Richard Tillinghast

İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı


Скачать книгу

1901 yılında Konstantin’in doğum yeri olan Niş’te bulundu. Her biri gümüş ve aşağı yukarı bir Roma librası ağırlığında olan bu çanaklara “largitio” adı verilir. Bunlardan biri British Museum’da sergilenmektedir. Müze kataloğunda bu çanak şöyle tarif edilmiştir:

      Bu tarz çanaklar imparator tarafından özel durumlarda yüksek sınıf askerlere, sivil memurlara ve sadakatli müttefiklere sunulurdu. Dolayısıyla Licinius makamında 10. yılının başlangıcını ikinci 10 yıl için adak adayarak ve bu çanaklara benzer hatıra sikkeleri basarak kutladı. Bu çanaklara Latincede “cömert armağanlar” anlamına gelen “largitio” denir. Largitio aynı zamanda rüşvet anlamına da gelir!

      Zaman içinde Licinius mağlup olup kılıçtan geçirilince Roma’nın imparatorluk gücünün merkezi olduğu dönem bitmiş oldu. Konumu itibariyle barbar istilalarına karşı koyacak kadar emniyetli değildi artık. Sebep sadece bu değildi, aynı dönemde doğudaki imparatorluğun nüfusu ve içinde bulunduğu refah da artmıştı. Dünya ticaretinin merkezi, Avrupa’nın Asya ile birleştiği yere kaymıştı. Konstantin’in gözünü doğudaki imparatorluğa dikmiş olmasının sebebi belki de buydu. Konstantin Roma’nın imparatorluk gücünü, idari ve organizasyon geleneklerini yeni dünya dini Hıristiyanlıkla bir araya getirerek Bizans İmparatorluğu’nun bütün iktidarı süresince var olacak bir karışım yarattı. Laik ve kutsal arasındaki ayrımın, tanrıya karşılık Sezar’a minnettar olmanın bu insanların düşünce biçimiyle pek ilgisi yoktu. İmparator “havarilerin eşiti”, “Romalıların vefalı Hıristiyan İmparatoru” olarak isimlendirilmişti.

Yeni (Bir) Şehir ve Yeni (Bir) Uygarlık

      Konstantin, yeni konumununun güvencesiyle ve halkına esin kaynağı olan yeni dinin kendisine verdiği manevi destekle gücünün temelini sağlamlaştırmak üzere Nova Roma Constantinopolitana, Konstantin’in şehri Yeni Roma olarak anılacak yeni bir başkentte işe koyuldu. Konstantin’in Yunan kenti Bizans’ı karargâhı olarak seçmesinin isabetli bir karar olduğu, bin yıldan uzun bir süre boyunca saldırılar karşısında kentin zapt edilememesiyle teyit edildi. Etrafının tamamen suyla çevrili olması sebebiyle kara tarafından inşa edilecek bir savunma duvarıyla korunabilirdi. Efsaneye göre bizzat Konstantin, duvarların yerini adım adım belirlemişti. Maiyetindekiler, yedi tepeli şehirde bir yandan diğer yana yürürken kuşatacağı bölgenin büyüklüğü karşısında hayrete düştüler. Daha ne kadar gideceği sorulduğunda “önüm sıra giden durana kadar” dediği rivayet edilmekteydi.

      Başkent yapacağı bu yeri kurmaya Roma’dakinin benzeri büyük bir umumi toplanma alanı ya da forum inşa ederek başladı. Ardından halkın at yarışlarını, jimnastik gösterilerini, spor oyunlarını, vahşi hayvan sergilerini, tiyatro, akrobatlar ve benzerlerini izleyebileceği devasa bir açık hava arenası olan hipodrom geldi. Hipodrom, yeni Roma’nın eski Roma’daki büyük stadyumu Kolezyum’un karşılığıydı. Konstantin emrinde olan yüksek rütbeli devlet memurları için de tapınaklar, saraylar ve malikâneler inşa ettirdi. Yollar ve meydanlar, şehrin su ihtiyacını karşılamak için su kanalları ve su depoları, vatandaşlar için de umumi banyolar tasarlandı.

      Her biri tamamen kaliteli mermerler, kıymetli metaller ve heykellerle donatılmıştı. Gibbon, Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi adlı kitabında yeni başkenti şöyle tanımlar:

      Konstantinopolis’in kuruluşunda, surlar, sütunlu girişler ve su kemerleri için imparatorluğun bütçesinden cömertçe 2 milyon 500 bin pound ödenek ayrılmasından bir tahmin yürütülebilir. Karadeniz (Euxine) kıyılarını gölgeleyen ormanlar, küçük Marmara Adası’ndaki (Proconnessus) meşhur taş ocaklarından getirilen beyaz mermer, diğer bitmez tükenmez malzemeler vb. Bizans limanına taşınmak üzere tedarik edildi. Çok sayıda işçi ve zanaatkâr, kararlılıkla ve aralıksız çalışarak işlerin sonuçlandırılmasını mümkün kıldılar. Yunan ve Asya şehirlerinin en değerli süslemeleri Konstantin’in emriyle yağmalandı. Unutulmaz savaşlardan kalan hatıralar, kutsal eserler, tanrı ve kahramanlarla antik zamanların bilge ve şairlerinin tamamlanmasına çok az kalmış heykelleri Konstantinopolis’in görkemli zaferlerine katkıda bulundu.

