non sint, quam quid sint (ne olduklarını değil, ne olmadıklarını) tespit etmeye çalışabiliriz. En akıllı âlimlerimiz Cardans, Scaliger ve bilge Thomistler16, konu bu esrarlara gelince zayıf, yavan, belirsiz ve kusurlu kalırlar ve en kıvrak zekâlar bile, güneş ışığına maruz kalmış baykuş gözü gibi körelir ve baktıkları şeyi kavrayamazlar. Fakat, adı geçen insanlar gibi ben de yanılma riskini göze alıp bu konuda bir şeyler söyleyeceğim. Eski çağlarda, İncil’de17 okuduğumuz üzere Sedduceeler hayaletlere, şeytanlara ve meleklere inanmazlardı. Hekim Galen, Peripatetik düşünürler, hatta Aritoteles’in ta kendisi bile aynı fikirdeydi. Pomponatius ruhlara katı bir inanışla inanıyordu, Scalinger onların var olabileceğini yarım ağızla kabul etmekteydi, lakin Cizvit Dandinus de Anima’sında kesin bir dille reddediyordu. Hıristiyanların melekler dediği substantiae seperatae (soyut varlıklar) ve zekâ sahibi varlıklara Platoncular, Julius Pollux’un Onomasticon’da görüldüğü üzere, şeytan derler; zira ister iyi melek olsun ister kötü, Platoncular her tür ruhu daemones sözcüğüyle anarlar. Bu tür varlıklar konusunda Epikürcüler ve ateistler genel olarak aynı fikre sahiptir, çünkü onları hiç görmemişlerdir. Platon, Platinus, Porfirios, Iamblichus, Proclus ise Trismegistus’un, Pisagor’un ve Sokrates’in çizdiği yolda yürümekte ısrar ederler, onlara göre ruhlar kesinlikle vardır, Stoacılar da bu fikirdedir. Böylesi ruhlar vardır ama doğru yoldan sapmışlardır. Ruhların ortaya ilk çıkışlarına gelince, Talmudistlere göre Adem’in Havva ile evlenmeden evvel Lilis diye bir karısı vardı ve ondan doğan tüm çocukları iblisti. Türklerin Kuran’ı da bu noktada Talmud kadar saçma ve absürt şeyler anlatır; ancak İncil biz Hıristiyanlara şeytanların başı olan Lucifer’in, kibri ve hırsı yüzünden yardakçılarıyla beraber cennetten düştüğünü öğretmektedir. Tanrı tarafından yaratılıp cennete konulmuş, bir zamanlar ışığın meleği olmuş, şimdi ise gökyüzünün Ay’dan daha aşağı bir yerine, belki de cehenneme kovulmuşlardır; İncil’in 2. Petrus bölümünde, “…onları cehenneme atıp karanlıkta zincire vurdu, yargılanıncaya dek orada tutulacaklar,” diye yazar. Bazılarının inandığı ahmakça görüş, bu tür varlıkların ölmüş adamların ruhları olduğu yolundadır, güya iyi ve asil ruhlar tanrılaşırken bayağı ruhlar yerde veya toprağın altında kalmış ve şeytan olmuşlardır; Tertullian, filozof Porfirios ve M. Tyrius bu kanaattedir. “Bizim melek ve şeytan dediklerimiz,” der Tyrius, “ölmüş insanların ruhlarından başka bir şey değildir, halen hayatta olan arkadaşlarına olan sevgileri ve merhametleri nedeniyle onlara yardım ederler veya nefret ettikleri düşmanlarından intikam alırlar.” Akla, Dido’nun Aeneas’a savurduğu tehdit geliyor:
Omnibus umbra locis adero: dabis, improbe, poenas.
Öfkeli hayaletim, derinlerden yükselerek
Sana uyanıkken musallat olacak, uykularını bölecek.
Başkalarına göre, ruhlar insanları kaderden esirgemek için, onları gereğine göre korumak veya cezalandırmak için yüksek güçlerce tayin edilen varlıklardır; Romalılar bunlara boni genii ve mali genii derlerdi; Stoacılar, iyi ruhlara lares, kötülerine lemures veya larvae adını takmışlardı. Apuleius şöyle demişti: Deos appellant qui ex hominum numero juste ac prudenter vitae curriculo gubernato, pro numine, postea ab hominibus praediti fanis et ceremoniis vulgo admittuntur, ut in Aegypto Osiris (Onlar, sağlığında adil ve bilgece yaşamış insanlara tanrı derler, ölümlerinden sonra onları tanrılaştırır, adlarına tapınaklar kurup ayinler düzenlerler, tıpkı Mısır’da Osiris’e yaptıkları gibi). Capella, onları Praestites (koruyucular) diye anar: “Onlar özel insanları ve liderleri korurlar.” Sokrates’e daemonium saturninum et igneum (ateşli ve sert mizaçlı bir ruh) eşlik ederdi ve Sokratesçilere göre tüm ruhlar arasında böyle bir ruh ad sublimes cogitationes animum erigentem (zihni yüce düşüncelere sevk etmek için) en uygun olanıydı. Plotinus’un da böyle bir ruhu vardı. Biz Hıristiyanların da yardımcı melekleri vardır, bu konuda nice eserler vermiş bir yazar olan Andreas Victorellus’a, de Angelo Custode’yi kaleme almış olan Cizvit rahibi Lodovicus de LaCerda’ya, Zanchius’a ve başka bazı din âlimlerine inanırsak tabii. Fakat Tyrius’un bu ruhlar üzerine kurduğu saçma varsayımlar, Proclus tarafından de anima et daemone adlı kitabında çürütülmüştür.
