birkaç kere ağzını açarak ileri doğru eğildi. Bir şey söyleyecek gibi oldu. Sonra vazgeçti. Macide bunu fark etmemiş görünüyordu. Nihayet her ikisi de aynı zamanda ayağa kalktılar. Ömer, Fatma’ya “Teyzemle enişteme selam söyle! Bak, bekledim, hâlâ kalkmadılar. Kabahat benden gitti.” dedi. Sonra gülümseyerek ilave etti: “Semiha’nın da gözlerinden öperim!”
Şapkasını aldı. Macide de notalarını almış ve açık renk pardösüsünü sırtına geçirmişti. Ömer ehemmiyetsiz bir tavırla sordu:
“Siz de çıkıyor musunuz?”
“Evet… Görüyorsunuz!”
Ömer “Bu kızın karşısında hokkabazlık yapılmayacak.” diye düşündü.
Pişkin metotlar, mektep arkadaşı olan kızları hayran bırakan hoş küstahlıklar, hatta bazen hayâsızlığa kadar varan şuh nükteler ölü cisimler hâlinde kafasında yatıyordu. Buna mukabil, arzuları eskiden duyduklarıyla kıyas edilemeyecek kadar şiddetliydi. Macide’nin, kapıdan çıkarken eline dokunan parmakları Ömer’i kıpkırmızı etmişti. Uzun ve siyah kirpiklerinin altında o mağrur tebessümü muhafazaya çalışan kederli gözleri, delikanlının üstünde dolaştıkça onu büsbütün şaşırtıyor ve manasızca etrafına bakınmaya ve susmaya sevk ediyordu. Ara sıra Ömer’in gözleri de yanındakini süzüyor, onun kahverengi kazağının altında beliren göğsü, önünü iliklemediği pardösüden dışarı fırlamaya çalışırken genç adam dişlerini sıkıyor ve süratle nefes alıyordu.
Tramvay caddesine geldikleri zaman birbirlerine bakıştılar. Ömer hemen sordu:
“Nereye gideceksiniz? Konservatuvara mı? Saat daha sekiz… Benim bir saat daha vaktim var. İsterseniz yürüyelim.”
Macide, evet makamında başını sallayarak yoluna devam etti. Beyazıt’a, oradan Bakırcılar’a doğru geldiler. Her ikisinde de aynı sıkıntı devam ediyordu.
Ömer içinden söylenmeye başladı:
“Dut yemiş bülbül gibi dilim tutuldu. Kendimde ilk defa tespit ettiğim bir hâl. Mamafih vaziyet de tuhaf. İlk defa tanıştığım ve bir gün evvel babasının ölümünü duymuş matemli bir kıza da hemen ilanıaşk edilmez ya… Ancak teselli verilir… Benim de ömrümde yapmadığım şey. Ne kimse beni teselli etmeli ne de ben kimseyi… Riyakârlık tesellide son haddini bulur. Bu anda çehrelerin aldığı yalancı teessür ifadesi, o biraz yukarı kalkıp birbirine yaklaşan kaşlar, o hafif hafif ve anlayışlı bir tavırla sallanan baş ve o derinden çıkarılmaya çalışılan matemli ses insanı deli eder. Bu kızın da aynen benim gibi düşündüğüne eminim. Muhakkak böyle şeylerden hoşlanmayacaktır. Hiçbir şey olmamış gibi kalkıp mektebine gidişinden belli… Peki ama ne halt etmeli? Ağzı süt kokan iki orta mektep talebesi gibi bakışıp süzülmek de pek akıl kârı değil. Bu da bir başka soğukluk… Şimdi elimi uzatıp Allah’a ısmarladık diyerek kaçıversem ne olur?.. Ben bu kadar sıkıntıya gelemem… Fakat neden yapamıyorum?.. Muhakkak beni burada ona bağlayan bir şey var… Yandan görünüşü harikulade… Ne beyaz yüzü var… Biraz sarımtırak… Acaba uykusuzluktan mı yoksa hep böyle mi? Ben bu kızı muhakkak tanıyorum. Yani ruhunu tanıyorum. Aramızda bir şeyler var… Ah, aptal Nihat!.. Beni bir gün deli edecek… ‘Sen onu belki çocukken gördün, zihninde bir hatırası kaldı… Onu büyütüyorsun.’ diyordu. Yalan… Bu öyle bir çocukluk hatırası falan değil… Fakat bir kere işi bu hâle soktu. Böyle bir ihtimali ortaya attı. İmkânı yok kendimi kurtaramıyorum. İnsanlar hadiseleri basitleştirmeye, bayağılaştırmaya ne kadar meraklı… Bütün hayallerimi bir aptalca laf berbat ediyor… Nihat’ı zaten bu son günlerde beğenmiyorum. Karanlık işlere girip çıkıyor. Fakat iyi arkadaştır. Benim için ölmeyi bile göze alır… Ama ne malum? Bu da benim zannım, belki de tırnağını bile kesmez. Mamafih şimdiye kadar olan arkadaşlığımızda fedakârlık yapmak hep ona düşüyordu… Maddi fedakârlık… Bakalım daha ileri gidebilecek mi? Beni eskisi kadar sarmıyor… Bütün etrafındaki herifler de öyle… Yalnız tuhaf bir cazibeleri olduğu da muhakkak. İyi veya kötü, bir sürü dimağların bir şeyler göstermek için hummalı bir makine hâlinde çalışmaları insanı bağlıyor.”
