William Ralston Shedden Ralston

Rus masalları


Скачать книгу

bak hanım! Çırılçıplak soyunup kutsal resimlerin altına uzanacağım. Üzerimi bir örtüyle örtüp yanıma otur ve ağlamaya başla. Sanki ölüye ağlar gibi yap. Mujik parasını istemeye gelince bu sabah öldüğümü söyle.”

      Kadın, kocasının söylediklerini harfiyen yerine getirdi. Gözyaşları içinde oracıkta oturmuş beklerken, mujik içeri girdi.

      “Ne istiyorsun?” dedi kadın.

      “Zengin Marko’dan alacağım parayı,” diye cevap verdi yoksul adam.

      “Ah, mujik! Zengin Marko bize veda etti, az önce öldü.”

      “Mekânı cennet olsun! İzin verirseniz hanımefendi, benden borç aldığı kopek karşılığında son görevimi yerine getireyim, ölü bedenini yıkayayım.”

      Bu sözlerin ardından bir kap dolusu kaynar suyu Marko’nun üzerine boşalttı. Kaşları çatılan, bacakları birbirine dolaşan Marko, bu eziyete güç bela dayandı.

      “İstediğin kadar kıvran,” diye düşündü yoksul adam, “ama benim paramı öde!”

      Marko’nun vücudunu yıkadıktan sonra dedi ki:

      “Hanımefendi, şimdi bir tabut alıp kocanızı kiliseye götürün. Ben duasını okurum.”

      Böylece Marko, tabuta konup kiliseye götürüldü ve duasını mujik okudu. Gün battı, gece oldu. Birden bir pencere açıldı ve bir grup hırsız kiliseye girdi. Mujik mihrabın arkasına saklandı. Haydutlar içeri girer girmez ganimeti bölüşmeye başladılar. Her şeyi paylaştılar; fakat geriye kalan altın kılıçta anlaşamadılar. Her biri o kılıcı istiyordu. O anda yoksul adam ortaya çıktı:

      “Böyle tartışmanın anlamı ne? Şu cesedin başını koparan, kılıcı alsın!”

      Bunu işiten Marko deli gibi ayağa fırladı. Haydutlar, az kaldı korkudan akıllarını kaçıracaktı. Ganimeti bırakıp oradan sıvıştılar.

      “Baksana mujik,” dedi Marko, “haydi parayı bölüşelim.”

      Hırsızların bıraktığı parayı paylaştılar. İkisine de büyük bir hisse düştü.

      “Peki ya bana borcun olan bir kopek ne olacak?” diye sordu yoksul adam.

      “Ah, kardeşim!” dedi Marko, “görüyorsun ya hiç bozuk param yok!”

      Böylelikle zengin Marko, borcunu ödemekten yine kurtuldu.

      Bütün dünyada çok sevilen safdil kimseler hakkındaki hikâyeler var sırada. Skazkalarda safdillere duràk denir. Çok çeşitli açıklamaları içeren bir kelimedir bu. Bazen “ahmak”, bazense “soytarı” anlamına gelir. Köy hayatına ilişkin hikâyelerde genelde “budala” anlamındadır. Elbette bu durumda kahramanın durachestvo yani aptallık özelliği tamamen öznel bir durumdur. Ailesi ya da komşularının, kahramanın karakterine dair oluşturmuş olduğu yanlış fikirlerde mevcut bir özelliktir. Ama sıradaki hikâyede bahsi geçen duràk hakikaten “ahmak”tır. Hikâye, skazkalarda görülen geleneksel girizgâhla başlar.

      “Bir zamanlar bir tsarstvo’da, gosudarstvo’nun birinde…” – fakat “krallık” ya da “devlet” anlamındaki eşanlamlı bu iki kelime, yalnızca kafiyeli oldukları için kullanılmıştır.

      Budala ve Huş Ağacı

      Bir zamanlar ülkenin birinde üç oğlu olan ihtiyar bir adam yaşardı. Oğullarından ikisinin aklı başındaydı fakat üçüncüsü budalanın tekiydi. Yaşlı adam ölünce oğulları, mallarını paylaşmak için aralarında çöp çektiler. Kurnaz olanlar her türlü güzel şeyi kaparken aptal olanın payına bir öküz düştü. Üstelik kemik torbası bir öküz!

