harcar. Büyük avlardan çekinirler, babasız şahinler gibi. Ama önemsiz kurbanları görünce kartal kesilirler. Sert sözler söyler, insanları yererler. Zalim zekâların kanla yoğrulduğunu düşünürsek, bu insanların hammaddesi zehirdir. Bunların içinde doğa kanunları bozulmuştur. Yumuşak nükteler bunları devirir, yerin dibine sokar, ortak öfkenin derinliklerine teslim eder.
Şimdiye kadar doğanın lütufları vardı, bundan sonra sanatımızın mükemmelliği olacak. Doğa kıvrak zekâyı doğurur, sanat ise onu büyütür. Bazen başkalarının tuzuyla olur bu, bazen de çalışma ve gözlem gerekir.
Nükteli sözler, başkalarının eylemleri, yetenekli olan herkesin kalbine keskin zekâ tohumları eker. Anlayış, bu tohumları filizlendirir, çoğaltarak hazırcevap bolluğu yaratır ve nükte hasat edilir.
İyi muhakeme için ise savunma gerekmez. O, gün gibi ortadadır.
Krallarınki Gibi Bir Kalp
Filozoflar kafalarını, hatipler dillerini çok iyi kullanır. Atletlerin son çizgiye ulaşırken göğüsleri, askerlerin kolları, ulakların ayakları, hamalların kolları çok güçlüdür. Kralların en güçlü yanı ise kalpleridir, der, kutsal yazınları bazı takım elbiseli adamlar tarafından akla karşı kullanılan Platon.
Kalp geride kalacaksa anlayışın hemen öne atılmasının ne anlamı var ki? Beğenilen süslü şeyler insanı tatlı tatlı kandırır ve bazen kalp bu süslü kavramlara ışık tutmakta zorlanır.
İncelikli akıl yürütme genellikle neticesiz kalır, çok hassas uygulandığında da zayıf düşer.
Büyük bir amaç arkasında büyük etkiler, kocaman kalpler de arkasında olağanüstü işler bırakır. Dev kalpli birinin evlatları da devasadır. Bu kalp kendi boyutunda işlerle uğraşır, birinci derecede önemli konuları ele alır.
İskender’in adı gibi kalbi de büyüktü. Kalbinin yalnızca bir köşesi tüm dünyayı içine alırdı da içine altı dünya daha sığardı.
Kralların en büyüğü ise ya her şey ya hiçbir şey diye düşünen Sezar’dı.
Kalp bahtın midesi gibidir; tüm aşırılıkları aynı rahatlık ve cesaretle sindirip alır. Büyük bir midede büyük lokmalara yer vardır. Yapmacıklar bu mideyi bozmaz, nankörlükler bu mideyi ekşitmez. Cüceyi doyurup şişiren yemek bir devi aç bırakır.
Bir yiğitlik mucizesi Döfen VII. Charles, Fransız kralı olan babasıyla İngiliz kralının, Paris Parlamentosu’ndan zorla bir karar geçirdiğini öğrenir. Karara göre Charles’ın tahta geçmesine izin verilmeyecektir. Gözü pek Charles, karara itiraz edip bir üst mevkiye taşıyacağını açıklar. “Hangi üst mevki?” diye sorarlar. “O üst mevki kalbimin yüceliği ve kılıcımın sivri ucudur,” der. Dediğini de yapar.
Neredeyse ölümsüz olan elmas, insanı günden güne tüketen şirpençelerle uğraşan birinde, risk ve tehlike dolu yüce bir kalpteki kadar gururla parlamaz.
Zamanımızın Akhilleus’u sayılan Savoy Dükü Charles Emmanuel, yalnızca dört askeriyle dört yüz kişilik düşman askerinin üstesinden gelmiş ve “büyük tehlike anlarında yanınızdaki hiç kimse büyük bir kalbin yerini tutamaz,” diyerek tüm dünyanın hayranlığını kazanmıştır.
Gönlün yüceliği, eksik olan diğer her şeyin yerine geçer. Zorluklarla ilk karşılaşan da ilk zaferi kazanan da hep yüce gönüller olur.