Gözleri tekrar Macide’ye ilişti. Kız da birtakım düşüncelere dalmıştı. Kaşları çatılmış, gözleri ileri dikilmiş, yüzünün bir hattı bile oynamadan yürüyordu. Sağ kolunun altında tuttuğu birkaç cilt nota arkaya doğru kaymıştı. Kısa ökçeli kahverengi iskarpinleri kaldırımlarda maharetle sekiyordu. Ömer onun bir erkek gibi büyük ve serbest adımlar attığına dikkat etti. Birçok kızların minimini adımlarla zıplaya zıplaya yürümeleri onun içinde her zaman garip bir merhamet hissi doğururdu. Onun için Macide’nin kendisine ayak uydurmasını takdire başladı.
Köprü’ye gelmişlerdi. Koşar gibi yürüyen bir kalabalık vardı ve her taraftan uğultu hâlinde sesler geliyordu. Haliç tarafındaki kaldırıma geçtiler. Arada sırada sarı sulara, irili ufaklı kayık ve mavnalara bakıyorlardı. Dubalardan birinin bir köşesine on yaşlarında kadar bir çocuk oturmuş, yanına koyduğu teneke kutunun içinden aldığı solucanları oltaya takıyor, biraz öteye fırlatıyor, sonra muntazam darbelerle çekiyordu. Bir müddet onu seyrettiler. Çıplak ve kirli ayaklarını dubadan aşağı sallayan ve gözlerini oltasının ipinden ayırmayan çocuğun sebat ve iradesi Ömer’i düşündürdü. Kendisi hiçbir işe bu kadar dikkatle ve bu kadar kendini vererek sarılamayacağını zannediyordu.
Bu sırada Macide’nin notalarından biri yere düştü. Ömer hemen eğilerek aldı, elini uzatarak “Verin, ötekileri de ben götüreyim!” dedi.
Macide hiç ses çıkarmadan uzattı. Sadece gözlerinde teşekküre benzeyen bir şey dolaştı.
Onun bu hâli Ömer’i büsbütün bağlıyordu. Kendi kendine “Ne tuhaf şey!” dedi. “Birçok bayıldığım kızların birçok büyük iltifat ve müsaadeleri beni bu kızın manasını bile iyice anlayamadığım bir bakışı kadar sevindirmiyor. Evet, sadece bir bakış ve belki de biraz merhametle karışık… Fakat bunun hiç olmazsa lakayt bir bakış olmaması beni yerimden sıçratıyor. İçimde müthiş bir hafiflik, bir genişlik duyuyorum. Belki de hakikaten sevmek budur. Belki de ben şimdiye kadar sahiden sevmenin ne olduğunu bilmiyordum. Acaba kendimi kapıp koyuversem mi?.. Ne zaman irademe müracaat edersem büyük bir yorgunluk duyuyorum… Kendimi hadiselerin eline bırakayım mı? Acaba şu anda o ne düşünüyor? Herhâlde beni değil… Niçin?.. Onun kafasında bir müddet yaşamak için neleri feda etmem ki?.. Her şeyi… Bana şimdi bir işaret versin, derhâl, bir an düşünmeden şu tramvayın altına atlarım. Acaba atlar mıyım?..”
Macide “Ne oluyorsunuz?” diye Ömer’in koluna yapıştı. Genç adam şaşkın şaşkın etrafına bakınıyordu. Macide sordu:
“Karşıda birini mi gördünüz? Fakat tramvayın altında kalacaktınız!”
Ömer bulunduğu yere baktı. Yaya kaldırımında değildi. Demek ki Macide’nin önünden geçerek buraya gelmişti? Kendini toparladı:
“Benzetmişim, kimse değilmiş!” dedi.
Sol kolunda, biraz evvel Macide’nin sımsıkı tuttuğu yerde garip bir ürperme duydu.
“Niçin tutmuyor… Niçin bıraktı?..” diye mırıldandı. Yüzü bir çocuk gibi buruşmuştu. İçinde güçlükle zapt ettiği bir ağlamak ihtiyacı vardı. Nihayet dayanamadı:
“Koluma girsenize!” dedi.
Macide onun kolunu, biraz evvel tuttuğu yerden, fakat bu sefer daha hafif bir şekilde yakaladı. Bu sırada gözleri karşılaştı. Macide uzun uzun, bir şeyler hatırlamak ister gibi baktı. Onun dün Köprü’de de aynen bu şekilde kendini süzdüğü Ömer’in