bakarken bir geminin iskeleye yanaştığını görmüş ve geminin babasına ait Uzun Gemi olduğunu anlamış. Gemide kimin olduğunu tahmin edebiliyormuş.
Kraliçe’nin gelmesi düşüncesi bile neredeyse korkuyla kendinden geçmesine neden oluyormuş. Çünkü Kraliçe Gümüş Ağaç’ın kalkıp kendisini ziyarete gelmesinin iyi bir nedeni olamayacağını biliyormuş. Prenses, kocasının o an evde olması için sahip olduğu her şeyi verebileceğini düşünmüş. Bunun üzerine endişeyle hizmetçilerin odasına koşmuş.
“Ne yapacağım, ne yapacağım?” diye haykırmış. “Babamın Uzun Gemi’sinin geldiğini gördüm ve içinde üvey annemin olduğunu biliyorum. İmkânı olsa beni öldürür. Bu dünyada benden daha fazla nefret ettiği tek bir şey daha yok.”
Şunu da söylemek gerekir ki hizmetliler, hanımlarının bastığı yere tapacak kadar seviyorlarmış onu. Çünkü Prenses onlara karşı her zaman kibar ve anlayışlıymış. Ne kadar korktuğunu gördüklerinde ve ağzından çıkan iç parçalayıcı cümleleri duyduklarında Prenses’in etrafında toplanmışlar.
“Korkmayın Ekselansları,” diye haykırmışlar. “Sizi gerekirse canımız pahasına koruruz. Eğer üvey anneniz size kötü bir büyü yapmaya kalkışırsa sizi Tirizli Oda’ya kilitleriz, size orada kesinlikle ulaşamaz.”
Tirizli Oda aslında kasa olarak kullanılan odaymış ve şatonun büyük bir kısmını kaplıyormuş. Kapısı öyle kalınmış ki kimsenin kırıp girmesine imkân yokmuş. Prenses, eğer içeri girerse ve üvey annesiyle arasında meşeden yapılma sağlam kapı olursa o şeytani kadının yapabileceği her türlü kötülükten korunacağını biliyormuş.
Böylece Prenses, sadık hizmetkârlarının önerisini kabul edip kendisini Tirizli Oda’ya kilitlemelerine izin vermiş.
Kraliçe Gümüş Ağaç ana kapıya gelip kapıyı açan uşaktan kendisini sarayın hanımefendisine götürmesini isteyince uşak, önünde eğilerek bunun imkânsız olduğunu, çünkü Prenses’in şatonun kasa odasında kilitli kaldığını, anahtarın yerini de kimse bilmediği için dışarı çıkamadığını söylemiş.
(Bu hikâye gerçekten doğruymuş. Çünkü yaşlı uşak, anahtarı Prenses’in en sevdiği çoban köpeğinin boynuna bağlayıp onu, efendisini araması için tepelere göndermiş.)
“Beni odanın kapısına götürün,” diye emretmiş Kraliçe. “En azından biricik kızımla kapıdan konuşurum.” Bundan ne gibi bir kötülük çıkabileceğini düşünemeyen uşak, kendisine söyleneni yerine getirmiş.
“Anahtar gerçekten de kayıpsa ve sen beni karşılamak için oradan çıkamıyorsan biricik kızım,” demiş yalancı Kraliçe, “en azından serçe parmağını anahtar deliğine koy ki ben de onu öpebileyim.”
Prenses söyleneni yapmış, bu kadar küçük bir şeyden gelebilecek kötülüğü asla akıl edememiş. Ama o akıl etmediği kötülük gerçekleşmiş. Serçe parmağını öpeceğini söyleyen üvey annesi bunun yerine parmağına zehirli bir iğne batırmış. Zehir o kadar ölümcülmüş ki zavallı Prenses daha tek bir kelime edemeden yere yığılmış.
Prenses’in düşme sesini duyan Kraliçe Gümüş Ağaç’ın yüzünde tatminkâr bir gülümseme belirmiş. “Şimdi dünyadaki en güzel kadın olduğumu söyleyebilirim,” diye fısıldamış. Daha sonra koridorun sonunda bekleyen uşağın yanına gidip kızına demesi gereken ne varsa dediğini ve artık eve dönmesi gerektiğini söylemiş.
Gemiye kadar merasimle gönderilen Kraliçe, kendi ülkesine doğru yola çıkmış. Prens, elinde çoban köpeğinin boynundan aldığı Tirizli Oda’nın anahtarıyla avdan dönene kadar şatodaki kimse çok değerli hanımlarının başına kötü bir şey geldiğinin farkına varmamış.
