Richard Tillinghast

İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı


Скачать книгу

Büyük Theodosius tarafından Hipodrom’a dikilmişti.

      Burada özellikle bakmaya değer olan, dikilitaşın üzerinde durduğu mermer kaidedir. Bu taş blok üzerine, hipodromun doğu cephesinde bulunduğu varsayılan kraliyet locası Kathisma’daki imparator ve ailesinin tören sahneleri yontulmuştur. Kabartmalar aşınmış olmasına rağmen, dikilitaşın kuzey cephesinde, zamanında muhteşem bir mühendislik becerisiyle yapılmış olan obeliskin taşınması ve dikilmesine nezaret eden imparatoru görebiliyoruz. İşçiler omuzladıkları halatlarla sütunu sürüklüyor, diğerleri de halatları sarmak için kullanılan bir vinci çeviriyor. Batı cephesinde, Romalı kıyafetlerine, harmani ve benzerlerine bürünmüş kraliyet topluluğunun (bizim “Bizanslı” olarak adlandırdığımız bu kişilerin ilk birkaç yüzyıllık dönemde kendilerini Romalı [Rhomainoi] olarak kabul ettiklerini hatırlatalım) arasından öne çıkan Pers başlığı takmış, diz çökmüş bir grup köle, İmparator Theodosius’a saygılarını sunuyor. Theodosius’un yanında Batı’daki eş-imparatoru II. Valentinianus ve sırasıyla, biri Batı’nın diğeri de Doğu’nun imparatorları olacak oğulları Honorius ve Arcadius bulunmakta. Güney cephesinde ise hepsi bir araba yarışını izliyorlar. Kalabalık arasından çehrelerini görüyoruz. Alt kısım boyunca da dans eden genç kızları ve müzisyenleri görüyoruz.

      Anıtın en sevdiğim bölümleri imparatorlukta hiçbir şeyin, hatta hükümdarların yaşamlarının dahi güvence altında olmadığı bir yapının havasıyla ilgili fikir veren Theodosius’un mızraklı ve dağınık sakallı muhafızlarının ifadeleri. Roma, Bizans, Osmanlı veya diğer herhangi bir imparatorluğun ihtişamı ve görkemi bizde nasıl bir etki bırakmış olursa olsun, gerçek, Mao Zedong’un “Politik kudret bir silahın namlusundan ya da bir bıçağın ucundan çıkar,” sözlerinde saklıdır. Bu taşlarda ölümsüzleşen Valentinian, Galyalılar ile girdiği bir güç savaşında mağlup oldu ve 15 Mayıs 392 tarihinde 21 yaşındayken özel dairesinde ölü bulundu. John Julius Norwich, Byzantium: The Early Years (Bizans: İlk Yıllar) adlı eserinde şöyle yazar: “Ölümünün bir intihar olduğunu kanıtlamak için çok zahmete girildi.”

      Hipodrom, her ne kadar imparatorluk başkentinin iz bırakan bir hatırası olsa da Konstantinopolislilerin “Kutsal İmparatorluk Sarayı” olarak adlandırdığı, hiçbir masraftan kaçınmadan dekore edilmiş, geniş bir alana yayılan ve birbirine bağlı bir dizi binadan oluşan bu taş yığınından geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştır. Büyük Saray, Marmara Denizi ve Haliç’e doğru inen ormanlık bir yamaç üzerine kuruluydu. Bir yanda bahçeler ve kiliseler güzellik ve kutsallık taşıyor, diğer yanda yazlık evler, çeşmeler, binicilik okulu ve polo sahalarıyla havuz ve dekoratif göletler ferahlatıcı bir etki bırakıyordu. Bizans’ın yüksek tabakasının güvenli ve konforlu hayatını sürdürmek için ahırlar, mutfaklar ve ambarlar mevcuttu. İmparatorlar ve maiyetindekiler burada, imparatorlar arasında en kültürlü ve belki de doğuştan en zarif isme sahip Konstantin Porphyrogenitus’un Book of Ceremonies (Törenler Kitabı) adlı eserinde detaylıca bahsedilen dinsel ve resmi törenlerle belirlenmiş bir hayatı sürdürüyorlardı. Tarihe karışan bu dünya, gözle görülür olmayanı tasavvur edecek gezginler için işte buradadır.

