ilk girdiğinde, bunu bir şaka malzemesi olacağını düşünerek yapmıştı ama kış boyunca şöminenin sıcaklığı ve yemeklerin bolluğu, altı uzun ay geçene kadar Sherwood’a geri dönmesini günden güne ertelemesine sebep olmuştu. Ama şimdi iyi kalpli reislerini, dünyadaki herkesten daha çok sevdiği Will Stutely’yi ve tüm erkek sporlarında çok iyi eğittiği Doncasterlı genç David’i düşünüyordu. Böylece yüreğinde hepsine karşı büyük ve acı bir özlem oluştu, gözleri yaşlarla doldu. Sonra yüksek sesle şöyle dedi:
“Burada, ahırda beslenen bir öküze döndüm; tüm erkekliğim benden uzaklaşıyor, iyice tembel ve ahmak olmaya başladım. Ama derhâl kendime geleceğim ve bir kez daha sevgili dostlarımın yanına döneceğim, son nefesimi verene dek de onları bir daha asla terk etmeyeceğim.”
Böyle söyleyip yataktan fırladı çünkü artık bu tembellik hâlinden nefret ediyordu.
Aşağı indiğinde kiler kapısının yanında duran kâhyayı gördü; şişman bir adamdı ve kuşağında kocaman bir anahtar bohçası asılı dururdu. Küçük John:
“Hey, kâhya efendi! Şu an oldukça açım çünkü bütün bu keyifli sabah boyunca ağzıma bir lokma girmedi. Bu yüzden, hadi bana yemek verin.” dedi ona.
O an kâhya ona acımasızca baktı ve kuşağındaki anahtarları şıngırdattı. Şerif’in gözüne girdiği ve onun imkânlarından faydalandığı için Küçük John’dan nefret ediyordu.
“Demek açsınız, öyle mi Bay Reynold Greenleaf?” dedi. “Ah, sevgili delikanlı, eğer yeterince uzun yaşarsan, başıboş dolaşıp gereksiz uyuyanın midesinin boş olacağını öğreneceksin. Ne demiş atalarımız, Efendi Greenleaf: ‘İşleyen demir pas tutmaz.’ Öyle değil mi?”
“Seni gidi koca yağ tulumu!” diye bağırdı Küçük John. “Senden aptal bilgeliğini değil, yalnızca ekmek ve et istiyorum. Sen kim oluyorsun da beni yemek yemekten mahrum bırakıyorsun? Aziz Dunstan adına kemiklerini kırılmaktan kurtarmak istiyorsan, kahvaltımın nerede olduğunu söylesen iyi edersin!”
“Kahvaltınız kilerde, Bay Alev Topu.” diye cevap verdi kâhya.
“O zaman buraya getir!” diye bağırdı Küçük John, artık iyice sinirlenmişti.
“Git de kendin getir.” dedi kâhya. “Ben senin uşağın mıyım ki senin getir götürünü yapayım?”
“Diyorum ki git ve şu kahvaltıyı bana getir!”
“Ben de diyorum ki git, kendin getir!”
Küçük John öfkeyle:
“Öyle olsun, getireceğim, hem de hemen!” dedi.
Ve böyle söyleyerek kilere doğru yürüdü. Kapıyı açmaya çalıştı ama kapının kilitli olduğunu gördü; bunun üzerine kâhya güldü ve kuşağındaki anahtarları şıngırdattı. O an Küçük John’un öfkesi iyice taştı ve sıkılı yumruğunu kaldırarak kiler kapısına sağlam bir şekilde vurdu, üç panelli kapıyı kırdı. Öyle büyük bir açıklık yaratmıştı ki kolayca eğilip içinden geçebildi.
Kâhya, yaptığını görünce öfkeden deliye döndü. Küçük John, kilerin içine bakmak için eğildiğinde onu ensesinden yakaladı, anahtarlarıyla kafasına vurdu. Ancak bu darbe kulaklarının çınlaması ile sonuçlandı. Bunun üzerine Küçük John kâhyaya döndü ve ona tekrar öyle bir vurdu ki şişman adam yere düştü, bir daha hiç kıpırdayamayacakmış gibi orada öylece yattı.
“İşte.” dedi Küçük John. “Birine vurmadan önce iyi düşün ve bir daha asla aç bir adamdan güzel bir kahvaltıyı esirgeme.”
Böyle söyleyerek kilere girdi ve açlığını yatıştıracak bir şeyler olup olmadığına bakmak için etrafına bakındı. Büyük bir geyik etli börek ve iki kızarmış piliç gördü. Yanında da bir tabak yaban ördeği yumurtası duruyordu. Üstelik bir şişe şarap da vardı; aç bir adam için oldukça lezzetli bir manzaraydı. Bunları raflardan indirip bir masanın üzerine yerleştirdi ve iştahla tadını çıkarmaya hazırlandı.
Avlunun karşısındaki mutfakta bulunan aşçı, Küçük John’la kâhya arasındaki yüksek sesli konuşmaları ve Küçük John’un kâhyaya vurduğu darbeyi duyunca, avluyu koşarak geçip merdivenlerden yukarı, kâhyanın kilerinin bulunduğu yere çıktı. O sırada kâhya, aklını başına toplayıp ayağa kalkmıştı. Aşçı, kâhyanın kilerine geldiğinde onun, kırık kapıdan bir ziyafet hazırlığı yapan Küçük John’a, aç bir köpeğin kemiği olan bir diğer köpeğe baktığı gibi baktığını gördü. Kâhya, aşçıyı görünce yanına geldi ve bir kolunu onun omuzuna atarak:
“Ah benim sevgili dostum!” dedi. Aşçı uzun boylu, şişman bir adamdı. “O aşağılık, düzenbaz Reynold Greenleaf’in ne yaptığını görüyor musun? Efendimizin mallarını çaldı ve bana öyle bir vurdu ki öldüğümü sandım. İyi kalpli aşçı, seni çok severim, sen eski ve sadık bir hizmetkâr olduğun için her gün efendimizin en iyi şarabından iyi bir kâse vereceğim sana. Ayrıca, sevgili aşçı, sana hediye olarak verebileceğim on şilinim de var. Ama Reynold Greenleaf gibi aşağılık bir sonradan görmenin bu kadar cüretkâr davrandığını görmekten sen de nefret etmiyor musun?”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.