Kraliçe Gümüş Ağaç’ın ziyareti anlatıldığında Prens gülüp hizmetkârlara iyi bir şey yaptıklarını söylemiş. Daha sonra da odanın kapısını açıp karısını dışarı çıkartmak için yukarı çıkmış.
Kapıyı açıp karısını yerde ölü halde yatarken bulunca büyük bir korku ve dehşete kapılmış.
Yaşadığı öfke ve üzüntüden dolayı kendini kaybetmiş. Kraliçe Gümüş Ağaç’ın kullandığı türde bir ölümcül zehrin Prenses’in bedenine zarar vermeyeceğini ve gömülmesine gerek olmadığını bildiğinden Prenses’i ipek bir sedirin üzerine yatırıp Tirizli Oda’da tutmaya karar vermiş. Böylelikle istediği her zaman gidip onu görebilecekmiş.
Fakat Prens, son derece yalnız kaldığından, kısa bir süre sonra yeniden evlenmiş. İkinci karısı da ilki kadar sevimliymiş. Yeni karısı çok mutluymuş fakat içine dert olan küçücük bir şey varmış ki bunun da kendisini perişan etmesine izin vermeyecek kadar makul biriymiş.
Dert ettiği şey şatodaki bir oda, koridorun sonunda bulunan bir odaymış. Bu odaya asla girememiş çünkü anahtar her zaman kocasındaymış. Ne zaman kocasına bunun nedenini sorsa kocası her zaman bir bahane bulurmuş. Kadın da ona güvenmiyormuş gibi gözükmemeye karar vermiş; bu yüzden de kocasına bir daha konuyla alakalı soru sormamış.
Fakat bir gün Prens yanlışlıkla odayı kilitlemeyi unutmuş. Karısına hiçbir zaman aksini söylemediği için kadın da içeri girmiş ve ipek sedirin üzerinde uyuyormuş gibi gözüken Prenses Altın Ağaç’ı görmüş.
“Acaba ölmüş mü yoksa sadece uyuyor mu?” demiş kadın kendi kendine ve sedire yaklaşıp Prenses’e yakından bakmış. Tam o sırada Prenses’in serçe parmağına batmış tuhaf biçimli iğneyi görmüş.
“Burada kötü bir şeyler olmuş,” diye düşünmüş kendi kendine. “Eğer bu iğne zehirli değilse ben de tıp hakkında hiçbir şey bilmiyorum.” Şifa verme konusunda eğitimli olan kadın, iğneyi dikkatle yerinden çıkarmış.
Bir süre sonra Prenses Altın Ağaç gözlerini açıp sedirde doğrulmuş. Öteki Prenses’e başından geçenleri anlatacak kadar iyileşmiş.
Üvey annesi kendisini kıskanıyormuş ama öteki Prenses hiç de kıskançlık yapmamış. Neler olduğunu duyunca küçük elleriyle bir alkış tutup “Prens ne kadar da mutlu olacak. Yeniden evlenmiş olsa bile en çok sizi sevdiğini biliyorum,” demiş.
O gece Prens çok yorgun ve üzgün bir halde avdan dönmüş. İkinci karısının söyledikleri çok doğruymuş. Onu ne kadar sevse de her zaman biricik ilk aşkı Prenses Altın Ağaç’ın yasını tutuyormuş.
“Ne kadar da üzgünsün!” diye seslenmiş karısı. “Gülümsemen için yapabileceğim hiçbir şey yok mu?”
“Yok,” demiş Prens bitkinlikle başını önüne eğerek. Keyifliymiş gibi davranamayacak kadar kederliymiş.
“Size Altın Ağaç’ı geri vermek dışında bir şey yok, evet,” demiş ikinci karısı yavaşça. “Aslında bunu yaptım bile. Tiriz-li Oda’ya çıkıp Prenses’in sağ salim olduğunu görebilirsiniz.”
Prens tek bir kelime etmeden merdivenlerden yukarı koşmuş. Gerçekten biricik Altın Ağaç’ı orada, onu karşılamaya hazır bir biçimde sedirde oturuyormuş.
Prens, Prenses’i gördüğü için o kadar mutlu olmuş ki boynuna atlamış. Kendisini yukarı kadar takip eden, buluşmalarını sağlayan ve şimdi de o buluşmayı izleyen zavallı ikinci karısını unutarak Prenses’i defalarca öpüp durmuş.
Fakat karısı kendisi için üzülüyor gibi gözükmüyormuş. “Ben her zaman kalbinde Prenses Altın Ağaç’ın özlemini çektiğini biliyordum,” demiş. “Doğrusu da bu olmalı