Elizabeth W. Grierson

İskoç masalları


Скачать книгу

olursa olsun sakın tek bir kelime etme. Eğer biri bana senin kim veya ne olduğunu soracak olursa dilsiz olduğunu söyleyeceğim. Böylece kimse seni fark etmeyecek.”

      Bu sözlerin ardından kadın av borusunu kaldırmış ve boruya üfleyerek çok güçlü bir ses çıkarmış. Bunu yaptığı gibi, yine olağanüstü bir şekilde değişmeye başlamış. Üzerindeki o çirkin kül rengi elbise gitmiş, gri saçları yok olmuş ve yeniden yeşil etekli, pelerinli genç ve güzel haline dönmüş.

      Thomas da harika bir değişime uğramış. Aşağıya bakınca, kaba saba taşra kıyafetlerinin yerini kahverengi güzel bir kumaştan yapılma takım elbiseyle parlak ayakkabılara bıraktığını görmüş.

      Borunun sesi çınlamaya başladığı anda kalenin kapıları birdenbire açılmış ve Kral, Kraliçe’yi karşılamak için hızla dışarı çıkmış. Kral’a şövalyeler, leydiler, ozanlar, uşaklar eşlik ediyormuş. O kadar kalabalıkmış ki atından inen Thomas fark edilmeden kaleye girerken Kraliçe’nin isteklerine itaat etmekte zorlanmamış.

      Herkes, Kraliçe’yi tekrardan gördüğü için çok memnunmuş. Hepsi Kraliçe’nin ardından Büyük Salon’a doğru sürüklenmiş. Kraliçe de onlarla çok cana yakın bir şekilde konuşup hepsinin elini öpmesine izin vermiş. Daha sonra kocasıyla birlikte devasa salonun en ucundaki platforma doğru geçmiş. Kraliyet çifti, platformun üzerindeki tahtlara oturmuş ve henüz başlayan eğlenceleri izlemeye başlamış.

      Zavallı Thomas bu sırada salonun bir diğer ucunda durmaktaymış. Kendini çok yalnız hissetse de önündeki harikulade manzaradan çok etkilenmiş.

      Salonun bir ucunda güzel leydiler, saray mensupları ve şövalyeler dans ediyor olsa da diğer bir uçta avcılar, ellerinde görünüşe bakılırsa av sırasında öldürmüş oldukları boynuzlu geyiklerle içeri girip çıkıyor ve onları yığınlar halinde yere bırakıyorlarmış. Ölü hayvanların yanında sıra halinde aşçılar duruyor, etleri büyük büyük kesip pişirmek üzere götürüyorlarmış.

      Her şey baştan sona o kadar tuhaf ve inanılmazmış ki Thomas zamanın nasıl geçtiğine aldırış etmemiş, sadece orada durup izlemiş ve kimseye tek kelime etmemiş. Bu durum üç gün boyunca devam etmiş. Daha sonra Kraliçe tahtından kalkıp platformdan inmiş ve salonun karşı tarafına, Thomas’ın durduğu yere gelmiş.

      “Ercildoune Kalesi’ni tekrardan görmek istiyorsan ata binip gitmenin zamanı geldi Thomas,” demiş Kraliçe.

      Thomas şaşkınlıkla ona bakmış. “7 yıl demiştiniz,” diye haykırmış. “Bense daha üç gündür buradayım.”

      Kraliçe gülümsemiş. “Periler Diyarı’nda zaman hızlı geçer arkadaşım,” diye cevap vermiş. “Sen üç gündür burada olduğunu sanıyorsun. Oysaki tanışmamızın üzerinden 7 yıl geçti. Artık gitme vaktin geldi. Benimle daha fazla kalmanı çok isterim fakat iyiliğin için böyle bir şeye kalkışmanı istemem. Her 7 yılda bir Karanlıklar Diyarı’ndan Kötü Ruh gelir ve halkımızın arasından herhangi birini seçer. Sen de hoş görünümlü biri olduğundan seni seçmesinden korkuyorum. Başına kötü bir şey gelmesini istemediğimden seni hemen bu gece kendi ülkene geri götüreceğim.”

      Gri at bir kez daha gelmiş ve Thomas’la Kraliçe ata binmişler. Buraya nasıl geldilerse Huntly Nehri’nin yanındaki Eildon Ağacı’na aynı şekilde geri dönmüşler.

      Daha sonra Kraliçe, Thomas’a veda etmiş. Thomas, ayrılık hediyesi olarak, herkesin onun Periler Diyarı’na gittiğine inanmasını sağlayacak bir şey vermesini istemiş Kraliçe’den.

