam, Prens’te gözlemlediği değişiklikten dert yanmaya başlayarak neden sık sık sarayın sunduğu zevklerden uzaklaşıp yalnızlığa ve sessizliğe sığındığını sordu. Prens Rasselas “Zevkten kaçıyorum,” diye cevap verdi; “Çünkü tüm o zevkler memnuniyet hissimi köreltti. Yalnızım, çünkü mutsuzum ve bu halimle başkalarının mutluluğuna gölge düşürmek istemiyorum.” Bilge “Efendim!” dedi, “Siz Mutlu Vadi’de mutsuzluktan yakınan ilk insansınız. Umarım şikâyetlerinizin temelsiz olduğuna sizi ikna edebilirim. Siz burada Habeşistan hükümdarının sunabileceği tüm imkânlara sahipsiniz. Ne yüklenmeniz gereken bir iş, ne göğüs germeniz gereken bir tehlike söz konusu. Üstelik emeğin ve riskin sağlayabileceği ya da satın alacağı her şey elinizin altında. Etrafınıza şöyle bir bakın ve bana hangi isteğinizin yerine getirilmediğini söyleyin. Eğer hiçbir şey istemiyorsanız nasıl mutsuz olabilirsiniz?”
“Zaten şikâyetimin sebebi hiçbir şey istememek ya da ne istediğimi bilmemek… Eğer bilinen bir isteğim olsaydı, arzulayabileceğim belirli bir şey olurdu ve o arzu beni çabalamaya iterdi. İşte o zaman güneşin batıdaki dağlara yavaşça ilerlediğini görmekten şikâyetçi olmaz, gün ağarıp uyku beni kendimden saklayamadığı zaman bundan yakınmazdım. Birbirini kovalayan çocukları gördüğümde, eğer peşinden koşabileceğim bir şey olsa ben de böyle mutlu olurdum diye düşünüyorum. Ama isteyebileceğim her şeye sahipken her yeni gün bir öncekinin çok daha sıkıcı bir tekrarı gibi geliyor. Günlerin bana, nasıl olup da doğanın henüz taptaze olduğu ve her yeni ânın keşfetmediğim şeyleri gösterdiği çocukluk yıllarımdaki kadar kısa gelebildiğini tecrübelerinizle açıklayabilir misiniz? Şu âna dek çok keyif sürdüm. Bana arzulayabileceğim bir şey verin!”
Yaşlı adam böyle bir keder karşısında şaşıp