incinin Onsozu
Yayımlayacağımız kitapları seçerken göz önüne aldığımız pek çok ölçüt var: Söz konusu kitabın yayın ilkelerimize ve çizgimize uygunluğu, daha önce dilimize çevrilmemiş olması, yayın dünyasında bir boşluğu dolduracak olması ve elbette ki bizi heyecanlandırması.
2018 yılı için yayın programımızı şekillendirirken bir Japon masalları seçkisiyle karşılaştığımızda ölçütlerimizin hepsine ziyadesiyle uyduğunu fark ettik ve hemen bir masal dizisi çalışmalarına başladık.
Dizi için öncelikle Japonya, Hindistan ve Rusya’yı seçmiştik. Sonrasında diziye nasıl yön vereceğimiz ve hangi kültürlerle devam edeceğimizi uzun uzun tartıştık ve kendi ülkemizle devam etmeye karar verdik. Türk Masalları’nın ardından Kızılderili, Amerikan, Çin, Norveç, Kore, Çingene, Eskimo, Kelt, Afrika ve Slav Masalları’nı okurlarımızla buluşturduk. Sırada İskoç Masalları var.
Yayımlayacağımız versiyonu bulmaya çalışırken pek çok masal seçkisini inceledik ve en sonunda içimize en çok sinen, okurken en çok keyif aldığımız ve okuyuculara ulaştırmayı en çok istediklerimizi belirledik. Bolca araştırma içeren çeviri ve düzelti sürecinin ardından bu kez “Bu masalları en iyi yansıtan kapak nasıl olmalı?” sorusunun peşine düştük. Bu kültürlerin en önemli figürlerinin kapakta bulunmasını istedik. Uzun bir hazırlık süreci ve pek çok denemenin ardından hayalimizdeki kapaklara ulaştık.
Masal, sözlü anonim halk edebiyatıdır. Anlatı yoluyla nesilden nesle ulaşmış, nihayetinde de bir yazar tarafından yazıya dökülerek kalıcı hâle gelmiştir. Her ne kadar masal kahramanları ve yaratıkları doğaüstü, masallardaki olaylar ise gerçekdışı olsa da, masalların o toplumun bir yansıması olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Öyle ki her ülkenin masalları tıpkı kültürleri gibi diğerlerinden tamamen farklıdır. Bizim seçkimizdeki ülkelerde olduğu gibi. Kimisinin ana teması dostlukken diğerininki korku ve ölüm olabiliyor. Fakat bir zamanlar hiçbir teknolojik ürünün olmadığını düşünürsek, masalların toplumların sosyal hayatlarında ne kadar önemli bir boşluğu doldurduğunu tahmin etmek zor değil.
Önsöz
Ortalama bir sayı vermek gerekirse eğer iki tür masalı vardır.
Bunlardan ilki “Kelt Hikâyeleri” olarak adlandırılır. Bunlar, Highlands ve Adalar’da köy köy gezen profesyonel hikâye anlatıcıları tarafından yüzyıllar boyunca dilden dile aktarılmıştır. Bu hikâye anlatıcıları anlattıkları hikâyeler sayesinde kendilerine kalacak yer sağlamışlardır. İşte tüm bu hikâyeler Campbell ve diğerleri tarafından bizler için derlenmiştir.
Bu hikâyelerin İskoçya’da kendine has bir özelliği vardır: Günümüzde hiçbir ülkede ruh ve goblinlerin varlığına buradaki kadar inanılmamaktadır.
Belki de İskoç atalarımızın, varlıklarına son derece inandıkları ruhların çoğunlukla kötü niyetli ve zararlı olduklarını düşünmelerinin nedeni, iklimin kasvetli ve sert olması ya da dini inançları konusunda katı olmalarıydı.
Öcüler, Cadılar, Deniz Perileri ve Periler Kraliçesi’nin kendisi bile şeytanla işbirliği etmek ve Ercildounelu Thomas’ın bir bedel olarak yaşayacağı üzere her yedi yılda bir cehenneme gitmek zorundadır. Bu yüzden de bu tekinsiz varlıklardan korkulması pek de şaşırtıcı değildir.
Bu karanlık ve kasvetli özelliklerin yanı sıra, hikâyelerde hafif bir eğlence ve canlılık da görürüz. Periler Kraliçesi şeytanın yolundan gidiyor olsa bile hep aynı kurallara göre hareket etmez. Bu büyüleyici hikâyelerin birçoğu, duyulmaları ihtimaline karşı her zaman saygıyla anılan, taşlı tümseklerin altını mesken edinmiş ve gece yarıları çıkıp ıslak çimlerde dans eden sessiz bir topluluktan bahseder.
Bunlara benzer, denizin altındaki gizemli bir bölgeyi anlatan hikâyeler de vardır. Bu hikâyeler, “balıkların yaşadığı yerin çok altında”, kendilerine bakanı büyüleyebilecek kadar emsalsiz bir güzelliğe sahip olan ve insana çok benzeyen tuhaf varlıkların yaşadığı bir yeri anlatır. Yaygın bir inanışa göre Deniz Halkı, balık kuyruğuna sahiptir. İskoç inanışına göre genellikle fok balığı şeklinde görülürler.