      Antik dünyada Euxine dedikleri yer Türkçede Karadeniz olarak bilinir. Proconnesus Adası’nın bugünkü ismi ise Marmara’dır ve etrafı eski uygarlıkların Propontis olarak adlandırdığı aynı adı taşıyan denizle çevrilidir. Konstantin dünyadaki en görkemli şehirlerden birini kurmuş olsa da Gibbon’dan geçer not alamamıştır:

      Tercih ettiği kıyafet ve davranışlar, hayatının sonuna doğru insanlığın gözünde sadece küçük düşmesine sebep oldu. Diokletian’ın kibriyle benimsenen Asya tarzı ihtişam, Konstantin’in kişiliğinde bir nevi efemineliğe büründü. Kendisi, o zamanın yetenekli sanatçılarının binbir zahmetle hazırladığı çeşitli renklerdeki peruklar, yeni ve daha pahalı bir taç, bol miktarda kıymetli taş ve incilerle kolye ve bilezikler, en ilgi çekici altın çiçeklerle süslenen rengârenk, uçuşan ipek giysilerle tasvir ediliyordu.

      İlginç olan şudur ki, Konstantin, Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun devlet dini olarak kabul ettirerek tarihe damgasını vuran bir adam olarak tahtta olduğu yıllar boyunca benimsediği dine karşı bir nevi kararsızlık yaşadı. Halkının birçoğu özellikle de ordudaki askerleri arasında hâlâ pagan inancında olanlar vardı ve Konstantin’in gücü onları uzaklaştırmaya yetmedi. Şüphesiz ki batı dünyasında tek bir tanrıya inanma yönünde bir eğilim olmasına rağmen bu tanrının kimliğiyle ilgili bazı şüpheler hâlâ mevcuttu.

      Konstantin, imparator unvanıyla kendi adına madeni paralar bastırmaya başladığında bu paralardan bazıları “Sol Invictus” yani “Yenilmez Güneş” ifadesiyle Güneş Tanrısı Apollo’yu onurlandırırken diğerleri de Konstantin’i Güneş Tanrısı’yla yan yana gösteriyordu. Tatil günü olacak haftanın birinci gününe, Latinlerin pazar günü anlamındaki Domenica’sı (Tanrı’nın günü) yerine, Güneş Tanrısı’nın adıyla anılan “Sunday” (Sun’s day: Güneşin günü) adını verdi. Konstantin, İsa’yı insanoğlunun kurtuluşunu sağlama almak için kurban edilen çilekeş bir savunucudan ziyade, düşmanları karşısında zafer kazanmış ve yeni kurulmuş Roma İmparatorluğu’nu tek elden yöneten kendisi gibi ölümü yenmiş bir muzaffer olarak görüyordu.

      Konstantin kiliseyle devlet arasındaki yakın ilişkiyi biraz daha ileri taşıyarak ana kiliseyi kraliyet sarayıyla yan yana koydu. Bizans’tan etkilenen Venedik ve Moskova gibi şehirlerde var olmaya devam eden Basileia (kraliyet gücü) ve sacerdotium (papazlık sistemi) konum olarak birbiriyle birleştirdi. Ancak Bizans, mimari açıdan kendini bir Hıristiyan şehri olarak ilan ettiği halde kültüründe Yunan ve Roma’dan kalma klasik bir miras barındırıyordu. Romalı öğrenciler dilbilgisi ve tarihi Homeros’un şiirlerinden öğrendiler. Bizans okullarındaki erkek öğrencilere de yine Truva’nın surları altında ve Odisseus’un gezintileri rehberliğinde destansı savaş hikâyeleriyle eğitim verildi.

      Böylelikle pagan dünyası gitgide gücünü kaybederek yerini Hıristiyan dünyasına bıraktı. Konstantin kendi imparatorluk şehrini yaratırken kiliselerin yanı sıra pagan ibadeti için de tapınaklar inşa etti. Hükümdarlığı zamanında da pagan ritüelleriyle kutlamalar sürdü. Bu şehrin farklı inanışları barındıran uzun bir tarihi var. Müslümanların devrinde dervişlerin her yeri kuşatan etkisi ve tasavvufi hoşgörüsü otoriter İslam anlayışını yumuşattı. Kısmen de olsa, hem Türkler hem de Yunanlar o zamanın yükselen dini inançlarının geleneksel öğretileriyle birlikte var olan ve onlardan önce gelen inançları keyifle sürdürüyorlardı. Bugünün İstanbul’undaki hacıların, şeyhülislamın Türklerin kutsal yer olarak addettikleri türbelerde Müslümanların nasıl davranmaları gerektiğiyle ilgili kurallarını tam olarak yerine getirdikleri söylenemez.