      8

      Kutsal Şehir

      W.B. Yeats İstanbul’a hiç gelmedi, ama Bizans Sanatı ile ilgili okumalarından esinlenerek yazdığı şiirler ‘Bizans’ı bu kutsal şehrin ebedi simgesi yaptı. Yeats’in Bizans sanatıyla tanışması Palermo ve Ravenna’da gördüğü mozaikler vesilesiyle oldu. Şiirleri yoluyla kutsallaştırdığı şehri kendi gözleriyle görmemiş olması ironik görünse de bir bakıma buna ihtiyaç da duymamıştır. Dünyadaki varlığını, sanat ve mimarisiyle halen sürdüren Bizans, İrlandalı ustanın o harika şiirlerinin yarattığı etkiye benzer bir nevi ebedi bir hediye, ilham veren bir mucize ve görkem anlayışı barındırır. Yeats, Bizans’ın hiyeratik mozaik sanatından etkilendi ve onun bu sanatta tasvir edilen kişilerle ilgili sihirli sözleri, parlayan binlerce küçük renkli kareyle tasvir edilenin ruhani ifadesiyle birleşti. Yeats’in “Tanrının kutsal ateşinde duran bilgeler / Bir duvardaki altın mozaikte durur gibi” dizeleri, resmedilenle anlamı arasındaki ilişkiyi çok güzel anlatıyor.

      Bizans sanatı ve onu taklit eden 13. ve 14. yüzyıllara ait erken dönem İtalyan dini sanatı, daha sonra modernizmden önceki Avrupa sanatının tipik bir örneği olacak yaşamın taklit edilmesinden ziyade barındırdığı salt durağan ve yapay nitelikleriyle kendini göstermektedir. “Sailing to Byzantium” şiirinin son kıtası bu büyük yapmacıklığı yakalamaktadır:

      Çıkacak olsam bir kez tabiattan,

      Tabii bir şeyden gövdeli bir şekil almayacağım asla

      Yunanlı kuyumcuların çekiçle ve mineyle işlenmiş altından

      Uykulu bir imparatoru uyanık tutmak amacıyla

      Yaptıklarından başka; Kondurduklarından

      Başkasını ya da, altın bir dala,

      Geçmiş, geçen ve geleceğin ne olduğunu şakısın diye

      Bizans’ın Lortlarına ve Leydilerine.2

      Yeats’in imgeleri ziyaretçilerin taht odasındaki suni ağaçlarla ilgili tasvirlerinden esinlenmişti; küçük mekanik altından kuşların konup şarkı söylediği yakut, zümrüt, turkuaz ve safirden yapılmış meyvelerle kaplı altın ve gümüş dallardı bunlar.

İmparatorluk Şehri Konstantinopolis

      Mimari çizimler ve dijital örnekler bize imparatorluk zamanında Konstantinopolis’in nasıl görünüyor olabileceğiyle ilgili net bir fikir veriyor. Ayasofya’nın kuzeyinde ve biraz aşağısına doğru, Kutsal Bilgelik Kilisesi Ayasofya’dan sonra en önemli ikinci kilise olan Kutsal Barış Kilisesi Aya İrini “Hagia Eirene” var. Aya İrini şu haliyle Topkapı Sarayı’nın duvarlarıyla çevrilmiş olsa da o kadar değişmemiş. Ayasofya’nın önündeki meydanın yerinde daha önceden sıra kemerli bir forum veya agora varmış gibi görünüyor. Büyük Konstantin bu planı 4. yüzyılda hazırlatmıştı. Agoranın batı ucunda, imparatorluktaki tüm mesafelerin ölçüldüğü “Milyon Taşı3” adındaki mermer nişan durmaktadır. Nişan bugün hâlâ burada, ancak yıpranmış ve içler acısı bir görünüme sahip; önünden geçen tramvay yolu ise onu meydandan ayırıyor. Zemin, yüzyıllar içerisinde depremler, molozların toplanması ve yeni yolların yapımı sebebiyle yükselmiş olduğu için bir zamanlar meşhur olan nişanın zeminini görmek için küçük bir kuyunun dibine doğru eğilip bakmanız gerekiyor.

      Şehir surları içindeki Altın Kapı’ya uzanan Mese’nin başladığı nokta da burasıdır. Binlerce kilometre ötedeki Roma’ya giden yol da buradan başlar. Hemen yakınında Yerebatan Sarnıcı vardır. Bizanslılar büyük ölçekte, 336 sütunlu bir nevi yeraltı tapınağı inşa etmişlerdi. Bu antik yontmaların kalıntıları günümüz İstanbul’unda zaman zaman kötü kullanıma maruz kalıyor. Burada, iki adet devasa “Gorgon Başı”, sütunların kaidesi olarak kullanılmış. Birisi yerde yan yatmış, diğeri ise baş aşağı duruyor. 1545 yılında Fransız antikacı Peter Gyllius semt sakinlerinin katlardaki deliklerden su çekmek için kova daldırdıklarını ve hatta bazen de aynı deliklerden balık tuttuklarını gözlemleyip yeniden keşfedene kadar burasının varlığı tamamen unutulmuştu. Yumuşak bir ışıklandırma ve new age müzik, burayı sıcak bir İstanbul gününde dinlenmek için inebileceğiniz mükemmel bir yer haline getiriyor ve herkesin hoşuna gidecek mistik bir hava veriyor.

      Arkeologlar, Sultanahmet’te yeni keşiflerde bulunmaya devam ediyorlar. Bunlardan biri olan Büyük Bizans Sarayı, Ayasofya’nın hemen aşağısında. Four Seasons