      Neyse, zamanı gelince akıllı kardeşler hazırlanıp ticaret yapmak için yola çıkmaya karar verdi. Budala oğlan bunu görüp dedi ki:

      “Ben de sizinle geleceğim, ağabeylerim. Öküzümü satacağım.”

      Bunun üzerine öküzün boynuna bir ip bağlayıp şehre götürdü. Yolu bir ormana düştü. Bu ormanın ortasında yaşlı bir huş ağacı vardı. Rüzgâr her estiğinde huş ağacı çatırdıyordu.

      “Şu ağaç ne diye çatırdayıp duruyor?” diye düşündü Budala. “Öküzüm için pazarlık ediyor olmalı. Pekâlâ, öküzümü almak istiyorsan itirazım yok. Yalnız, fiyatı yirmi ruble. Bundan aşağısını kabul etmem. Haydi, sökül bakalım paraları!” dedi.

      Huş ağacı hiç cevap vermeden sallanmaya devam etti. Fakat Budala, ağacın öküzü veresiye almak istediğini sandı. “İyi, tamam,” dedi, “Yarına kadar beklerim ben de!” Öküzünü huş ağacına bağlayıp oradan ayrıldı. Ardından akıllı ağabeyleri gelip sordular:

      “Ne oldu, Budala? Sattın mı öküzünü?”

      “Sattım.”

      “Kaça?”

      “Yirmi rubleye.”

      “Peki, para nerede?”

      “Daha parayı almadım. Yarın gidip alacağım, öyle anlaştık.”

      “Senden de bu beklenirdi!” dediler.

      Budala sabah erkenden kalkıp giyindi ve parasını almak için huş ağacının yanına gitti. Ağaç oracıkta rüzgârla salınıyordu ama öküz ortalıkta yoktu. Hayvancağız, gece kurtlara yem olmuştu.

      “Haydi, komşu!” diye seslendi ağaca. “Paramı öde. Bugün ödeme yapacağına söz vermiştin.”

      Rüzgâr esti, ağaç çatırdadı ve Budala bağırdı:

      “Yalancının tekiymişsin! Dün ‘Paranı yarın vereceğim,’ diyordun, şimdi yine aynı şeyi söylüyorsun. Öyle olsun. Ama bir günden fazla beklemem. Paramı yarın isterim.”

      Eve dönünce ağabeyleri yine sorular sormaya başladı:

      “Paranı aldın mı?”

      “Hayır. Yine beklemem gerekiyor.”

      “Kime sattın ki?”

      “Ormandaki solmuş huş ağacına.”

      “Ah, geri zekâlı seni!”

      Üçüncü gün Budala, baltasını alıp ormana gitti. Parasını istedi ama huş ağacı çatırdamaktan başka şey yapmıyordu. “Yok, komşu, böyle olmaz!” dedi. “Bana vaatte bulunup duracaksan seninle işimiz iş. Ben böyle şakalardan hiç hoşlanmam. Bu yaptığını sana ödeteceğim!”

      Bu sözleri söyleyip baltasını savurmaya başladı. Huş ağacının içinde bir oyuk vardı ve haydutlar bu oyuğa bir küp altın saklamışlardı. Balta darbeleriyle ağaç ikiye yarılınca, altınlar ortaya çıktı. Budala, kaftanının eteklerine alabildiği kadar altın doldurup eve koştu. Ağabeylerine altınları gösterdi.

      “Bu hazineyi nereden buldun, Budala?” diye sordular.

      “Bir komşu öküzüm karşılığında verdi. Ama hepsi bu değil, daha çok var! Haydi, gelin ağabeylerim, geri kalanını da siz alın!”

      Hep beraber ormana gidip bütün altınları topladılar ve eve getirdiler.

      “Bak şimdi Budala,” dedi işbilir ağabeyleri, “bu kadar çok altınımız olduğunu kimselere söyleme.”

      “Korkmayın, kimseciklere tek laf etmem!”

      Ansızın bir Diachok11 çıktı karşılarına ve dedi ki:

      “Ormandan ne götürüyorsunuz öyle, biraderler?”

      Akıllı