William Ralston Shedden Ralston

Rus masalları


Скачать книгу

sözünden hiç çıkmadı.

      Başka bir konuya geçmeden önce iyi ve akıllı bir kadının değerinin kabul edildiği bir hikâyeyi aktarmak doğru olacaktır. Bu amaçla, büyük ihtimalle dünyada “Whittington ve Kedisi” adıyla bilinen hikâyenin de kaynağı olan bir masalın versiyonlarından birini seçtim. Hikâyenin kökeni konusunda hiç şüphe yok, zira tütsü yakmak unsuru doğrudan Budist kaynakları işaret ediyor. Masalın adı Üç Kopek.

      Üç Kopek

      Bir zamanlar öksüz bir delikanlı yaşardı. Bu genç adam öyle yoksuldu ki, elinde avucunda harcayacak tek kuruşu yoktu. Bu nedenle zengin bir köylünün hizmetine girdi, yılda bir kopek karşılığında çalışmayı kabul etti. Bütün sene çalıştıktan sonra parasını alınca bir kuyuya gidip şöyle diyerek parayı kuyunun içine attı: “Batmazsa parayı saklarım. Efendime sadakatle hizmet ettiğim böylece açıkça gözükür.”

      Fakat kuyuya attığı kopek suya battı. Delikanlı, bir yıl daha çalışarak ikinci kez parasını aldı. Yine gidip parayı kuyuya attı ve para yine dibe battı. Üçüncü yıl da çalışmaya devam etti ve yine ödeme zamanı gelmişti. Bu sefer efendisi bir ruble verdi. “Hayır,” dedi öksüz delikanlı, “Paranı istemiyorum, bana hak ettiğim bir kopeki ver.” Parayı alıp kuyuya fırlattı. Bir de ne görsün! Üç kopek su üzerinde yüzüyordu. Genç adam, paraları alıp kasabaya gitti.

      Yolda yürürken küçük çocukların bir kedi yavrusuna işkence ettiğini gördü. Kediciğin hâline üzülüp dedi ki:

      “Şu kediciği bana verir misiniz çocuklar?”

      “Tamam, veririz ama para karşılığında.”

      “Ne kadar istiyorsunuz?”

      “Üç kopek.”

      Öksüz delikanlı kediciği satın alıp bir tüccarın yanına gitti ve adamın dükkânında işe başladı.

      Tüccarın işleri çok iyi gitmeye başladı. Malları yetiştiremiyordu. Müşterileri her şeyi göz açıp kapayana dek kapış kapış götürüyordu. Tüccar denize açılmaya hazırlandı, bir gemiye binip delikanlıya dedi ki:

      “Kedini bana ver. Belki gemide fare falan yakalar. Hem beni de eğlendirir.”

      “Buyur, usta! Yalnız kedimi kaybedersen, sana pahalıya patlar.”

      Tüccar, uzaklarda bir ülkeye vardı ve bir hana yerleşti. Han sahibi, tüccarın epey zengin olduğunu görünce ona sıçan ve farelerle dolu bir oda verdi. Kendi kendine dedi ki: “Fareler adamı yerse parası bana kalır.” O ülkede kimsenin kedilerden haberi yoktu. Bu yüzden, sıçanlar ve fareler her yeri sarmıştı. Tüccar, kediyi beraberinde odasına götürüp yatağına yattı. Ertesi sabah hancı odaya girince, tüccarı sağ salim buldu. Kolunun altına aldığı kedisini seviyor, kedi de keyiften mırıldanıp duruyordu. Yerde ölü sıçan ve farelerden oluşan bir yığın vardı!

      “Tüccar Efendi, o hayvanı bana satın lütfen,” dedi hancı.

      “Pekâlâ,” dedi tüccar.

      “Ne kadar istiyorsunuz?”

      “Küçük bir meblağ yeterli. Ben hayvanı ön bacaklarından tutarken arka bacakları üzerinde durmasını sağlayacağım ve siz de etrafına onu örtecek kadar altın yığacaksınız. İşte bu kadarı bana yeter!”

      Hancı bu pazarlığı kabul etti. Tüccar kediyi verip karşılığında bir çuval dolusu altın aldı ve işlerini halledip hemen ülkesine döndü. Denize açıldığında şöyle düşündü kendi kendine:

      “Bunca altını o öksüze neden vereyim ki? Bir kedi için bu kadar para çok fazla! Hayır, para bende kalacak.”