Bir keresinde Arap Kralı’na, bir savaşçıyı memnun edecek derecede nadide bir eğri Şam kılıcı takdim edilmiş. Kralın yaverleri, kılıcı yalnızca kibar olmak adına değil, aklı başında nedenlerle övmüşler. Hem nezaketi hem de sanatı elden bırakmayan yaverler, kılıcın biraz daha uzun olsaydı “çelikten bir şimşek” olabileceğini söyleyecek kadar ileri gitmişler. Kral, görüşünü almak için prensi çağırtmış. Çağırdığı prens Jacob Almanzor7 olduğundan, kralın aldığı görüş de ona göre olmuş. Kılıca bakıp bir şehre eşdeğer bir kılıç olduğunu söylemiş; bir prense yakışır bir övgü. Kral kılıcın bir yerinde bir noksanlık olup olmadığını sormuş, prens de “her şeyin fazlası var” diye cevap vermiş. “Ama Prens’im, buradaki herkes kılıcı çok kısa buldu.” Eliyle kendi kılıcına uzanan prens “Yürekli bir erkek hiçbir kılıcı kısa bulmaz. Bir adım ileri gittiğinde kılıç yeterince uzun hâle gelir. Çeliğin noksanlığını cesaret kapatır.”
Hakaretten önce gösterilen yüce gönüllülük, bu hediyeyi zaferin göstergesi defne yapraklarıyla taçlandırır. Yüce gönüllerin asaletinin doruk noktasıdır bu. Hadrianus8 düşmanları alt etmenin nadir görülen ve muhteşem bir şeklini göstermiş. En kötü düşmanlarından birinin başına dikilip “Elimden kaçmışsın anlaşılan…” demiş.
Sıradışı Zevk
Gerçek yetenekleri memnun etmek asla kolay değildir. Zevk de en az zekâ kadar geliştirilmeli ve olgunlaştırılmalıdır. Bunların ikisi de göze çarpacak duruma geldiğinde, aynı rahimde büyümüş yetenek ikizleri mükemmelliğin ortak vârisleri gibi görünürler.
Görkemli bir zekânın sahibi asla düşük zevkler beslemez.
Bazı yetkinlikler güneş, bazıları ışık gibidir. Kartal güneşle oynaşırken kanatlı küçük bir solucan mum ışığında kaybolabilir. Birinin yeteneğinin derinliğini ölçmek için ne kadar yüksek zevk sahibi olduğuna bakın.
İyi zevk sahibi olmak iyiyse, değerini yükseltmek daha da iyidir. Zevk, bir insandan diğer bir insana iletişimle aktarılır. Zevkiyle göze çarpan insanlarla karşılaşırsak şanslıyız demektir.
Çoğu insan mutluluğu (ödünç alınmış bir tür saadet), arzulanan şeye sahip olmak ve onun tadını çıkarmak olarak görür. Bu insanlar diğer herkesi mutsuz görür. Ama onların gördükleri de onlar hakkında aynı şeyi düşünür. Yani dünyanın yarısı sürekli birbiriyle alay eder ve aptallık hüküm sürer.
Eleştirel, memnun etmesi zor bir zevkin olması iyi bir özelliktir. En cesur kişiler bunun korkusuyla yaşarlar ve en sağlam yetkinlikler bunun karşısında tir tir titrer.
İtibar değerlidir, yalnızca ihtiyatlı olanlar itibarlı bir şekilde pazarlık etmeyi bilir. Alkışlarınızı idareli kullanırsanız cömert ve zengin görünürsünüz. Ama itibarınızı saçıp savurursanız karşılığında aşağılanmayı hak edersiniz.
Cehalet bazen hayranlıkla karıştırılır. İkincisi, nesnelerin kusursuzluğundan çok bizim muhakememizin kusurundan doğar. Birinci derecede önemli sayılacak kusursuzluklar eşsiz olanlardır. O yüzden alkışınızı sonraya saklayın!
Krallara yaraşır derecede zevk sahibi bir kral da İspanyol Felipe’lerin en bilgesi II. Felipe’ydi. Felipe mucizevi nesnelere o kadar alışkındı ki, yalnızca bu türde en harika olandan zevk alırdı.
Portekizli bir tüccar ona yeryüzünden bir yıldız (yani doğudan gelen bir elmas) vermiş. Bir zenginlik örneği, şaşırtıcı bir ihtişam. Ve herkes Felipe’nin hayranlık, en azından bir ilgi belirtisi göstermesini beklerken, yalnızca küçümsemeyle karşılaşmışlar. Bunun nedeni, büyük hükümdarın gereğinden fazla ciddi ya da kaba olması değil, onun gibi sanat ve doğa mucizelerine alışkın, zevk sahibi birinin böyle amiyane bir şekilde şaşırtılamayacak olmasıymış. O harika tüccar için ne kadar zor bir an olsa gerek.
“Majesteleri”, demiş tüccar. “Güneşin bu değerli torununa yetmiş bin duka altın verdim. Bunun için kimseyi kırmak gerekmez.”
“Neyi düşünerek o kadar para verdin?” diye sormuş Felipe.
“Efendim,