Hıristiyan bir âlim ve Cuspinian’a göre bir dönem Bizans İmparatoru Michael Parapinatius’un hocası olan Psellus, şeytanların doğası üzerine büyük bir gözlemciydi. Ona göre şeytanlar maddesel, cismani varlıklardır; “havadan oluşmuş bedenleri vardır ve fânidirler, yaşar ve ölürler.” Martianus Capella da aynı görüştedir ama bizim Hıristiyan filozoflarımız bu iddiaya şiddetle karşı çıkarlar. Psellus şöyle ekler: “…onlar da gıda alır ve dışkı çıkarırlar, kendilerine zarar verilirse acı çekerler.” Cardan bunu onaylar ama Scalinger’ın cevabı alaycıdır: Si pascantur aere, cur non pugnant ob puriorem aera? (Şayet hava ile besleniyorlarsa neden daha temiz hava için birbirleriyle dövüşmüyorlar?) Psellus, eğer bedenleri kesilirse hayranlık uyandırıcı bir hızla iyileştiklerini söylemektedir. Austin18 de bunu destekler: Mutato casu corpora in deteriorem qualitatem aeris spissioris (tersine, bedenlerini daha düşük nitelikli ve yoğun bir havaya da dönüştürebilirler). Hierome de Comment in epist. Ad Ephes (Efeslilere Mektubun Tefsiri) adlı kitabında Psellus’a destek verir. Origen, Tertullian, Lactantius ve pek çok eski kilise babası aynı kanaattedir: Cennetten düştüklerinde, şeytanların bedeni maddi bir hâle, havaya dönüşmüştür. Theatri Naturae’de Bodine ve Hermeticae Philosophiae’de David Crusius meleklerin ve ruhların maddi olduğunu ispatlamak için bazı argümanlar öne sürerler: Quicquid continetur in loco corporeum est: At spiritus continetur in loco, ergo (boşlukta yer kaplayan her şey maddeseldir; ruhlar yer kaplarlar, o hâlde…) Si spiritus sunt quanti, erunt corporei: At sunt quanti, ergo. Sunt finiti, ergo quanti (eğer ruhlar sayı ile sayılabiliyorlarsa, o zaman maddi olmalılar; ruhlar sonsuz değildirler, sınırlı sayıdadırlar, o hâlde…) vesaire. Bodine daha da ileriye giderek bu animae seperatae’nın (soyut ruhlar), cinler, ruhlar, melekler, şeytanlar ve ölmüş insanların ruhlarının, eğer maddi iseler (ki o, bu teorinin hararetli bir savunucusudur) sabit birer şekle sahip olduğunu söyler; onlar tümüyle küre şeklindedir, tıpkı Güneş ve Ay gibi, zira bu en mükemmel biçimdir: Quae nihil haber asperitatis, nihil angulis incisum, nihil anfractibus involutum, nihil eminens, sed inter corpora perfecta est perfectissimum (sert kenarları olmayan, köşesiz, kıvrımsız, çıkıntısız şekil; şekiller arasında en mükemmeli), bu yüzden tüm ruhlar cisimseldir ve gerçek biçimleri de küredir sonucuna varır. Diğer havasal cisimlere dönüşebilir, istedikleri gibi her biçime girebilirler; hareketleri çok hızlıdır, millerce mesafeyi göz açıp kapayana dek katedebilirler; başkalarının bedenlerini de istedikleri şekle sokabilir ve insanları bir yerden diğerine, takdire şayan bir dakiklikle götürebilirler (tıpkı meleklerin Habakkuk ve Daniel peygamberlere yaptığı gibi; ve Dekan19 Philip’in bir hadımı vaftiz ettiği gün Ruh tarafından taşınması, Pythagoras ve Apollonis’un –gösterdikleri başka pek çok mucizeden sonra– kendilerini bir yerden başka yere taşıtmaları gibi), fani insanların gözlerine havada asılı duran kaleler, saraylar, ordular, seraplar ve harikalar gösterebilir, insanların farklı kokuları ve tatları duyumsamasını sağlayabilir, her duyuyu aldatabilirler; bunu yapabildiklerine konuya eğilmiş çoğu yazar inanmaktadır. Gelecekte yaşanacaklardan haber verebilir ve pek çok acayip mucize gösterebilirler. Tanrıça Juno’nun sureti, Camillus ile konuşmuştu. Talih tanrıçası Fortuna’nın heykeli Romalı hanımlarla konuşmuştu, buna benzer pek çok vaka kaydedilmiştir. Zanchius, Bodine, Spondanus ve diğerleri, ruhların bir insanı gerçek metamorfoza uğratabileceği kanısındadır;