      Bu günahı işlemeye karar verdiği an, şiddetli bir fırtına kopuverdi! Geminin batmasına ramak kalmıştı.

      “Tanrı beni kahretsin! Bana ait olmayana göz koydum. Tanrım, bu günahkârı bağışla! Tek bir kopek bile almayacağım! Delikanlıya hakkını vereceğim.”

      Tüccar dua etmeye başlayınca fırtına dindi, deniz duruldu ve gemi rahatça limana doğru yol aldı.

      “Merhaba, usta!” diye seslendi öksüz delikanlı. “Yalnız, kedim nerede?”

      “Sattım,” diye cevap verdi tüccar. “İşte paran. Hepsi senin.”

      Delikanlı, altın dolu çuvalı alıp gemicilerin olduğu sahile gitti. Altın karşılığında onlardan bir gemi dolusu tütsü alıp sahil boyunca yerleştirdi ve Tanrı’ya şükretmek için yaktı. Tütsülerden çıkan güzel koku bütün ülkeye yayıldı ve birden ihtiyar bir adam çıktı ortaya. Delikanlıya dedi ki:

      “Hangisini arzu edersin: Zenginlik mi, yoksa iyi bir eş mi?”

      “Bilmiyorum, ihtiyar.”

      “Öyleyse, durma yürü. Şu ötede çift süren üç kardeş var. Git onlara danış.”

      Bunun üzerinde delikanlı üç kardeşin yanına gidip “Tanrı yardımcınız olsun,” dedi.

      “Teşekkürler, delikanlı!” dediler. “Ne istiyorsun?”

      “Beni buraya yaşlı bir adam gönderdi ve zenginlik mi, yoksa iyi bir eş mi istemeliyim diye size sormamı söyledi.”

      “Ağabeyimize sor. Şu arabada oturuyor.”

      Öksüz delikanlı, arabada oturanın üç yaşlarında küçük bir oğlan çocuğu olduğunu gördü.

      “Ağabeyleri bu çocuk mu yani?” diye düşündü ama sonunda çocuğa sorusunu sordu:

      “Sence hangisini seçmeliyim? Zenginlik mi, yoksa iyi bir eş mi?”

      “İyi bir eş.”

      Bunun üzerine delikanlı, yaşlı adamın yanına döndü.

      “İyi bir eş istememi söylediler,” dedi.

      “Pekâlâ!” dedi yaşlı adam ve bir anda gözden kayboldu. Delikanlı şöyle bir etrafına bakındı. Yanı başında çok güzel bir kadın ortaya çıkmıştı.

      “Merhaba, delikanlı!” dedi kadın. “Ben senin karınım. Haydi, gidip beraber yaşayabileceğimiz güzel bir yer bulalım.”

      Halk Masallarının en ağır dille eleştirdiği günahlardan biri açgözlülüktür. Her ülkenin masalları, cimrilerle alay etmeye, onları nahoş durumlara sokmaya ve ölüm döşeğinde acı çekerek hayattan bezmelerine bayılır. Birçoğu muhtemelen Doğu kökenli olan bu türden hikâyelerin, Rus köylüsü tarafından nasıl ele alındığına örnek olarak şu masalı verebiliriz:

      Cimri

      Bir zamanlar Marko adında zengin bir tüccar vardı. Gelmiş geçmiş en cimri adamdı! Bir gün biraz yürümek için dışarı çıkmıştı. Yolda yaşlı bir dilenciye rastladı. “Ey Ortodoks dinine iman etmiş kimse! İsa aşkına şu fakire bir sadaka!”

      Zengin tüccar Marko, adamın yanından geçip gidiverdi. Onun arkasından ise yoksul bir mujik geliyordu. Dilencinin hâline üzülüp ona bir kopek verdi. Bunu gören zengin Marko biraz utanır gibi oldu ve mujiğe dedi ki:

      “Merhaba, komşu. Bana bir kopek borç ver de şu fakire bir şey vereyim. Bozuk para yok üstümde.”

      Mujik denileni yaptı ve parasını ne zaman geri alabileceğini sordu. “Yarın gel,” dedi Marko.

      Ertesi gün fakir adam, borç verdiği parayı almak için zengin adamın evine gitti. Büyük bahçeye girince sordu:

      “Zengin