Bunun dışında bu hikâyelerde, sıklıkla yardımcı perilere (Brownie) rastlarız. Bu varlıklar tuhaf, kibar ve sevimlidir. Bu derbeder görünümlü, yarı insan yarı canavarların, insanların hatalarından doğan işlerine yardım etmekle görevlendirildiği ve bu yüzden de maaş almalarının yasaklandığı, işlerini kimse bakmazken yaptıkları ve biri görürse anında ortadan kayboldukları söylenir.
Burada da diğer ülkelerde olduğu gibi hayvan hikâyeleri vardır. Bu hikâyelerde hayvanlar konuşma yetisine sahiptir. Bir de büyüyle alakalı hikâyeler vardır. Son olaraksa en az diğerleri kadar önemli olan efsaneler gelir. Hogg ve Leyden’ın kitaplarında ve hepsinden önemlisi Sir Walter Scott’ın Border Minstrelsy adlı kitabının sayfalarında bulunan bu hikâyeler yarı gerçek yarı mitseldir.
Bu kitabı düzenlerken yukarıda bahsettiğim İskoç geleneğinin farklı türlerini temsil edecek bir derleme yapmak, belki bazıları bu nesle yeni bir şeyler sunabilir diye en az bilinen hikâyeleri de eklemek için çaba harcadım.
Neredeyse 400 yıl önce, IV. James küçük bir çocukken öğretmeni Sir David Lindsay’nin dizine oturur ve burada anlatılan bazı hikâyeleri dinlerdi; “Şair Thomas”tan tutun da “Kızıl Gaddar”a kadar.
Doğum Günleri
Pazartesi doğan çocuğun yüzü güzel olur,
Salı doğanın nezaketi her yerde duyulur.
Çarşamba doğan kederle dolar,
Perşembe doğan uzaklara kaçar.
Cuma doğan sevgi doludur,
Cumartesi doğan çok çalışmaktan yorulur.
Ama bir de pazar günü doğanlar vardır ki
Şen şakrak neşeli çocuklar olur.
Şair Thomas
13. yüzyıl İskoçya’sındaki genç beyefendiler arasında Berwickshire’daki Ercildoune Kalesi Lordu Thomas Learmont kadar zarif ve cana yakın bir kimse daha yokmuş.
O zamanlar insanlar arasında pek de yaygın olmayan zevkleri varmış: Kitaplara, şiire ve müziğe ilgi duyarmış. Hepsinden de öte, doğa üzerine çalışmalar yapmayı, evine yakın tarla ve ormanlık alanları mesken edinmiş hayvan ve kuşları izlemeyi severmiş.
Güneşli bir mayıs sabahı Thomas, Ercildoune Kulesi’nden çıkıp (Eildon Tepeleri’nin yamaçlarından aşağı doğru akan bir nehir olan) Huntly Nehri’nin yanındaki ormanlık alana doğru ilerlemeye başlamış. Güzel bir sabahmış. Hava temiz, aydınlık ve sıcakmış. Her şey o kadar güzel görünüyormuş ki âdeta cennet gibiymiş.
Dalların arasından çıkan ince yapraklar, ağaçları ferah bir yeşil örtüyle kaplıyormuş. Genç adamın bastığı yosun tabakasının arasında bulunan çuha ve anemon çiçeklerinin yüzleriyse gökyüzüne bakıyormuş.
Küçük kuşlar âdeta sesleri çatlayana dek şarkı söylüyor, yüzlerce böcek güneş ışığında bir ileri bir geri uçuyormuş. Nehir kenarındaki neşeli su fareleriyse yaz mevsiminin geldiğini biliyormuşçasına saklandıkları delikten çıkmaya başlayıp bu güzelliklerde bir payları olsun istiyorlarmış.
Thomas, bu güzellik karşısında o kadar mutlu olmuş ki etrafındaki canlıları izlemek için bir ağacın dibine oturmuş.
Thomas ağacın dibinde uzanırken toynak sesleri duymuş. Ses çalılıklardan geliyormuş. Sesin geldiği yöne baktığında hayatında gördüğü en güzel kadının gri bir atın üzerinde ona doğru geldiğini görmüş.
Kadın, pırıl pırıl parlayan ipekten bir avcı kıyafeti giyiyormuş. Kıyafeti bahar aylarındaki taptaze çimenlerin rengindeymiş. Omuzlarında, eteğinin rengiyle çok uyumlu kadifeden bir pelerin varmış. Altın gibi parıldayan sarı saçları omuzlarına dökülüyormuş. Başındaysa güneş ışığında ateş gibi parıldayan değerli taşlardan yapılma bir taç varmış.
Atının semeri saf fildişinden yapılmaymış, kumaşıysa kan kırmızı bir