      “Ben o hediyeyi sana çoktan verdim: Dürüstlük erdemi,” diye cevap vermiş Kraliçe. “Şimdi de Kehanet ve Şairlik hediyelerini vereceğim. Böylece gelecekten haber verebileceksin ve şahane şiirler yazabileceksin. Bu gözle görülemeyen hediyelerin yanında bir de sana ölümlülerin görebileceği bir hediye vermek istiyorum; Periler Diyarı’n-da yapılmış bir arp. Hoşça kal arkadaşım. Bir gün belki senin için geri dönerim.”

      Bu sözlerin ardından Kraliçe ortadan kaybolmuş ve Thomas yalnız kalmış. Doğruyu söylemek gerekirse, bu derece göz alıcı bir varlığın yanından ayrılıp sıradan insanların yaşadığı yere geri döndüğü için kendini biraz üzgün hissediyormuş.

      Bu olayın ardından Ercildoune Kalesi’nde uzun yıllar yaşamış. Şiirleri ve kehanetlerinin namı ülkenin her bir yerinde duyulmuş. Böylece insanlar ona, Dürüst Thomas ve Şair Thomas demeye başlamış.

      Size Thomas’ın her kehanetini (şüphesiz ki gerçekleştiler) anlatamam ama bir iki tanesinden bahsedebilirim.

      Thomas, Bannockburn Muharebesi’ni şu sözleriyle öngördü:

      “Gün gelecek Breid (Braid) Nehri1 kırmızı akacak.”

      Bu kehaneti, Bannockburn sularının (Bannock Nehri) yenilen İngilizlerin kanlarına karışıp kırmızı akmasıyla gerçekleşmiştir.

      Ayrıca İngiliz ve İskoç krallıklarının birleşeceğini, başlarında bir Fransız kraliçenin oğlunun olacağını ve bu kişinin Bruce2 kanından geleceğini bildirmiştir.

      Fransız kraliçe annesi olacak,

      Kıyılara kadar, sonsuza kadar,

      Britanya’nın hâkimi olacak.

      Bu kehaneti de 1603 yılında, İskoç Kraliçesi Mary’nin3 oğlu I. James tahta oturup iki ülkenin de kralı olunca gerçekleşmiştir.

      Aradan koskoca 14 yıl geçmiş. Bu sırada insanlar, Şair Thomas’ın Periler Diyarı’na gitme hikâyesini unutmaya başlamış. Ama sonunda İskoçya’nın İngiltere’yle savaştığı gün gelip çatmış. İskoç ordusu, Ercildoune Kulesi’nden çok da uzakta olmayan Tweed Nehri’nin kıyısında dinleniyormuş.

      Kulenin efendisi ise bir ziyafet düzenlemeye ve ordudaki tüm soylu ve baronları bu ziyafete davet etmeye karar vermiş.

      O ziyafet uzun bir süre unutulmamış.

      Ercildoune Lordu her şeyin mükemmel olması için ne gerekiyorsa yapmış. Yemek bittiğinde yerinden kalkmış ve Elf Arpı’nı eline almış. Misafirlerine ardı ardına eski zamanların şarkılarını çalmış.

      Misafirler nefeslerini tutarak dinlemiş çünkü bir daha böylesine güzel şarkılar duyamayacaklarını düşünmüşler. Öyle de olmuş.

      Tam da o gece, tüm soylular çadırlarına döndükten sonra, nöbetçi bir asker ay ışığında kar beyazı renginde bir erkek bir de dişi geyik görmüş. Geyikler kampın yanından geçen yolda yavaşça ilerliyormuş.

      Asker, hayvanlarda tuhaf bir şey olduğunu sezmiş ve subayını çağırarak gelip bakmasını istemiş. Subay da diğer subayları çağırmış ve çok zaman geçmeden bu sessiz yaratıkları takip eden bir kalabalık oluşmuş. Hayvanlar, ölümlüler tarafından duyulmayan bir müzikle birlikte hareket ediyormuş gibi ağır bir şekilde ilerliyormuş.

      “Bu işte bir acayiplik var,” demiş bir asker en sonunda. “Haydi, Ercildounelu Thomas’ı çağıralım. Belki o bize bunun bir alamet olup olmadığını söyleyebilir.”

      “Tamam. Ercildounelu Thomas’ı çağırın,” diye haykırmış hepsi bir ağızdan. Böylece Şair’i uyandırmak üzere eski kuleye derhal genç bir uşak gönderilmiş.

      Uşağın söylediklerini duyunca Kâhin ciddileşip dalmış gitmiş.

      “Bu